Google+ boş mideye iki duble viski: Temmuz 2012

28 Temmuz 2012 Cumartesi

Beyin Kemirgenleri Bölüm: 32

Şunu dinleyerek okuyun, ki ben bunu dinleyerek yazdım:
Aile ilişkileriniz nasıl? İyi değil mi? Aslında çok da umrumda değil... Bir baştan, bir sondan şeklinde gideceğimiz bir yazı bu. Konusu? Konuyu boş ver, bırak dağınık kalsın, oralara gelemedik daha.
Gün boyu aklımdaydı bir şeyler karalamak, yazmak veya kusmak. Küfür etmek? Hayır tarzım değil, en azından bugün için. Her şeyin başlangıcı, evimde bulduğum Lombak dergileridir. Evimde derken, öyle öğrenci evinden değil; gerçek “ev”imden bahsediyorum. Üç ya da dört gün önce eve döndüm, orayı burayı kurcalarken üniversite birinci sınıfta aldığım Lombak dergilerini gördüm. Ki şu an dilendiğiniz, taptığınız çoğu karikatürist zamanında Lombak çizeriydi. Yiğit Özgürler, Uğur Gürsoylar, Umut Sarıkayalar...
Ancak bazen gülemezsin işte, karikatür dergilerine bile. Çünkü Lombak, bana iki durumu ve iki anıyı hatırlatır, deliler gibi sıkıldığım 2002 yazında Gökova’da, televizyonu bile olmayan bir evde geçirdiğim –yazlık- zamanını ve 2005 yazında, suratım ve sırtımın komple sivilceyle kaplı olduğu, ağızdan bile çekmeden içtiğim sigaraların üstümü leş gibi yaptığı, Merkez Final dershanesinde sevdiğim bir kadını hatırlatır. O kadın kim miydi? Şuradan buyrun(Heart Shaped Box)
Dün bir dal sigara yakmıştım onu düşünerek, aptalca... Eviniz sitede; apartmanlardan birinin en üst katındaysa, merdiven arasında sadece düşünerek sigara içebilirsiniz. Neden evin içinde içmediğimi soracaksınız; nedeni şu: aileme sigara içmeyeceğime dair verdiğim söz. İçtiğimi biliyorlar, alenen söylediğimi de; ancak evin içinde içmek, garip geliyor... Özellikle de sigarayı kırk sene içip iki yıl önce bırakmış bir babaya sahipseniz ki ailemin evini sigara dumanına maruz bırakmak istemem.
Kadının adı Dilara’ydı –kız/kadın ayrımı yapmaktan nefret ettiğimi daha önce de söylemiştim- içime oturdu, araştırdım. Facebook’tan buldum, -ekleme ve mesaj gönderme dahil- hiç bir şey yapamazdım. Beni engellediğinden ötürü olduğunu sanmıyorum, daha ziyade bulunsa da ulaşılmak istemiyordu. Twitter’ına ulaştım, bir ileti gönderdim; umursamadı. Umursamayacağı da belliydi başından beri, ama ne bileyim, belki bir umut, veya standart bir “çay”.
Uyandım, havuza girdim, takıldım; içtim ve eve döndüm. Aslına bakarsanız Mersin’in en çekici mekanlarından birinde güzel güzel içtik, eğlenir taklidi yaptık ve eve dönüş yolundayken arkadaşlarım bir gece kulübüne gitmek istediler. Üzerimizdeyse şortlar vardı, eve döndük –siteye- ve ben umarsızca “Yok abi ben buraya geldikten sonra hayatta bir daha dışarı çıkmam” demiştim, onlar şortları pantolonla değiştirme planları yaparken.
Onlar yola çıktı; bense bakkaldan iki bira alıp, eve girdim. Orucu kaçırmayan annemi gördüm, öptüm ve şunu söyledim; “Burası senin kutsalın, biliyorum ancak bir şeyler karalamam lazım. Bugüne mahsus evde içmemin sakıncası var mı?”
Bunu söylemeden de gayet içebilirdim evde, el altından; veya göstere göstere. Ancak büyüyordum. Veya büyüdüğümü hissediyordum. Onu kırmak; daha doğrusu bu noktaya gelmemdeki en büyük katkıyı sağlamış iki insandan birini kırmak (diğeri tabii ki babamdır) hayatımda isteyeceğim en son şeydi. Siz her ne kadar ailenize küfreden ergen takımından olsanız da; ailemde en çok benimsediğim taraf babamın tarafı olsa da; annemi üzmeyi asla istemem.
Velhasıl; geçtim bilgisayarın başına ki aklımda şunları yazmak varken...
Büyümek mi istiyorsunuz? Ya da olgunlaşmak? Hatalarınız elbet olacaktır, ancak yapmanız gereken bazı şeyler de vardır.
Bir numara... Asla, ancak asla sadece o gecelik kadınınız olacak kişiye; veya sadece bir kaç günlük kadınınız olacak kişiye; hatta “takılıyoruz abi yeaaa, fuckbuddy kıvamı” dediğiniz kadına kötü davranmayın. Neden mi? O kadın sizin ter kokan kıllı aletinizi yalamak zorunda değil. O kadın sizinle yatmak zorunda da değil. Ne olursa olsun o kadın sizi çekici bulmuş ve size katlanmayı kabul etmiş bir kadın. O size “vermiyor”; siz, onunla bir şeyler paylaşıyorsunuz. Ona kendini iyi hissettirmek sizin amacınız olmalı. Yoksa, onunla birlikte olduktan sonra kıçını dönüp yatan kendi çapında “ıssız adam” olmanın manası ne? Çok mu serseri hissediyorsun kendini? Böyle serseri olunmaz. Böyle olsan olsan; öküzün önde gideni olursun. “Hayır ben hiç bir şey hissetmiyorum; sadece sevişmek istedim ve seviştikten sonra pişman oldum” diyen ve ne yaptığının farkında olmayan ergen gerisi sefilsen sen; en azından işin bittiğinde onun boynuna veya dudaklarına yapışmayı bileceksin.
İki numara... Yine kadınlarla ilgili; bazı şeyleri hala öğrenemediysen anlatayım. Onlar sadece seninle yatsalar da; seninle daha fazlasını düşleyenlerdir. Asla ama asla onlarla sadece o çok dilendiğin şekil “fuckbuddy” olamazsın. Sana katlanırlar; ancak sen, bu sırada asla onlara eski sevgililerinden bahsetme, veya onlar yanındayken başka kadınlarla yazışma. Çünkü senin karşındaki bir “nymphe”. Seni sadece birlikte olduğunuz zaman arzulayan bir seks makinası değil; daha fazlası ki o bunu asla belli etmez.
Üç numara... “Aileni seninle ilgili yanlışlar konusunda suçladığın kadar, seninle ilgili doğru olan şeyler için sevmeyi bil.” –The Game, Neil Strauss. Ailen olmadan sen ne olurdun? Neye yarardın? Onlar olmasa nereye gelebilirdin? Bana burada liseli şekli yapma, anında suratının üzerinde bira şişesini kırarım. “Ailem olmasa ben şu anda harika bir kemancıydım.” Biliyor musun, benim ailem beni dizginlemese ben belki de konservatuar üzerinden devam edecektim, veya basketbol hayatımı bitirmeyecektim. Fakat onlar olmasa; aynı şekilde İstanbul’da kendi cehennemimin kralı olamayacaktım. Bunu da gözönünde bulundurarak konuşuyorum. Ha bir de, annen ile baban ayrıysa; bu, onların kararıdır. Anladın mı?
Dört numara... Kendini sevme, insanları da. Dairelerin olsun, birinci dairen; ikinci dairen; üçüncü dairen... Birinci daireye sadece aileni ve en sevdiğin arkadaşlarını koy. Yani dostlarını; sen düşerken de yanında olanları ve varsa sevgilini. İkinci daireye arkadaşların, yakından tanıdığın diğer insanlar girsin ve üçüncü daireye sadece selamlaştıkların girsin. Kimi, hangi daireye koyacağını iyi bil.
Beş numara... Eski sevgililerini düşünerek üzülme. Bittiyse, bitmiştir; sen dünyaya isyan etsen de... Ve geçmişe dönüp baktığında yüzünde her daim gülümseme olsun; sahte olmayan. Çünkü onları yaşamak senin hakkındı, onlara üzülmek de senin hakkındı; ancak dedim ya, “bittiyse bitmiştir.” Bunu söyle kendine sadece, “İyi ki yaşamışım.”
Bu gecelik bu kadar.
Kendi özelime gelirsek;
“They call me the matador,
I settle all the scores.”

21 Temmuz 2012 Cumartesi

22/23

Geçen sene güzeldi, 22 Temmuz'da 22 yaşına basmıştım. Ayağımı da pek çekmek istemiyordum. Güzel yaş sonuçta, ergen hallerin devam ederken, elinin ekmek tutması gereken yaşa bir adım kala. Bu yazıyı doğumgünümü kutlayın diye yazdığım da düşünülmesin, annemin doğumgünümü kutlayışı dışında beni enteresan bir kutlama olmadı hayatım boyunca. En güzel dilekler, en güzel yorumlar hep ondan geldi. Bunu yazıyorum, çünkü gelecekte bakıp; hatırlamak istiyorum 23'te yaşadığımı...
Kimine boş gelecek, kimine dolu dolu; ancak yeni yeni kurmaya başladığım hayatın alt üst oluşu trajiktir... Ben zaten hiç tutunamadım ya, neyse... Vaka üstüne vaka, olay üstüne olay ve sonunda kendi hatalarından ders alamayan ben, yine evdeyim; içiyorum tek başıma, sıcakta; yaslanmış, dayanamaz halde, veya kaldıramaz halde artık belli başlı olayları, insanları...
İlk mevzu basitti aslında, sadece telefonumu çaldırmıştım. Daha doğrusu takside unutmuştum, uzun süre kendi numaramı aramış ve sonunda "Aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor." sesini duymuş, telefonuma güle güle demiştim.
İkinci mevzu birazcık planları değiştirecek cinstendi. Haftada üç gece çaldığım bar, haftada ikiye indirmişti beni ve ev arkadaşı aramak zorunda kalmıştım. Garanti değildir hayatta hiç bir şey, ve bunun bilincinde olmak gerekir. Bilinçlenememiştim bu garanti olmama konusunda... Üstüne bir de Ramazan başladı ve barın terası, yani çaldığım yer kapandı. İşsiz kaldım.
Üç numara da kolaydı, atlatması kolay cinstendi veya... Uzun süredir birlikte olduğum, daha doğrusu yatıp kalktığım bir kadından aldığım bir mesaj, kolay olacaktı çünkü bunun geleceğini tahmin ediyordum az çok. Mesaj mı? Mesaj şuydu:
"yeterince düşündüm bence artık yazabilirim. net olucam.
halihazırda yaptığımız şeyleri artık yapmak istemiyorum ben. daha önce bu kadar gözüme batmamıştı. çok kafaya takıyorum aslında ama çaktırmamaya çalışıyorum, niyeyse.
dün sevişmeye değil de, resmen beni sikmen için gelmişim gibi davrandın mahmut. belki güzel bulmuyorsun, belki akıllı bulmuyorsun ama senin zevkine uymamam benim de zevklerim olmadığı anlamına gelmez. tavırlarımdan ve benden hoşlanmadığın çok açık, dolayısıyla sevişmek gelmiyor içinden boşalmak oluyor tek niyetin. Benimle sevişmeye ya da bana katlanamıcaksan da hiç yapmıcaksın. Yapacaksın aslında ama ben adam olup yapmıcam artık. Yine de bunun için sana hönküremem çünkü sen zaten böyle bir adamdın, bu belliydi- aksiymiş gibi göstermeye çalışmadın kendini. sadece yersiz yere sevgi gösterme isteğiydi bendeki, halbuki ihtiyacın fln yok böyle bi'şeye.
velhasıl sana karşı kötü bi'şey hissetmiyorum ama seninle ilgili konularda kendimi kötü hissediyorum, kullanılıyorum ve mümkünse azıcık değer gördüğümü hissettirecek birini istiyorum artık. en azından yan yana yatarken yanlış anlıcak diye sarılmaktan dahi çekineceğim birini değil. geriliyorum. yine de evini açtın, ettin, iki hoş sohbetimiz olmuştur teşekkür ediyorum. kendine de iyi bak, coşma çok.
hadin eyvallah.."
Dördüncü ise akıl sınırlarını zorlayacak cinstendi.
http://bosmideyeikidubleviski.blogspot.com/2012/07/summertime-veya-fulya-gunlukleri-2.html
Şurada bahsettiğim kadınla yatmaya devam ediyordum. Ve yakın arkadaşım da sormaya devam ediyordu... Hem yakın arkadaşımın, hem de yattığım kadının kıçını kollamak istemiştim ve arkadaşıma yalan söylemiştim. "Siktin mi lan karıyı?" sorusuna defalarca "Hayır" yanıtını vermiştim. Evet, zamanında "Ben sevişmem, sikerim" şeklinde çıkışlarım olmuştu ancak bu sefer amacım, ikisini de korumaktı. Çünkü aynı barda çalışıyorlardı ve arkadaşımın; mevzu bahis kadınla yatması tüm barın ağzındaydı. Bir de bu kadınla benim yattığım duyulursa, hem arkadaşım; hem de kadın zor durumda kalacaktı. Yalan söyledim, yalan söyledim ve yalan söyledim. Defalarca sordu, hepsinde yalan söyledim.
Sorular terletmeye başladığında ise, kadın; bana daha fazla benimle takılmak istemediğini söyledi; buna son vermeliydik onun nazarında. Daha fazla sarpa sarmamak için kabul etmiştim. Ancak arkadaşımda aradığı şeyi bulamayan -sabah öperek uyandırmak, sadece takılıyor olsan bile onunla; ona kendini özel hissettirmek, sarılmak, elele tutuşmak veya öpüşmek; kısacası "romantizm"- kadın, bende aradığını bulmuştu ve bırakmaya bir anda karar vermişti. Tamam, bırakalım... Peki bıraktıktan sonra ne olacak? Kadın söyleyecek, anında yetiştirecek yakın arkadaşıma mevzuyu... Muhtemelen yatmaya devam edecekler, ve ben aradaki kişi kalacağım... Bunu görememiştim. Ve yaklaşık iki saat önce arkadaşım, beni yalan söylediğim için asla affedemeyeceğini söyledi. Bu, kaldırması güç bir şeydi çünkü aynı barın arkasındaydık ve ben çalarken, o içkileri hazırlıyordu. Neden kadına güvenmiştim, veya neden kadının ricasını kırmayıp arkadaşıma söyleyememiştim; bilmiyorum. Kadın benim için ideal miydi, şu olaydan sonra kesinlikle hayır bu sorunun cevabı da, döndüm dolaştım ve yine sırtımı duvara yasladım.
Ve evet, biliyor musunuz? Bugün benim doğumgünüm. Ancak bu kadar olayın üstüste binmesi, hayatıma kastetmesi ilk kez karşılaştığım bir durum değil. Sadece manidar, özellikle son olayın bu gece hepsinin gerçekleşmesi... Doğumgünümü zehir edemediniz yine de. Bu kısımda Game of Thrones ile ilgili biraz spoiler olacak belki, ancak ibaresiz yazacağım. İkinci sezon dokuzuncu bölümden bir sahne, hepimizin küfrettiği Lannister'lar kuşatma altında, ve kadın; çocuğuna bir öykü okur; aslanlarla ilgili... İşte oradaki çocuk benim. Düşeceğim, sürükleneceğim, çırpınacağım, dibi göreceğim ancak asla "bitmeyeceğim". Kendi vicdanım yüzünden veya kendi karakterim yüzünden yaptığım hatalar olsa da, ben; benim. Ve hep, "ben" olarak kalacağım.
not: annem, dayımla sevişmiyor.
http://www.youtube.com/watch?v=B1zViyQLor4

Cornell ve Kazandırdıkları...

Öncelikle, zamanında şöyle bir şey karalamıştım... Bu yazı, bir devam yazısı niteliğinde aslına bakarsanız.
http://bosmideyeikidubleviski.blogspot.com/2011/12/nirvana-ve-goturdukleri.html
Müzik, hayatım boyunca başroldü. Herkes hayatına film, ya da roman benzetmesini yapabilir; ve herkes karakterlerini seçebilir... Kimi başrole ailesini ve dostlarını koyar; kimi yan rolleri özenle seçer ancak mevzubahis oyuncular her zaman insanlardır.
Biraz asosyal ve misantropik olduğumdan ötürü ben de müziği koymuştum başrole, uzun zaman önce... Çünkü beni aldatmayacak, bana bir anda sırt çevirmeyecek, bana karşı tavrı değişmeyecek yegane "şey"di müzik. Ve ne tarz olursa olsun -Neşet Ertaş dinlediğim zaman da vardır, Kanye West de- kaliteli müzik dinledim, veya dinlediğime inandım. Her zaman beğendiğimi dinledim, her zaman beğendiğimi çalamasam da... Zaten müzisyenliğimin tavan notkası da beş bin velinin, mezun öğrencinin karşısında çaldığım gündür, gerisi muhtemelen gelmeyecektir.
Velhasıl, müzikle bu denli içiçe olmanın müzisyenlik bazında hiç bir getirisini görememiştim. Müzisyenlik olarak sayılmasa da, DJ olarak mekanlarda zaman zaman çalarak para kazandım altı üstü. Fena kazandığım da söylenemez. Hala da severek yapıyorum bu işi. Bir önceki yazıda bahsettiğim Cobain, veya her dönem keyif alarak dinlediğim Limp Bizkit, sırtıma mezarının üzerinde bulunan figürün dövmesini yaptırdığım Dimebag Darrell, belki bir sonraki yazıya konuk olacak Josh Homme, Layne Staley, Zakk Wylde, Aşık Veysel, Tolga Çandar, gibi dönemsel olarak hayatıma yön vermiş bir çok isim var. Ömrüm veya vaktim yettiği sürece hepsine ayrı ayrı parantezler açmayı da planlıyorum.
Gelelim Cornell'a... İnişleriyle, çıkışlarıyla, günahlarıyla ve sevaplarıyla sevdiğim bir adamdır. Soundgarden dönemleri benim için hala diğer zamanlarından daha özeldir. Lakin Soundgarden'ı bırakması da bir denli gözümden düşmesine sebebiyet vermiştir. Şununla yapalım açılışı:
http://www.youtube.com/embed/M1vBPvektSE
Ne zaman başımı ellerimin arasına alsam, ne zaman yaslansam geriye, playlistin zirve parçasıdır bu benim için. "Amerikan Arabesk" nasıl olur acaba diye sorulsa, "Böyle" cevabını verebilirsiniz. Evet, Arabesk; köken olarak "Arap" kelimesinden gelmektedir; biliyorum. Sadece bir uyarlamaydı... Şarkıyla ilgili yorumlara devam edecek olursak, Soundgarden'ın en bilinen albümü "Superunknown"un, değeri az bilinen şarkılarındandır. O albümde herkesin favorisi "Black Hole Sun" olmakla birlikte, "Fell On Black Days" en fazla plasedir, ancak bunun bir sebebi de sözlerinin derinlemesine araştırılmamasıdır. Hayatı alt üst, yaşamı darmadağan, bir bataklıkta; çırpınmak için hiç bir sebebi olmayan, çırpındıkça batacağının farkında olan kişinin mücadelesidir benim gözümde bu şarkı. Ve bahsi geçen kişi, aslında değişmek için veya değişiklik için hiç bir çaba sarf etmese de, asla değişmeyeceğini söylese de; değişiklik için yalvarıyordur. ("I sure don't mind a change.")
http://www.youtube.com/embed/bmIeTtU1h3M
Ardından bomba gelir... Audioslave'dir Cornell'ın grubu ve harika bir albümle patlama yaparlar. Keza bu albümün de favorisi "Like A Stone"dur, veya "Show Me How To Live"dir ki albüm baştan sona harika parçalardan oluşur. Lakin bir şarkı göze çarpar, kuyruk acısını unutamamış; ancak kendi kendine sorgulayan ve cevaba ulaşmaya çalışan adamın şarkısıdır. "What You Are" Adam yırtınır, dövünür, onu geri ister, elde edemez, üzülür, bekler, çarpışır, onsuz her şeyin anlamsızlaştığını düşünürken bir anda farkeder. Aslında o, hiç bir şeydir, o; kendisinin mazoşist yönüdür, o; üzgün hissetmesi gerektiğini düşündüğü zamanlarda sofradaki mezedir ve artık kan, ter, gözyaşı yerini can sıkıntısına bırakmıştır. Çünkü o, şimdiye kadar ona kazandırdıklarının yanında, kendisine hiç bir fayda sağlamamış; sıradan bir kızdır ve adam bunun farkına varmıştır...
http://www.youtube.com/embed/EnhIIGfOw4A
Out of Exile çıkmıştır, raflarda yerini almıştır ve "Be Yourself" müthiş bir giriş parçasıdır. Kaybettiği her şeyin, kendisinden kaynaklandığını gören kişinin, kendini değiştirmeye çalışırken bir şeyleri farketmesi durumudur. Kaybettiği her şey için kendine kızarken, kazandığı her şeyde de kendine teşekkür etmesi gerektiğini hatırlar. Giden gitmiştir, olan olmuştur; kaybettiklerini geri getirecek bir şey yoktur belki; ancak zaferlerini de gülümseyerek hatırlar kişi... Çünkü haklı gururunu yaşamaktadır kendi olmanın.
http://www.youtube.com/embed/nGSYSxHmj4Q
Fazlasıyla öznel gittiğimin farkındayım. Ve Cornell'ı üç şarkıyla özetlemenin yanlışlığının da... Harika bir "Billie Jean" yorumu, keza solo albümünden yine müthiş bir parça olan "Can't Change Me" de unutulmaması gerekenlerdir belki. Ancak şimdiye kadar saydığım üç parça da hayatımın kimi kesitlerinde unutamadıklarımdır.Ancak bir şarkı vardır ki, gözyaşları içinde değil de, kafa karışıklığı içinde sürekli dinlerim... #1 Zero. Fi tarihinde bir sevgilim olmuştu. Üniversite 1. sınıftaydım ve 17 yaşındaydım. İlk öpüştüğüm kadındı. Sanırım benden iki yaş küçüktü... Mersin'de tanışmıştık, ben İstanbul'a, o Ankara'ya döndü. İki hafta sonrasında Ankara'ya gidecektim, onun için. Çünkü o dönem kadınların Pantera sevebileceğini düşünmezdim ve o Pantera'ya hastaydı... Bu ortak nokta bile başımın dönmesine yetmişti. Hazırlandım, gidiş dönüş tren biletimi aldım, çantamı doldurdum, gün aşırı gidiyordum. Yolculuk öncesi arkadaşlarla Taksim'deydik. Gençlik işte, bol kadınlı ortamlara da alışık değilsin; harika eğlenceli bir gece geçiyor Nevizade'de, Akdeniz'de... Saat 10.00 olunca 110 otobüsüne binmek ve Haydarpaşa'ya gitmek üzere hazırlandım; herkese veda ettim. 110 boştu... Bindim otobüse, shuffledan gelen ilk parçayı açtım; aklım hala Akdeniz Bar'da neler olduğunda... İlk parça, "So What". O giriş, ve o serserilik... Gitmiyordum, hiç bir yere gitmiyordum. Bara, arkadaşlarımın yanına gittim. Biletleri yırttım, garsondan bir duble Jack istedim; kafaya diktim ve ikinci dubleyi istedim. Onu da kafaya dikip gecenin kalanını ölü gibi hissettim. Kadınlar gelip başımı okşuyor ve doğru şeyi yaptığımı söylüyordu. Ve ayrıldık benim bu satışımdan sonra. Aradan üç sene geçti, Ankara'da staj yaparken tekrar görüşmeye başladık ve o; üç sene boyunca bu parçayı her dinlediğinde aklına geldiğimi söylemişti. Bazen gariptir ya, bu sefer gerçekten garipti işte...

16 Temmuz 2012 Pazartesi

Metro Yolculuğu Değil Cehennem Azabı

Şimdiye kadar ne inişler, ne çıkışlar, ne mental çözülmeler yaşadım, hiç biri bugünkü kadar etkili değildi.
Geçtiğimiz haftasonu telefonumu takside unuttum. Unuttuğumu farkettiğimde, taksi 100 metre uzağımda hareket halindeydi. Ardından alkolün etkisiyle yaşadığım kararsızlık... O saatte taksi durağı dışında açık hiç bir yer olmamasından ötürü telefonu uzun uzun arattır taksiciye, sonrasında "Aradığınız numaraya şu an ulaşılamıyor" anonsu gelsin ve küfür salla...
Ertesi gün BTK'yı arayıp IMEI numarasıyla telefonu kilitletmemden sonra, bugün kütüphanedeydim. Sevdiğim bir arkadaşımın verdiği yedek telefonla... Müzik dinleyemiyordum, dinleyerek çalışamadığım için de konsantre olamıyordum. Çalınma olayından beri beş yüz kez girdiğim operatör sitesine, taahhütlü cihazları araştırmak için tekrar tekrar bakıyordum kütüphanenin bilgisayarlarından. Mevzuyu bilen, bu konulara kafası basan bir arkadaşımı aradım telefonla... "Acele etme" ikazı yeterli olmuştu yiyeceğim kazığı anlamama.
Çıktım kütüphaneden, "Boş ver hakikaten" diyerek metroya yürüdüm. Metro istasyonu ise cehennem azabının başlangıcıydı. Önce asansöre yöneldim, asansör arızalıydı. Döndüğümde karşılaştığım ilk surat, bir kadına aitti. İsmini hatırlamıyorum...

----------------------------------------------------------------------
Bundan yaklaşık üç ay önce internetten tanışıp buluşmuştuk. Alkolün etkisiyle tavırları bir acayipleşmişti... Yanıma kadar sokuldu Thales Room'da, "Beni seksi bulmadığını söylemiştin, şimdi seksi miyim?" diyerek göğüslerini masaya koymuştu. Ardından burada atladığım ancak dileyene anlatacağım bir iki ince detaydan sonra "Bu gece hiç bir şey olmayacak. Sırf beni arzuladığını görebilmek için buluştum seninle." dedi. Daha önce görüşmediğim ancak yine internetten tanıştığım başka bir kadını yedek oyuncu olarak araya soktum. "Benim bir arkadaşım daha gelecek." dedim. Pişti o ya, o hatun da Taksim'deydi. "Niye geliyor şimdi o?" diyerek kıskançlık krizine girdi. Ardından yedek oyuncu sahaya girdiği anda ise beni öpmeye, bana sarılmaya, elini kolunu atmaya başladı. Bazen oyun basittir, ve egosu yüksek bir kadın diğerini asla çekemez. Çılgına dönmüştü, ancak ben ona kapıları kapatmıştım. Ayrıca, sonradan gelen yedeğimin karakteri daha olgundu, yaşı da... Adeta nöbetçi golcü gibiydi. Ve o gece üçümüz birlikte taksiye bindiğimizde, kıskançlık krizindekini evine bırakıp; nöbetçi golcüde geceyi bitirmiştik. Sonuç tahmin ettiğiniz gibi...

----------------------------------------------------------------------
Kanlı canlı karşımdaydı, yüreğim ağzıma gelmişti. Hemen yönümü değiştirip yollanmıştım diğer metro çıkışına. Utanç duymuyordum, ancak eğer ki Allah ya da Tanrı gerçekten yukarıdaysa, beni cehennemde yakması için en büyük sebeplerden biriydi.
İstasyona diğer yürüyen merdiven ile inerken, bambaşka birini görmüştüm. Bu kişiyse, sanırım hayatımdaki en büyük hatayı yaptığım kişiydi. Alkolün de etkisiyle tabii...


----------------------------------------------------------------------
Radyo yayınına başladığımdan iki hafta sonra, Ağaç Ev'in teras açılışında çalmam üzerine bir teklif gelmişti. Alkol için çalacaktım ve bana fazlasıyla "uyar"dı bu. O gecenin sonunda, bir çift; barda oturuyorlardı. Çiftle aramızda diyalog başladı. Alkollü muhabbet, bol kakara kikiri... Kız, döndü ve sordu:
-Bizim seninle aynı dertten muzdarip bir arkadaşımız var. Onunla tanıştırsak seni?
-Niye, arkadaşınız da mı eskortlara para yetiştirmekte zorlanıyor?
-Ay yok, o da yalnız işte senin gibi...
Ardından Facebook üzerinden tanıştık. Tanıştığımız günün gecesinde yayına girersin, dünyanın en geniş ve ruh hastası çifti olan iki çok yakın arkadaşınla... Mikrofonu açık unutursun, küfürler havada uçuşurken kızın Facebook profiline girilir. Yorumlar arka arkaya patlatılır. Tümü belden aşağı espriler, alkolle yürür gider. Bir gün sonra kız tüm yayının ses kaydını aldığını ve savcılığa gideceğini söyler.
"Foul Play"... Üçümüzden de davacı olacaktır. Ve sonuna kadar da haklıdır aslında. Güç bela vazgeçer dava açmaktan ancak pişmanlık içinde baki kalır insanın... Ulan biz ne yaptık diye düşünür durursun.

----------------------------------------------------------------------
Aha işte peronda da karşılaştım mı bu kızla... Sanki Cem Yılmaz'ın anlattığının aynısıydı cehennem. Bir mikrodalga var(Temmuz'da İstanbul), seni orada kavururken günahlarının videosunu gösteriyorlar.
"Off ne olur bitsin bu" diyerek not defterimi alıp kaba taslak bu yazıyı yazdım ben de kimsenin yüzüne bakmak istemediğim için. Zaten sabahları aynaya bakmakta zorlanacak kadar kendini sevmeyen biriyim, bir de bu yargılamaya tabii tutulunca; tam oldum tam.
Telefon olayı ne mi oldu peki? Eve gelince son kez karar kıldım, evet, taahhütle bir telefon alacaktım. Ancak Müşteri Hizmetleri zaten umutlarımı püskürttü. "Bir cihazın taksidi bitmeden başka bir cihaza geçemezsiniz."
Tıpkı, "Bir günahınızın, hatanızın, pişmanlığınızın süresi bitmeden yenileriyle karşılaşamazsınız." dercesine... Hayat basittir, ancak hayatın bize sunduğu sınavlar zordur işte.

13 Temmuz 2012 Cuma

Çok özledim be, ama bu sefer evimi değil.

http://www.youtube.com/watch?v=LlKfOMPXess&feature=BFa&list=PL3AF68D243F3C6728
Şunu dinleyerek yazdım.

Yalnız yaşamak? Uzun zamandır hayalimdi. Hala da keyif alıyorum yalnız yaşamaktan.
Ancak zamanında sahiplendiğim, Labrador kırması Bourbon'umu özledim ben be. Videolarını mı izlemiyorum, fotoğraflarına mı bakmıyorum; rüyamda mı görmüyorum...
Ulan Bourbon, şartlar şu andaki gibi olsaydı, gerek maddi; gerek manevi; hayatta vermezdim seni be deli oğlan.
Bokun içinde yüzdüğüm zamanlarda yanımdaydın, dibi gördüğüm zamanlarda kucağımda uyurdun, odamda uyumana izin verdiğim zamanlarda sabah yalayarak uyandırırdın beni be evlat... Sonra yetmedi işte. Yetiremedim. Ne vaktimi, ne de paramı... Ne sabahları seni dışarı çıkarabiliyordum, ne de sana bir bahçe sağlayabiliyordum. Maman, aşın; belimi kırma noktasına gelmişti. Olmayacaktı belli... Ve ben burada yaşamayacağıma yemin etmiştim. Hala da yeminliyim, ancak çok istesem olurdu belki, seni de gittiğim yere götürebilirdim belki.
Derler ya, kediler nankör olur; aslında nankör olan sadece kediler değil, aynı zamanda insanlardır. Çünkü sizin en ufak bir tersinizde, kaçar giderler; köpekler ise, -anlatılmaz yaşanır- fakat ne yaparsanız yapın, sizin yanınızdadır.
Ve Bourbon, herhangi birinizin görebileceği en hasta köpekti. Psikolojik problemleri vardı, dominant karakterliydi ve benim gibiydi; egoist... Eve kim gelirse gelsin, kuyruğunu sallayarak yanımda durur, beklediğim bir arkadaşım da olsa, servisçi eleman da olsa; yapışıverirdi yakasına kendi çapında beni koruduğunu düşünerek. Birlikte Ali'nin Meyhaneye mi gitmemiştik, Mecidiyeköy'ün altını üstüne mi getirmemiştik; çapkınlığa mı çıkmamıştık. Şımarık piçin tekiydin de, benim kanımdın ulan. Umarım şu anda Beykoz'da rahatsındır, yoksa gelir yakarım Beykoz'u baştan sona... Hele bu dubleden sonra iki tane daha çaksam, şimdi bile gelir kaçırıveririm seni delioğlan. Belki beni hatırlamazsın başlangıçta gerçi... Sonra zorlarız şartlarımızı belki tekrardan, kim bilir...

10 Temmuz 2012 Salı

"Summertime" veya Fulya Günlükleri 2

Verdiğim kararın heyecanı uykusuz kalmama yetmişti. Sabah sekizde annemi aradım, kahvaltı etmek için beraber. Kahvaltılık alıp çıktım. Anlattım, dinlettim, dinlediler, hak verdiler ama sormadan edemediler: "Peki ya sonrası? Ev arkadaşı hiç mi istemiyorsunz?"
"Hayır, sadece ve sadece yakından tanıdığım biri ev arkadaşım olabilir bundan sonra. O da önümüzdeki 3 ay içinde bir gelir elde edemezsem..." Aklımda bir şeyler vardı aslında. Nevizade Teras'ta çalmıştım bir gece, para almadan. Ve insanları az çok eğlendirebilmiştim, lakin barın çok eksiği vardı. Aradan geçen iki haftada bu eksiklikler kapanmış olmalıydı ve en azından tek başıma ev kirasını kaldırabileceğim kadar maaşa, haftada üç gece çalabilirdim.
Aklımda bu planla geziniyordum. Biraz daha ışık vardı sanki, önce güzel bir temizlik, ardından evde yapılacak üç beş tadilat ile bu işin içinden çok temiz çıkacaktım, artık emindim. İş bulamazsam da, bulana kadar zorlayacaktım kendimi. Düşersem de, Fulya'da düşerdim hem, ve tek başıma düşerdim; başkasının hatasıyla değil.
Ve o aralar ilginç bir anektod gerçekleşti Fulya'dan bağımsız olarak.
"Yakın arkadaşımın birlikte olduğu, ancak daha sonra zerre ilgilenmediği bir kadınla yattım. Alkollüydüm, olabilirdi. İki gece sonra bulundukları ortama gittim ve izledim onu. Arkadaşımla konuşmaya devam ediyordum, biraz suçluluk hissiyatıyla. Kadının benim için çekici olmasının sebeplerinden biri, yasak meyve oluşuydu, veya aklıma yasak meyve olarak kazınmış olmasıydı. Ondan daha iyileriyle birlikte olmuştum, sevgili olmuştum, fakat aklıma sık sık gelmesinin sebebiyse, hayatımda yaşadığım en etkili kaosun ortasında onunla tanışmış ve soğuk muhabbetlere girmiş olup, hayatımda onu arzuladığım zamanlarda kaos bulutlarının yoğunlaşması ve dibi görüşümün sadece yatmak istediğim bir kadını, arkadaşımdan kıskanmam sırasında gerçekleşmesi, sadece kendi kararlarımın değil; çevremdekilerin kararlarının da belirginleşmesi sonucu kaos bulutlarının dağıttığım zaman ve ev arkadaşımın taşındığı sırada, yani heyecanla ve çöp içinde beklediğim yeni hayata adım atışımın onun yanında uyanmamla başlamasıydı.
Ancak yasak meyve, ilk ısırıkta tadını yitirir. Bu yüzdendir ki, "Thrill Is Gone" yine dinlenir; çünkü olması gereken olmuştur ve artık herkes haberdardır."
Bu yazıyı yazan kişi, çok değer verdiğim bir kadın. Beni yalnız bırakmadı yerleşirken ve temizlik sırasında. Kafamız güzelken, "Ben de yazmak istiyorum." dedi ve ben söyledim, o yazdı kağıt kalem ile... Evet daha önce yatmıştık defalarca ancak o gece değil. Hatta yazının altına düştüğü notları da burada paylaşmaktan çekinmiyorum ne yalan söyleyeyim...
"I'm your housebitch, biatch!"
"Seninki kaç cm?"
"Fuckbuddyliğin kuralları hakkında hiç bir fikrin yok bebeğim."

Gelgelelim, bu hikayedeki illüzyon hayatımın iyi yönde değişmeye başladığı sırada hayatıma girmesi değil, benim onu yasak meyve olarak görüşümdü. Ölçersin bazen, tartarsın ve neden olmasın dersin; hiç bir şeyi aceleye getirmeden. Çünkü maddi durumlar, cansız varlıklar aceleye getirilebilir; ancak ruhu, duyguları olan bir kadına seviştiğin iki gecenin sonunda uzun ilişki tekliflerinde bulunmazsın. Sonuçta, "3 Temmuz'dan beri süregelen bu sürecin sonunda vardığım nokta" şudur, onunlayken her şey güzel. Zaten güzel kalması da hoşuma giden... Ayrıca, Nevizade'deki barda çalmaya başladım. Haftada üç gece çalarak kiramı çıkarabiliyorum, çalışma saatlerim 20.00-02.00 arası; elimin altında harika bir DJ seti var, evi yerleştirdim, temizlik bitti, eksiğim kalmadı ve kafam rahat...
Fulya mı? O benim için hala "Burası Fulya ulan!"

Bahsi geçen parça için:
http://www.youtube.com/watch?v=MEy1B1NtzD8

Çaldığım bar ile ilgili daha sonra daha ayrıntılı konum bilgisi veririm, lakin bu haftasonu (cuma cumartesi fix çalıyorum) uğramak isteyenler için adres de şudur:
Jolly Joker Balans'ın tam karşısındaki aradan girince ilk soldan terasa çıkıyorsunuz. Mekanın adı Terasparan. Hepsi bu.

"Strange Days" veya "Fulya Günlükleri"

Çok değil, yaklaşık 3 ay önce şöyle bir şeyler karalamıştım Fulya ile ilgili.
http://www.eksisozluk.com/show.asp?id=27836321

Ardından kartlar bir anda değişiverdi. Önce meyhane kapandı, Ali'yi yolcu ettik, meyhaneciyi... Sonrasında finaller bitti; JD & Straight Shot'tan "Can't Make Tears" eşliğinde. Çünkü kaçamıyordum okuldan, bitmiyordu, bir türlü bitemeyecek gibi geliyordu. Ve yaz başlangıcını, yaz okuluna kadar geçecek olan iki haftacık süreyi Mersin'de, evimde geçirememiştim kuzenimle Kadıköy'e taşınacağımızdan ötürü. Tatil bile yapamamıştım yani...

Haldır huldur her haftasonu ev baktık, Sahibinden.com'da aradığım kriterlerle yaratılmış filtre sabitlenmişti browser'ıma. Cumartesi erken kalkmam için Cuma akşamı Ağaç Ev'de en fazla 12'ye kadar çalıyordum, içkisine... Profesyonel bir dj olmadığımı söylememiş miydim? Evet, bir radyo istasyonumuz var şurada ancak hepsi o. (http://roadhouse.caster.fm/) Bir de Ağaç Ev'de biraya çalmak, hobi olarak.

Vakit geçti, kuzenime ulaşamamaya başladım. Ev sahibim de bir yandan bastırıyor, taşınmıyor musunuz artık çıkın evimden şeklinde. Doors vakası, "Strange Days". Halbuki evi bulsak ve kuzenim beğense, eşyalarımı toplamam topu topu 2 saat tutacak çünkü kullanmayacağım her şeyi toplamışım, dolaplar bomboş, gardrobum bile bomboş. Beş tane tshirtü değişmeli giyiyordum.

Ve bir gün dört koldan bastırdık kuzenimin telefonuna ulaşabilmek için. Sonunda annesinin çağrısına kulak verdi, telefonu açtı ve iyi anlamda belirsizliği ortadan kaldıracak, kötü anlamdaysa benim kararsızlığıma sebebiyet verecek tek cevabı verdi. "Ben ona karşı çok mahçubum ama ev taşıyacak durumum yok artık. Çok yoruluyorum, çok yoğunum." Ve o akşam, ailem İstanbul'daydı. Ablamda kalıyorlardı...

Bilgisayarın başına geçtim, bakkaldan dört tane bira söyledim ve düşünmeye başladım. Tek başıma çıksam? 650 lira kirası olan bir yere en fazla... Olabilirdi. Peki başka ne opsiyonlarım vardı? Biriyle ev arkadaşı olmak? Hayır, kendi kanım tarafından oyalanmış ve hayal kırıklığına uğratılmışken kimsenin evine çıkmazdım. Peki şart mıydı evi taşımam? Fulya yeterli değil miydi? O kafayla gece boyu düşünürsün, uyku tutmaz. Yataktan kalkıp kalkıp tekrar bilgisayar başına geçersin. En sonunda üç sularında buldum cevabı. Cevap basitti: yine, yeniden, sonuna kadar Fulya.

Taşınmayacaktım. Kaybedenler Kulübü'nün de, Moda Barlar Sokağının da amına koyaydım... Sakin Anadolu Yakası'nın da amına koyaydım. CHP Kadın Kolları sizin olsundu, evin altındaki Adana Dürüm Salonu benim. İstanbul'da yaşayan yabancı kadınların sık takıldığı barlar sizde kalsındı, Mecidiyeköy'ün leş birahaneleri, meyhaneleri benim olsundu... Ve işin en ince yanı da, taşınmaya yapacağım masrafla; bu evde en az 4 ay tek başıma yaşayabiliyor olacağımdı. Vazgeçtim, aydınlandım; beş sularında, her iki anlamda da.

Fulya günlükleri esas şimdi başlıyordu...

Bu arada bahsi geçen parçalar için de sizi şöyle alalım, ikinci bölüme geçmeden önce:
http://www.youtube.com/watch?v=i0IzG9zGO_g
http://www.youtube.com/watch?v=boeCq8mSY5E