Google+ boş mideye iki duble viski: Ekim 2009

31 Ekim 2009 Cumartesi

Yağmur

Dışarıda sıradan bir sonbahar yağmuru var...

Hava çok soğuk değil. Sadece yağmur. İnsanları korkutan yağmur, fırsatçı girişimcilere, sokakta; 5 liradan, 10 liradan rezalet şemsiyeler sattıran yağmur, tikilerin saçını bozan yağmur... Severim yağmuru. Özellikle de insanların, o bastırdığı anda kaçıştığı köşe başlarını gösterdiği için, o panik anında yüzlerindeki çaresiz ifadeyi gösterdiği için. Kimi yeni fönlettiği saçını korumak için hayatının deparını atar, kimi eşşek yüküyle para döktüğü; marka takıntısını körükleyen hırkasının ıslanmaması; madara olmaması için koşuverir köşe başına.
Ben mi?

Kaybedecek neyim var ki çöküvereyim bir köşebaşına yağmur başlayınca?

Şemsiye, bere, kapişon vs kullanmam. Karizmamı düşürdüğünü düşündüğüm için değil, daha canlı hissedebilmek, yaşadığımı yüzüme düşen her damlayla biraz daha hissedebilmek için. Öyle sahte bir his de değildir bu hani... Yağmura olan aşkım sekiz yaşında bir çocuğun sınıfındaki sarışın ve beyaz tenli kıza aşkı gibidir... Saf...

Hoş, bu aşkın da sahteleri gözüme çarpıyor arada bir... "Aa canım bilmiyor musun? Ben yağmurda yürümeyi çok severim" diyip sözde aşkını afiş eden mi görmedim; aşkını herkesle paylaşınca havalı olduğunu sanan, lakin daha sonra eve gidince oflayıp poflayarak giysilerini kurumaya bırakan mı görmedim... Günümüzde saf olan pek bir şey kalmadı zaten. Bari yağmuru bana bırakın be mahluklar... Sigaramı tüttüre tüttüre, "Riders On The Storm" dinleye dinleye, ıslanmış saçlarım yüzüme düşerken aşkımı bir kez daha pekiştireyim yağmurla.

Bari onu almayın elimden...

NP: Portishead - Sourtimes

27 Ekim 2009 Salı

Isolation Desolation

That song is for all the women who couldn't make their mindz 'bout me; or for all the women who have no characteristic balance which makes me nervous and which makes this young vagrant can not predict wha' they gonna do!

Hey yo, it's on the bookz, it's on the wallz, it's everywhere... It's a single rule that is remembered from time to time but has to be given the importance ALL THE TIME.

"BRO'S BEFORE HO'S!"

Note that down, kid.




Wait for me
At the edge of the world
Don't come to me if you're not quite sure
Do you feel the emptiness inside your soul
Did it break that heart of coal

Did your walls of sin
Crumble at your feet
Does the blood on your face
And on your hands, taste too sweet

In my mind you ain't lookin fine
So isolation
And inside you ain't fine to me
So isolation desolation

Don't wait for me
At the edge of the world
Don't come to me at all
The way you look
And think of me
Is much much much
Too small

Southern notlarına devam... Lynyrd Skynyrd'dan gelsin... Freebird

Neden güzeldir bu şarkı? Çünkü tüm 'kısa ve tatlı' ilişkilerin sonunda dinlenebilitesi vardır. İnsanın kaçıp gitmesidir, o biten ilişki için ağlamaması; sadece güzel anıları hatırlamasıdır. Çok şükür zırladığımız bir ilişkimiz olmadı ancak misal; Alice In Chains'ten Love Hate Love dinleyerek çilingir sofrasını kurduğumuz bir dolu anımız oldu, genelde karşı cinsle ilgili...
Gelgelelim; şu anda geriye bakıyorum da, hiç bir bok ettiğim, terk edildiğim vs. ilişkiyle ilgili üzülmüyorum bu şarkıyı dinlerken. Cansın lan Lynyrd...


If I leave here tomorrow
Would you still remember me?
For I must be travelling on, now,
'Cause there's too many places I've got to see.
But, if I stayed here with you, girl,
Things just couldn't be the same.
'Cause I'm as free as a bird now,
And this bird you can not change.
Lord knows, I can't change.

Bye, bye, its been a sweet love.
Though this feeling I can't change.
But please don't take it badly,
'Cause Lord knows I'm to blame.
But, if I stayed here with you girl,
Things just couldn't be the same.
Cause I'm as free as a bird now,
And this bird you'll never change.
And this bird you can not change.
Lord knows, I can't change.
Lord help me, I can't change.

10 Ekim 2009 Cumartesi

Garip...

Uzaklaşmak istiyorum... İş, güç, ders, arkadaş, dost demeden...
Yanlış coğrafyada yaşıyor olduğumu düşünmüyorum aslında. Tamam örf ve adetlere, gericiliğe falan çok sövdüm de bu seferki farklı...
Sırtım yine yaslandı duvara, çünkü şartlar bunu gerektirdi. Ayrıca, şimdiye kadar ne zaman yoğun olsam; yapacak bir sürü iş, çözülmesi gereken bir sürü sorunum olsa; duygusal çöküntü içinde olsam, veya -en kötüsü- bunların hepsi üstüste gelse, bunlarının hepsinin üstesinden de tek başıma gelmeye çalışırdım. Hani vardır ya tek tabanca diye bir terim... İşte beni tanımlayan buydu. Ne ciddi sorunlarımı ve diplerimi insanlarla çözmeyi severim, ne de onların kafalarını bu sorunları anlatarak ütülemeyi... Ve görünen o ki, şimdiye kadar hep üstesinden geldim bir şekilde, hep mutlu olmasını bildim.
Ama dedim ya, bu seferki farklı... Çünkü bu sefer yaslandığım duvarın da yıkılmak üzere olduğunu hissediyor, önümü göremiyorum. Nefes alamıyorum.
Kurulu düzenimin sürekli değişmesinden, öğrencilik hayatından, ülkemizin yerlerde gezinen yaşam standartlarından, dengesiz ve kafamı meşgul etmekten başka bir işe yaramayan, kapıdan kovulunca bacadan girilen kadınlardan, çevremdeki; kaçtığım zaman "böyle uygun gördü böyle oldu" diyeceği yerde "nerelere gittin bizi bırakıp?" diye ağlayacak olan insanlardan... Sırf şekil olsun diye beni özleyeceğini iddia edeceklerden...
Şu anda beni buraya bağlayanlara bakıyorum da, fazlasıyla sınırlı... Üç beş yakın dost ve deniz kenarından ibaret.
Kaçtığım yerde hayat standartlarım çok mu yükselecek? Bilinmez... Ancak başıma buyruk olmanın, kimsenin yükünü taşımıyor olmanın rahatlığını hissedeceğim...
Nereye mi kaçarım? Bilinmez.
Peki kaçar mıyım gerçekten de? Belli olmaz...