Bazı oyunlar, bazı şarkılar, bazı filmler o kadar vurucu oluyor ki benim için; onların ana karakterlerine bürünmek bir yana, onlardan başka bir şeyi izlemiyor, oynamıyor, dinlemiyorum bitseler de. Kısa ya da uzun soluklu olmaları fark etmez pek. Dishonored kısa soluklu bir oyundu, ancak "Honor for All"u hala dinliyorum, hatta onu tekrar tekrar dinleyerek yazıyorum bunu.
"Her dakika, her an, her gece, her rüya... Hayalleri paylaşmak kolay, rüyaları bilinçaltı vasıtasıyla sindirmek zordur. "
Tamamen dün gece sonuncusunu gördüğüm, aslında iki üç gecedir tesirinde kaldığım rüyalar sebebiyle söyledim bunu. Hoş, bunu ben değil de Freud söylese muhtemelen bir çoğunuzun Facebook paylaşımı olurdu.
Rüyam üç parçadan oluşuyordu. İlk parça basit kısımdı... Çözümlemesi zor ancak basit ve kısa.
"Lonely Island" grubundaki kısa boylu eleman, çocuk istismarından ötürü içeri alınıyordu. Davayı da kaybediyordu ve hapse mahkum kalıyordu. Hangi bilinçaltıyla kendisini hatırladım ve bu denli yermek istedim; bilemiyorum. Bu yüzden çözümlemesi zor.
İkinci parça biraz daha zordu.Ancak çözümlemesi kolaydı... Bir yeraltı kumarhanesindeyiz. Uzun zamandır görüşmediğim bir arkadaşım ve yine uzun zamandır görüşmediğim bir arkadaşımın grubundaki davulcu eleman(bu rüyada baş rol oynayan iki insan birbirini hiç sevmezmiş, bunu da öğrendim tabii gün içinde) poker masasındalar. Bense yanımda biriyle beraber bira içiyorum kumarhanenin barında. Baş rol oyuncularına selam vermemek için yırtınsam da, uzun zamandır görüşmediğim arkadaşım kumar masasından kalkıyor; diğer eleman biraz yancı gibi. Suratımı eğip kapişonu kafama çekiyorum. Yanımdan geçerken "Selam Maho!" diyerek omzuma hafifçe dokunuyor. Samimi olmadığım davulcu elemansa gelip "Abi naber yahu, görünmüyorsun!" diyerek sarılıyor. Çözümlemesiyse şöyle kolaydı... Arkadaşım, yani Emrah'ın eski ev arkadaşı bana ve Emrah'a birer kupa hediye etmişti. Yazdıklarımızı beğendiği için... Bana Charles Bukowski kupası (şu an kalemlik olarak kullanıyorum), Emrah'a ise Kafka kupasıydı hediyesi. Kalemliğe bakmıştım dün, sanırım oradan aklımda kalmış.
Gelelim gördüğüm rüyaların üçüncü kısmına, yani hiç bitmesin istediğim kısma... Mersin'den Caner var, bir yıl boyunca size bahsettiğim, hakkında kafanızı açtığım eski sevgilim var. Beyoğlu'nda bir ev tutmuşuz. Veya şu an Mersin'de çalışan Caner'in evindeyiz. Bilmiyorum ama üçümüz bir evdeyiz. (Yakın zamanda Galata'da ev tuttu bir arkadaşım, sanırım o yüzden Beyoğlu) Onu görüyorum, (dün düşünmüştüm gerçekten, onu hala özlediğimi; vücudunu ve iri göğüslerini aklımdan çıkaramadığımı, uzun boylu imgesinin gözümden çıkmadığını fark etmiştim) gördüğüm her anda sarılmak istiyorum. Sarılıyoruz sürekli, eskisi gibiyiz, mutlu gibiyim. Hatta mutluyum, o kadar mutluyum ki asansörsüz apartmanın 4. katındaki evden aşağı iniyorum sırf hepimize bira almak için. Yolda bir sigara yakıyorum, sanırım onların sigara içtiğimi bilmesini istemiyorum. İstiklal'e çıkıyorum. Bir deli hemen arkamda duruyor. Sonra gidiyor... O giderken telefonumu cüzdanımı kontrol ediyorum, her şey yerli yerinde.(Dün bir deli arkamda durmuştu, bilinçaltıma yansıyan kısım bu sanırım) Sonra alışverişi yapıp eve doğru gidiyorum ancak elimde poşet bile yok. Sigarayı söndürüp yolda saçma sapan dans ederek giriyorum Beyoğlu'nun ara sokaklarına. Dört tane delikanlı var, apartmanın girişine yakın konuşlanmış... Kırmızı Tuborg içiyorlar ve tavrıma fitil oluyorlar. Onlara gülümseyerek ve önlerinde dans ederek geçerken ben apartmana; "Amına kodumun çocuğunu öldüreceğim!" diyor bir tanesi ve bir sustalının sesini duyuyorum. Dansı bırakıp hızlıca koşuyorum apartmana, kapıdan girdiğim gibi rahatlıyorum ama durmadan 4. kata çıkıyorum. 4. kata vardığımdaysa terk edilmiş bir eve vuran güneş ışığını görüyorum... Herkes gitmiş. Sanki anlatım biraz metaforik, ya da bilinçaltım. Kaçtığım için kaybetmişim hepsini. O manzarayı görerek uyandım. Tekrar yatağa girdim, defalarca. Bugün okula gitmem gerekiyordu, onu ektim. Yalan da olsa, bir kez daha görmek istedim o rüyayı; daha doğrusu onu ve gün boyu; bir rüya tarafından lanetlendim.
"Doğmayan çocuklar, mastürbatif bünyeler... Ama kadın, ama erkek; ama fiziksel, ama psikolojik mastürbasyon; ama bebek ölümü ama beyin ölümü... Ne fark eder? Cinayete mahkumuz... Yeni nesil olarak ya da eski; ne fark eder ki... Şimdi içkinden son yudumunu al ve yatağına git, katliamını milyonlar seviyesine çıkarmadan."
Dün gece karalamıştım. Neden karaladığımı sorsan bilemem. Mastürbasyondan ötürü aklıma gelmiş olabilir; veya Teoman'ın deyimiyle "doğmayacak çocuk"larımdan ötürü; bilmiyorum. Sanırım üzerinde konuşmam da fazlasıyla gereksiz.
NOT: Puhuu Dergi'ye yazdığımı söylemiştim. puhuudergi.com adresinden ulaşabilirsiniz yeni sayıya. Ahmak mertebesinde değilseniz, hangi yazıyı benim yazdığımı da bulursunuz. Veya bilmiyorum, çok da sallamıyorum ne dergiyi, ne de beni bulup bulamayacağınızı.
Öte yandan Radikal Blog'da "mdonuk" takma adını kullanan da benim. Şimdiye kadar karaladığım iki çöp için şu adrese alalım sizi: http://blog.radikal.com.tr/Blog/bilincsiz-yetiskin-ahiri
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder