Google+ boş mideye iki duble viski: Mayıs 2012

31 Mayıs 2012 Perşembe

Roadhouse'u Canlıya Taşıyoruz


Daha önce reklamını yapmıştım...
http://roadhouse.caster.fm adresinde ikamet etmekte olan bir radyo istasyonu kurdum. İyi kötü bayağı feedback aldık şimdiye kadar. Gelgelelim, lansman partimizin kısmeti de Ağaç Ev'e saklıymış. Güzel bir gece olacak, cuma gecesi...
Bu da etkinliğin detayları...

https://www.facebook.com/events/444587125554088/
Blues severlerin vazgeçilmez mekanlarından Ağaç Ev Blues, yazın gelişinin efil efil kutlanacağı 1 Haziran Cuma gecesi Roadhouse'a ev sahipliği yapacak. Neat Whiskey çalacak, Ağaç Ev dinleyecek; ahmak çalacak, çingene oynayacak...
Ve blues inletecek Ağaç Ev'in yeni terasını. Şimdiye kadar Roadhouse'u dinleyen, beğenen, katkı vermeye çalışan tüm dinleyicilerimiz davetlidir.
SSS:
**Giriş ücreti var mıdır?
*Hayır, giriş ücreti yoktur. Ancak illa bir şeyler ödemek istiyorum diyorsanız, bana bir duble Jack ısmarlayabilirsiniz.
**Organizasyon kaçta başlayacak? Hemen iş çıkışı gelebilir miyiz? Evde çoluk çocuk bekliyor şimdi bir de hanımın dırdırını dinlemeyeyim.
*Kapı açılışı 18.00'dir. Hanım çoluk çocuğu getirmek serbest değildir. Blues çalacağız diyoruz, maklube diyoruz, bir de orada mutlu aile portresi görmeye dayanamaz bu yürekler.
**Kaça kadar sürecek acaba? Ben oradan çıkıp 360'a gideceğim de Berkecan'lar bekleyecek.
*Sen gel, ben gece boyu sürdürürüm.
**Mekan tam olarak nerede? Biz Konya'dan o dj'i dövmeye geleceğiz. Çok küfürlü konuşuyor karımız kızımız var ulan!
*Sen gelme ulan ayı! Iı mekanımız tam olarak İstiklal Caddesi'nden aşağıya doğru yürürken sol tarafta görünen McDonalds'ın bulunduğu sokaktan girince, dümdüz ilerleyince(yani o güzel barmaidli KafePi'yi, kazığa oturtmacalı Ekvator'u falan geçiyorsun) hemen solda kalmaktadır. Sinerji Bar'ın tam karşısıdır.
**Fiyatlandırma nasıl yapılmaktadır?
*Ucuz lan ucuz, kasmanıza gerek yok. Olmadı bulaşıkçı ayrılmış sanırım...
http://roadhouse.caster.fm/
https://www.facebook.com/agac.evblues

27 Mayıs 2012 Pazar

Roadhouse Blues, galiba taşındı.

Önceki server'ım boku yediği için, buraya taşımak zorunda kaldık radyoyu. Kendine iyi bakıyorsun, öpüyorsun.

http://roadhouse.caster.fm

ve evet, şu anda yayındayım.

24 Mayıs 2012 Perşembe

eh madem herkes yazıyor; ben de yazayım bir 11. neyim eksik...

____________muslera____________
eboue___semih______ujfa(ya da transfer)___balta(ya da transfer)
transfer___selçuk____melo(ya da muadili transfer)___transfer
_____elmander_____transfer_____

şimdi, bu kadroda ya da transfer/transfer yazdığım isimler şampiyonlar liginde banko oynayabilir mesela. yabancı sınırlaması yok orada.

ancak; ideal 11'i düşünürken bir yandan da gelecek kiralık oyuncularımızı,  vereceğimiz kiralık oyuncuları falan da düşünmek gerekiyor. şu anda kadro gayet şişkin mesela... kim gide, kim kala? aşağıdaki analiz tamamen bu seneki performanslar gözönünde bulundurularak yapılmıştır. kamp dönemi her şeyin rengi değişebilir tabii ki.

kişisel yorumum, gece hayatının hızlı isimleri olarak görünen ve fatih terim için hayal kırıklığı yaratan yiğit ve sercan'ın sürekli 11'e girebilecekleri bir takıma kiralık gitmeleri.
futbolu bırakan ayhan; kontratı biten aykut ve servet ile beraber, riera, baros ve batdal'ın da takımdan gönderilmesi.(baros zaten şu saatten sonra bonservisiyle gider, diğerleri şüpheli) bu konuda benimle hemfikir olmayan yoktur tahminimce.
şimdi sıradan yazsak kadroyu:

eray
ufuk
muslera
eboue
sabri-(ben hala sabri'nin futbolu galatasaray'da bırakmasını düşünen dilencilerdenim.ayrıca; şampiyonlar liginde yanlış hatırlamıyorsam galatasaray'da yetişmiş en az 4 oyuncu kaydettirmemiz şart. ha kamptaki performansa göre başka bir genç de çıkarabiliriz.)
ujfalusi
semih
gökhan zan
hakan balta
çağlar birinci
selçuk inan
melo(soru işareti)
emre çolak
engin baytar
pino
culio
stancu
ceyhun
yekta
elmander
kazım kazım
necati

hali hazırda bu kadro 22 kişi farkettiyseniz. yani 3 tane transferle kapatacaksak ve nokta atışı transferler olacaksa transferlerimiz(ki yabancı kuralının bokunu çıkardılar, yeni statüyü bilmiyorum. sahada 5, evde 15 gibi bişeyse; yani sahada 5 yabancı; dışarıda sınırsız oynatılabiliyorsa biraz daha esnek davranılabilir, 6+2+2 ise farklı olur vs)

şimdi buraya yazdıklarım arasından yine soru işareti olanları da süzelim dilerseniz. süzgecin ucunda kimler kaldı?
ceyhun, yekta, çağlar, pino, stancu ve kazım kazım süzgecin tepesinde kalması muhtemel isimler. ancak bu isimleri de kadrodan çıkartırsak; zaten 21 kişilik hali hazırda bulunan kadromuz hepi topu 15 kişi kalacak. dolayısıyla fatih terim'i fena bir yol ayrımı beklemekte burada. kampta oyuncularını çok iyi gözlemesi; buna göre doğru kararları vermesi gerekiyor.

1 haziran gelsin, o zaman daha net bir şekil oluşur kafamızda.
saygılarımla

21 Mayıs 2012 Pazartesi

Boğaziçili Öğrenciler ve Standartlar/Yönetmelikler

Bugün böyle bir şeye rastladım:
http://www.youtube.com/watch?v=xPBRFKisLXg

AXE deodorant standını basan Boğaziçili öğrenciler. Feminist topluluk...
Aslında orada olsam, ben de yapardım aynı şeyi. Lakin orada bulunma sebebim tamamen şiddet ve kaos olurdu. Zihniyet umrumda bile olmazdı.
Feministlerle bir alıp veremediğim olmadı, ancak tencere tıngırtısına ayaklanan Boğaziçi kadınlarına her daim mesafeli yaklaştım. "AXE" reklamları kadını metalaştırıyor diye tepki gösteren Boğaziçi öğrencilerinin aynı tepkiyi bir çok Billboard üzerinde vermesini dilemek benim adıma çok basit bir dilekti. Sonuçta bu, sadece senin kampüsünde gerçekleşmiyor; bu yüzden de yaptığın hareketi tamamiyle samimiyetsiz buluyorum bacım.

Ayrıca, bu da video ile ilgili yaptığım yorumdur:


3 4 sene önce, türbanlı öğrencilerle birlikte yürüyüp "biz beraberiz, yaşasın kadın hakları" diye bağıran bu çok modernler, aradan vakit geçince biber gazı yediklerinde ne gördüler? birlikte yürüdükleri türbanlıların yanlarında olmadığını... tiksiniyorum bu modern halinizden; düdüğünüzden, vuvuzelanızdan ve cinsiyet tabanlı özgürlüğünüzden. bu zihniyetinizin size ne getirdiği de bariz ortadayken özellikle...

"But remember, respect is everything."

Bu sözler, GTA 2'de; yeni oyuna başladığınız an kulaklarınızda çınlardı.
Saygı.. Nedir saygı? Veya önemi ne denli büyüktür? Misal, Behzat Ç.'deki Ercüment Çözer gibi insan doğrar mısınız size saygı göstermediği için?
Veya mahalledeki veletlerin size "Abi" "Abla" dememesi umrunuzda değil midir?

Bugünkü muhabbet de bunun üzerine...
Soru bir... Aile büyüklerinize neden saygı duyuyorsunuz?
Sadece sizden büyük oldukları için mi? Eğer öyleyse defolun gidin mesela. Onlara saygı duymalısınız, bunun sebebiyse ucundan kıyısından da olsa; sizin gelişiminize -her ne şekilde olursa olsun- katkıda bulundukları içindir. Sağcı, solcu, ülkücü, orta yolcu, Demirel'ci gibi yaftaları bir kenara bırakırsak kocaman adam veya genç kız olmanızda etkileri olmuştur. Özellikle de analarınız ve babalarınız...

Bunu kabullenmek size zarar verecek bir süre, onlardan nefret edeceksiniz kimi zaman üstünüze fazla düştükleri için; kimi zamansa siyasi veya sosyolojik kimliklerini beğenmediğiniz için. Ancak onlara, sadece yaşları dolayısıyla saygı duyacaksanız; kapatın gidin dükkanı.

Geçtik... Hayatınızda kaç kişiye "abi" diyorsunuz? Laf arasında, ismini belirtmeden "abi" demek değil mevzu bahis. Ciddi bazda, "Ahmet Abi", "Mehmet Abi" vs... Neden onlara abi dediğinizi düşündünüz mü? İşyerinizde sizden daha uzun süredir mi varlar? Veya mahallenizde sizden daha mı eskiler? Bu mudur saygınızın tabanı?

Gelelim bu yazıyı yazan, güzel bir mayıs akşamında mayışmış pozisyonda birasını yudumlayan çakma djiniz, yazarınız, öğrenciniz ve benzeri sıfatları sonuna kadar hak eden her şeyinize... Yani size seslenen standarda.

Saygı duymadığım birine kolay kolay "abi" demem,
Saygı duymadığım birinin "elini öpmem",
Saygı duymadığım birini kolay kolay yanaşmam

ve sonuç olarak o standart serzeniş gelir:
"Bana saygı duymalısın! Fikirlerime saygı göstereceksin!"

ve cevap gecikmez;
"Saygı, kazanılır. Sana bir hak olarak verilmez."

20 Mayıs 2012 Pazar

Aldatmak üzerine, Marquez'den farklı...

Aldatmak...
Kulağa hoş gelmiyor. Çağrıştırdıkları; direkt olarak TV draması. İçi boş bir kelime değil, ancak tınısı bile rezalet. İngilizce'de "affair" ve "cheat" diye geçer; ancak bu iki kelimenin İngilizce'de bambaşka anlamları da vardır. Bizdeki aldatmanın iki anlamı var; kandırmak ve sevgiliyi başka biriyle birlikte olarak "boynuzlamak" -az çok-
"Kandırmak" anlamını ise sadece futbol maçlarında tecrübe ederiz. "Hakemi aldatmaya yönelik hareketten sarı kart..." Standart kalıp, standart futbol.
Aldatmak, herkes tarafından en az bir kez yaşanılmalıdır; tıpkı aldatılmak gibi. Aldatılmak insanın derin bir şok geçirmesine sebebiyet verir ve aldatıldıktan sonra ayağa kalkabilen; yürüyebilen insanın ileride tekrar "düşmesi" zorlaşır. Bir nevi manevi acıya karşı kazanılan bağışıklık...
Aldatmanın tecrübe edilmesinin sebebi peki? Kötü geçen, beklentileri boşa çıkaran bir yasak meyve tüketimi, buluşmak, sevişmek, görüşmek; insana sevgilisinin; eşinin değerini hatırlatabilir. Bu hatırlatma sonucu insan sevdiğine, daha sıkı sarılır. Onunla yatağa sadece şehvet ve tatmin hisleri sebebiyle girmez.
Bunun rahatsızlık verici bir gerçek olduğu ortada. Peki ya yasak meyvenin tadı güzelse?
Meyve, sadece yasak olduğu için değil; her yönüyle lezzetliyse? İşte o an sonuçlar terse döner. "Flip the script." Kartlar açılır ve sevdiğinizi sandığınız kişi, sizin için sıradan biridir artık.
Bununla beraber sevmediğiniz biriyle, sadece kalp kırıklığınızı veya yalnızlığınızı unutmak için birlikteyseniz; o kırık, yıkılmış ruh halinizi unutturma temelli bir ilişkiniz varsa? Nefret ettiğiniz tüm "insanlık"tan intikam almak için aldatmayı seçebilirsiniz. Olan, stepne sevgilinize olur.
Stepne sevgilinizse özellikle intikam almak istediğiniz; oyun tamamen karanlık bir atmosferde devam eder. İntikam dışında, hayatınız boyunca elde edememiş ve edemeyecek olduğunuz değerler, metalar ondadır, bunu gördükten sonra sırf o pis hırsınız için onunla birlikte olursunuz; onu aldatırsınız ve psikolojik kan, ter ve gözyaşı yerini alır fiziksel diş izlerinin, morlukların...

Yazarken dinledim:
Deftones - Change
Depeche Mode - Corrupt

16 Mayıs 2012 Çarşamba

Ve Roadhouse yayına girer...

Uzun zamandır hayalimdi bir radyo dji olmak. Kurduk winamp'i, shoutcast'i; başladık yayına. Bundan böyle evde olduğum zamanlarda playlisti yapıp aradan sıyrılacağım. Parça istekleri veya radyonun yayına girişleri için:
http://www.twitter.com/neatwhiskey

adresinden ulaşabilirsiniz. Ha Roadhouse FM nerede mi?
http://roadhouse.listen2myradio.com

kendine iyi bakıyorsun, öpüyorsun.

14 Mayıs 2012 Pazartesi

Ölüm

Ölüm, hepimizin ciddiyetle yaklaştığı yegane olaydır. Biri öldüğünde, cenaze evinde televizyon açılmaz; sükunet korunur, sessiz konuşulur, kolay kolay gülünmez vs. (Sadece Türkler'den bahsetmiyorum bu konuda)
Ancak, ölüm, aslında şakanın ta kendisidir. Yaşanmışlıklar, alışkanlıklar, iş, aile, arkadaşlar; ve hepsinin bir anda bitişidir. Ne kadar komik değil mi? Absürd… Bir anda her şey yok oluyor. İnanışlara göre ise cennete veya cehenneme gidiyorsun; hatta reenkarne oluyorsun. Ancak ölümden sonraki hayat bile senin için bir resetten ibaret. Yani, reenkarne olsan da, cennete gitsen de, cehenneme gitsen de; önceki hayatında elinde olanlarının hiç biri kalmıyor. Şaka, kocaman; aptal bir şaka.
Nasıl mı bu kadar ciddiyetsiz yaklaşıyorum? Ölüme insanların yaklaşımını gördüğüm için. Samimiyetsiz, ahmakça, duygu sömürüsü... Adını sen koy. Ve, ölüm sizi ünlü kılar. "15 dakikalığına da olsa"...
Kaybettiğim arkadaşlarım, ailem oldu. Ve mesela on senelik bir arkadaşımı kaybettiğimde; ölüm öncesi, koma sırası; Facebook duvarına girip girip "Hepimiz seninleyiz :(" yazan andavallar vardı. İşte ölümü benim için şaka yapan etmenlerden biri buydu örneğin.
Veya MJ öldüğünde, herkes danslar yapmaya başladı; MJ parçaları paylaşıldı, mekanlarda MJ çalındı sık sık, kabak tadı verdiğinde bile durmadılar; Yetenek Sizsiniz'e başvuran yarışmacıların yüzde 70'inin MJ taklidiyle başvurduğunu biliyor muydunuz?
Amy Winehouse öldüğünde, hayatı boyunca bir iki Winehouse parçasını çat pat bilen tipler sosyal medyayı Winehouse parçalarıyla spamlamak adına programlandılar... Keza aynısını diğer ölümü tatmış(Zincirlikuyu Mezarlığı) bir çok ünlü için, dangalak toplumun verdiği reaksiyona bakarak da söyleyebiliriz. Ha en fazla abartılan ve benim gözümde "bok yenen"i MJ idi de neyse...
Bir de şu "Hepimiz X'iz" mevzuu var. Yakın arkadaşlarımdan bir tanesi, "Bülent Ersoy öldüğünde de hepimiz transseksüeliz diyecek misiniz?" yazmıştı iletisine. Saygı duyduğum ve sevdiğim Hrant Dink'in ölümünün ardından "Hepimiz Ermeniyiz" pankartı; benim gözümde dünyanın en basit, en pislik pankartlarından biridir. İçerisinde Ermeni geçtiği için değil, Hrant Dink'i sadece "Ermeni" olmasıyla tanımladığı ve ağza sakız edildiği için pisliktir.

Çöp, alayımız çöp. Bir bok denizinde yüzüyoruz; vantuz balıklarıyla beraber. Göremiyor, görmek istemiyorsunuz. Çünkü hep, mağdurun ve ölünün hayranı kesiliyorsunuz bir anda. Bunun sebebini sağlamaya çalıştığınız sosyal medya rantı olarak görmek istemiyordum başlarda, ancak yavaş yavaş özentilikle birlikte bu noktaya da kaydığınızı görüyorum ve üzülmüyorum, sadece nefret ediyorum. Çünkü kimisini ayakta tutan hayata duyduğu sevgidir, inançtır, aşktır; kimisini hayata bağlayan ise nefrettir.

Bir göndermeyle bitirelim, Children of Bodom; Needled 24/7'ın son sözleriyle...
"Death, what do you all know about death?"

Anneler Günü (Simple Man)

Çok manidar oldu aslında...

Kendi grubum ile birlikte uzun zamandır stüdyoya giremiyorduk, çalışamıyorduk. Fakültemin hocalarından bir kısmının kurmuş olduğu bir gruba davet edildim 2 ay önce, solist olarak. Kabul ettim teklifi, müzik aşkı ağır basınca... Bir iki stüdyo yaptık, yeni parça eklenecek dendi, "Simple Man" üzerinde karar kılındı.

Parçayı stüdyoda ilk kez çalıştığımız gün, geçtiğimiz cuma. Yani anneler gününden iki gün önce. Simple Man'i severim, hep annem aklıma gelir. Verdiği öğütler parçanın sözlerine az çok yakındır, zira her anne oğluna aynı öğütleri verir. Söylerken, aklıma kendi annem takıldı. Yani sağ koluma portresini yaptırmak istediğim kadın. (Sol koluma babamı yaptırmak istiyordum hep). Kan bağının, fedakarlığın, yüceliğini gösteren kadın. Benim gibi birini çekebilen, taşıyabilen, şartlar ne olursa olsun yardım etmek isteyen kadın.

Hayır, böyle olmamın sebebi hiç bir zaman ailem değildi. Çok kez soruldu; çok mu şımartıldın, ya da çok mu dayak yedin, ya da ailen ayrı mı diye... Asla. Ne çok şımartıldım, ne ailem sebebiyle bir problem yaşadım. Belli konularda hala ters düşüyoruz veya belli konularda onları hala suçluyorum ancak bu konuların arasında, benim karakterimin sivrilmesi asla olmadı. Öte yandan, güneye özgü olarak; ailenin(amcaoğlunun eşinin kızkardeşinden bahsetmiyorum, veya sadece anne ve babadan; kuzenler, halalar, baba, anne, kardeş, büyükbaba gibi bireylerden bahsediyorum) yeri her zaman zirvedir hayatta. Zaten diplomaya yaklaştığım şu dönemde, hayatım boyunca "ailem"den aldığım maddi ve manevi desteği düşünüyor; onlara borcumu nasıl ödeyeceğimin planlarını yapıyorum.

Velhasıl, anneler günün kutlu olsun anne.
Ayrıca, kaza kurşununu nefretle yetiştirenler; eşi şehir dışındayken çocukları içeride uyuttuktan sonra gece kulüplerinde erkekleri tuvalete atanlar; çocuğunu bir dolu birahiye değiştirenler(Charles Manson), çocuğu ünlü olunca yakasına yapışan hap bağımlıları(Eminem), karnında çocuğunu taşırken alkol, uyuşturucu, sigaraya dadananlar ve Britney Spears ile Angelina Jolie hariç, tüm annelerin de anneler gününü kutlarım.

Buyrun bu da parçanın linki:
http://www.youtube.com/watch?v=sHQ_aTjXObs