2012 ağustos sonu ya da eylül başı... Tarih tam olarak aklımda değil ancak turizmin yavaş yavaş tükendiği zamanlar... Güneydeydim ve güneye gidecektim. Mersin'den Antalya'ya...
Kuzenimin tatil planına dahil olmuştum sadece. Rezalet bir tatil geçirmiştik çünkü bulunduğumuz otelde kalanlar yaşlı osuruklardı sadece. Yabancı ve yaşlılar, herhangi bir Türk erkeğinin ilgisini çekmez. Sadece eğlenmeye ve diyalog kurmaya çalışan bir Türk erkeğiyse, İngilizce bilmediğini söyleyen yaşlı Almanlar karşısında, "Almanlar yenilince biz de yenilmiş sayıldık." diyebilir.
Ayrıntılar gereksiz... Bomboş ve bombok bir tatil bitmişti. Öğlen pılımı pırtımı toplayıp, kuzenimle vedalaşıp otogara gitmek üzere yola koyulmuştum. Bir otobüse bindim. Soldaki koltuğa oturdum ve soluma bakmaya başladım.
Antalya, Alanya dışında herhangi bir işe yaramayan bir şehirdir. Yaraması için zaman zaman yörük çadırları kurulur, bir iki barı vardır vs... Ancak boştur, rezildir, sevilmez pek ki sevmeyenlerin sebepleri haklıdır.
Bir çiftliğin yanından geçiyorduk. Solumdaydı işte, kocaman bir arazi; Antalya Manavgat'ın ortasına konuşlandırılmış bir arazi. Ama midem bulanmıştı, gözlerimde yaşlar vardı. Çiftliğin sınırlarından özgürce çıkmak isteyen bir atın boynu kanıyordu, dikenli tellerin arasında kalmış bir pozisyonda...
İnsanlardan nefret ederim. Çok dışarı çıkmam ancak hayvanlara, özellikle asil yapılı hayvanlara büyük zaafım vardır. Asilden kastım safkan bir Rottweiler değildir veya bir Arap atı... Sadece at, köpek gibi sahibine değil; yol arkadaşına sadık hayvanlaradır zaafım.
Çünkü onlar sadakati bilirler, aptal olamazlar ve neyi düşünebileceklerini bilirsiniz. Zeka düzeyleri konusunda kafa patlatmazsınız ve beklentisiz olursunuz. Konuşmazlar, kafa şişirmezler, sevgililerinin huylarıyla beyninizi düzmezler, beceriksizlikleriyle sizi çıldırtmazlar. Onlar sadece hayvandır ve çoğunuzdan daha az sorun çıkarırlar.
Bu nereden mi aklıma geldi?
Yakın zamanda Mersin'deyken bir kez, arkadaşım beni "aslan"a (tuttuğum takım sebebiyle) benzetirken ona verdiğim, "hayır; bence at." cevabı bir kez olmak üzere; o güzel atın paramparça olmuş, kanayan boynu iki kez aklıma geldi. Çiftlik sahibinin sorumsuzluğu da keza aynı şekilde...
Yıllar önce iki kadınla tanışıp bir barda soluğu almıştık, sevdiğim bir arkadaşımla. Bize bakıp kikirdiyorlar ve aralarında İngilizce konuşuyorlardı. Neden güldüklerini sorduğumuzdaysa, bizi belli hayvanlara benzetmeye çalıştıklarını söylemişlerdi. Arkadaşımı yengece, beniyse ata benzetmişlerdi. Bu da gecenin son anektodu olur...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder