Fark etmek o kadar da uzun sürmez aslında.
Ancak küfürlerle döndüğüm İstanbul'dan, evime geçmeye gerçekten hazır olmadığımı anladım. Okulum bittiği an işim hazır. Baba parası veya baba işi de değil. Sadece mühendislik üzerine çalışan arkadaşlarım var ve burada elim kolum uzun sayılabilir. Olmadı ama, ne bileyim...
Bir evden sadece "hava almak için" dışarı çıkıyorsanız, o noktada belli başlı hatalar vardır. Hafif bir özet geçeyim.
Buradayım, evimdeyim ve aslında İstanbul'u unutma noktasındayım. Oradaki insanların karla boğuşması, soğuktan donması umrumda bile değil. Çünkü en soğuk hali 8 derece olan bir güney şehrinde doğdum. Bu yüzden de iklim konusunda rahatım. Trafik? Hahah, kendini kandırır buradaki insanlar trafikten yakınırken veya trafiği bahane ederken. Eğlence hayatı? Hayatım boyunca bir "eğlence hayatım" olmadı ki özleyeyim. Ancak insan sıkılmaya müsait işte... Şu an arayıp da dışarı çağırabileceğim arkadaşlarımın sayısı "3". Yazıyla, "üç".
Büyüdük ve dağıldık, ona kabulümüz her zaman var da; burada büyüyen arkadaşlarımın gerçekten büyümesi, burayı çekilmez hale getirdi bir haftada. Yapamıyorum çünkü, farkına vardım, veya aklım başıma geldi. Dönmek için can attığım şehir, bir başka cehennem haline büründü.
Son iki üç senedir en fazla keyif aldığım şey nedir biliyor musunuz? Evde, üzerimde sadece bir kot ve t-shirt varken yazdığım; masadaki birayı yudumladığım gecelerdir. Bunu, Mersin'de yapamaz mıyım? Evet, ki şu anda yapıyorum. Ailemin evinde, sigarayı bırakmış bir baba ve hayatında ağzına sigara sürmemiş bir annenin evinde yapıyorum; bir iki duble rakıyla. Fakat rahat değilim, bu yüzden de şikayetçiyim, kim bilir.
Kafamdaki aynı "deli sorular", beynimi kemirmeye devam ediyor; an be an. "Sigara içtiğimi görecekler mi?", "Rakı şişesinin eksildiğini görür mü peder?" cinsi sorular da değil aslında. Sadece, dedim ya; rahat değilim. Pislik içinde yaşamaya, rezilleri oynamaya o kadar alışmışım ki, rahat batıyor artık.
Gelelim işin en sikik tarafına. Buraya dönmek için kendi hayatımdan feragat ederdim üç ay önce; çünkü İstanbul'da huzursuzdum. Şimdi buradayım ve yine huzursuzum. Neden? Bilmem. Sahici bir sarsıntı, sahte bir dengeden iyidir, demiş Erdal Beşikçioğlu; Behzat Ç. rolünü oynarken. Peki ben kaç sahici sarsıntı geçirmeliyim kendime gelebilmek için Behzat? Bunu düşündün mü hiç?
Huzur ve mutluluğu "konumlarda" aramanın ahmakça olduğunu gösterdiği için, bu Mersin tatilinin ayrı bir yeri oldu. Ancak, önümü görememem; ayrı ağır koydu.
Huzursuz, mutsuz veya adını sen koy; belki mezara kadar...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder