Google+ boş mideye iki duble viski: "Vay be.."

6 Temmuz 2011 Çarşamba

"Vay be.."

Ufak bir çöküş var karaciğerde, belli ediyor kendini. "O son birayı içmeyecektik Galip." Bir buçuk haftadır portakal suyu dışında alkollü bir şey içmedim ilaca bir ay önce başlamış olmama rağmen. Kasıyorum kendimi, sıktım dişlerimi de ancak ne bileyim, yapamıyorum gibi...

Yine uykum gelmişti saat on ikide. Sağolsun bünyem on ikiden geç saate kadar ayakta durmama izin vermiyor. Yattım, uyandım, "sleep-fuck" ve saat 01.45. Bilmiyorum, önemsiyor muyum veya bilmiyorum; seviyor muyum veya bilmiyorum, takıntı mı yaptım onu lakin bu kadar erken uyumayacağı belliydi. Geç yatıp geç kalkar çünkü. Ben tekrar uyuyakaldığımda o bilgisayar başındaydı, biraz düşüncesizce; bürositi sürükleye sürükleye yer değiştirmeler, bilgisayarın sesini kapatmayı unutması falan derken; telefon çaldı, "tamam gelince görüşürüüüüüüüüz" cümlesi ve her şeyiyle hazırlanıp "Ben gitsem olur muuu?" diye sorması... Afalladım. Belki yazının sonunda tekrar ararım.

Sanırım son bir sene içinde yaşadığım, bünyeye en az zararlı olay budur. Aklıma gelenlerini devam ettireyim hazır başlamışken.

Otuz iki yaşındaydı. Moda'da yaşıyordu. Yine aynı güzelim semtte bir restoran, Slovak bir sevgili ve gezmek üzerine bir hayat. Yabancı bir sitenin Türkiye elçisiydi aynı zamanda ki o site sayesinde tanışmıştık. Bende ne buluyordu bilmiyorum çünkü mevzu bir buçuk sene önce cereyan etmişti ki o ara ne harika sevişiyordum, ne şimdikinden daha yakışıklıydım, ne de o klasta bir kadını etkileyebilecek "lady killer" özelliklerim vardı. Belki de genç olmam ve enerji hoşuna gidiyordu sadece, kim bilir. Fahişesiymiş gibi evine kadar gidiyor, bana oral seks yaparken Skype üzerinden sevgilisi aramasın diye laptop'ının kapağını kapatıyor ve lateks alerjisi olduğu için herhangi bir ekstra kıyafete gerek kalmadan, "tamamen çıplak" benimle sevişiyordu. Güzel bir ilişki sayılır değil mi? Bunun üzerine evde gördüğüm "erkek" muamelesi ve kral döşenmiş ev, ayağıma kadar getirilen bira gibi hizmetleri de ekleyin.

Bıraktık, çünkü Slovakya'ya, sevgilisinin yanına gitti. Sonra ayrılmış herhalde manitasıyla, tekrar diyaloğa girdi benimle ama sadece diyalog. Zaten ben yeni bir blowjob beklerken de bu ilaç krizi ilk kez patlak verdi(Ocak ayı). Alkoliğin teki olduğumdan ilacı asla kullanmayacağımı ona bağıra bağıra açıkladım... "Ergenin önde gidenisin" dedi ve beni adeta "ortadan" kaldırdı. Görüşmüyoruz.

Güzel değildi. Kırılgan bir anına denk gelmiştim eminim. Netten sonra reelden görüşmeyi Starbuck's'ta gerçekleştirecektik. (Neden Starbuck's bilmiyorum) Sadece ben onu orada beklerken telefon açıp "Yahu ben seni nasıl tanıyacağım?" dediği an duyduğum saf tonlama hoşuma gitmişti. Sonra tabii Kadıköy'de olduğumuz için beni evine aldı, seviştik. Bir kez daha olmasına gerek yok, demesine rağmen devamı geldi. Daha sonra daha da yakınıma, Mecidiyeköy'e taşındı. Haftada bir veya iki haftada bir görüşme(veya sevişme) sıklığımızdı. Ardından bile bile lades oldum ve üçlü teklif ettim. O günden düne kadar, her gece benimle muhabbet etmesinden umutlanmadım değil; yeni bir blowjob için(evet güzel değildi ancak bu işte çok iyiydi) daha sonra bu sabah yaptığımız konuşmayla bencil, kibirli ergenin teki olduğumu söyleyip her yerden engelledi beni. Telefonla arasam açmayacağını bildiğimden, attığım son tweet'in çok hoşuna gideceğini belirten bir mesaj gönderdim.

http://twitter.com/#!/mahmutdonuk/status/88550493118398464

Zırlayan kadınlar gibi hissettim kendimi de bazen arızalı mıyım diyorum özellikle de Mark Lanegan "low, you know where i've been" diye derinden çığırırken. Sadece ihtiyaçlarım için görüştüğüm iki kadının verdiği ayarı hatırlayıvermek mi geceleyin "birinin gidişini" izlemem sebebiyle; sinirli bir biçimde bilgisayar başına geçmemin ve çatır çatır yazmamın sebebi? Bilmiyorum. Aptal bir duygusallık çöktü üzerime. Daha da eski kadınlarımı hatırlayıp iyice nefes alamayacak duruma geldim ve sanırım yazının başında hissettiğim; "arama" cesaretini kaybetmiş durumdayım. Hadi Mahmut, telefon hemen şurada... Kalbim küt küt.

Ekrana bomboş baktıktan sonra bir süre, aradım. Kesinlikle bir sorun olmadığını, sadece sabaha kadar boş boş beklemek istemediğini söyledi. Paranoyak, takıntılı bir puşt olma yolunda ilerliyorum ki bunu yaparken yüksek egolara sahip değilseniz; şu an bulunduğum durumda olursunuz.

Evet, yazarken açılmak bu olsa gerek. Saçmalaya saçmalaya, duygusallaşa duygusallaşa, "geçmişe duyulan özlem" tribalini yaşaya yaşaya çözdüm işte. Bir aydır, çevremin söylediği buydu. "Sen çok efendi olmuşsun lan!" Aslında efendi falan olmadım, hala aynı takıntılar ve saplantılar deryasında yüzüyorum ancak "o" yok artık. Her daim ayakta durmamı sağlayan o kocaman ego yok artık. Çünkü alkol yok, sigara yok, izbe barlar yok, aynaya bakarak -kafası güzel- sırıtan Mahmut yok. Bu yüzden bir kadını kafaya takan Mahmut var, bu yüzden ihtiyaç ilişkisi içersinde olduğu kadınların kendisiyle ilgili yaptığı yorumları blog'unda paylaşan Mahmut var, bu yüzden tekrar kaybetmeye başladığını hisseden Mahmut var. Ego... Kimine göre bir uyuşturucu, kimine göre bir atom bombasından daha zararlı. Benim içinse bir serum. Değerli...

Hiç yorum yok: