Google+ boş mideye iki duble viski: Akşamdan kalma tesirli metropol notları 34

18 Şubat 2013 Pazartesi

Akşamdan kalma tesirli metropol notları 34

Çok güzel başlıyordu.
Hastası olduğum bir parçanın resmi anlamda yeniden "yorumlanışı" idi.
Nouvelle Vague, Killng Moon'u anlatıyordu. Resmen bir masal gibiydi. Parçanın orijinaline olan zaafım (Echo & The Bunnymen) halihazırda bünyemde yer etmişken; bir başka "evvel zaman içinde, kalbur saman içinde" ile karşı karşıya kalıyordum.
Son yirmi dört saatim bunu dinleyerek, arada -gerçekleştiremediğim hayallerim sebebiyle (bir önceki blog girdisine bakınız mümkünse) - sebebiyle NBA 2K13'te kariyer modu kasmakla geçiyordu. Ha bir de yemek yiyordum, uyuyordum, su içiyordum vs.
Bir yandan da, kimin yanında uyuyor olursam olayım; aklımda sabit olanlar var. Küçüklükten aklıma yer eden bir alışkanlıktır ki -en azından bu alışkanlık konusunda- dünya üzerindeki tek adam olmadığımı biliyorum. Hepimiz, uykuya dalmadan önce, bizi rahatlatması için saçma sapan hayaller kurarız. Kimi; sevdiği kadının dönüşünü kurgular, kimi kahraman oluşunu, kimiyse prensinin ona dönüşünü... Kurguladım ben de. Geceler boyunca, defalarca...
Aynı olayı, farklı senaryolarla; tekrar tekrar...
Özlediğimi kendime itiraf etmeye çalışırken, hançeri kendi karnıma saplayıp; önce sola ardından yukarıya çekerek bir nevi kendi harakirimi yapıyordum. Sonuçta bu, hayal dünyamın içine adım atabilmek adına yapmam gereken tek şeydi. Öte yandan;  aklıma erişen "Bence o da okuyordur." ismindeki zehirli sarmaşık, yazmamı; yazmaya meğlimi tekrarlıyordu.
Ne yazdıklarım, ne hayalini kurduklarım bir gün bitebildi.
Ne anlatacağımı da bilmiyorum; bir yandan "aslında ben bu seriyi bu şekilde yazmıyordum." diye düşünürken. Sonra hatırlıyorum; şu an ne Puhuu dergi için mizah içerikli bir şeyler karalıyorum, ne de Radikal Blog için; küfürsüz, hafif ılık, alımlı bir yazı yazıyorum.
Küfrediyorum işte.
"Sikeyim."
Hayatını sikeyim hatta.
Ne kadar özlediğimi sorsanız; "Saçma sapan konuşma la!" derim, bir romanın TV uyarlamasında gördüğüm bir anti-kahraman sebebiyle.
Onu tekrardan tarafıma almak için ne yaptığımı sorsanız, "Siktirin gidin." derim.
Onunla yine bulabilmek adına ne yaptığımı soracak olursanız; gönderdiğim lanet olası e postaları size gösterir ve son cevabın yaptığı yıkımı gösteririm: "Son attığın yazıyı, lanet olsun ki yanımda dokuz aydır birlikte olduğum sevgilimle beraberken okudum."
Onun için çoktan, ölmesi gerekenler öldü. Benim adıma yaşayan bir şeylerin kaldığı da söylenemez, yatmadan önce kurduğum hayaller dışında. Yeni "trend" ise şu...
Okuluma geliyor, sevgilisiyle beraber. Gözümü dikip bakıyorum, etrafımdakiler anlamıyor neye kilitlendiğimi. Sonra sevgilisi geliyor, biraz kıskanç; hatta bayağı, leş, kıskanç bir herif. Onu her ittiğinde veya onu "orospuluğu" sebebiyle her tokatladığında; içimden bir şey kopuyor. O kopan "şey" insanlık, vicdan, acıma duygusu ve adını koyabileceğin her şey...
Sonra ben, sadece onu kıskançlığı sebebiyle döven herifi benzetiyorum. O, yüzüme bakıyor. "Hayvanoğlu hayvan!" diyor bana ve suratıma bir tane patlatıp, gidiyor, kendisini döven sevgilisiyle beraber.
Ben, açık kaşım ve yediğim yumrukla kalıyorum ortada.
Bazı adamların hikayeleri kadar, hayalleri de yarımdır. İşte ben o adamlardan biriyim. O olsaydı, veya istediğim olsaydı;ne bu sikik şehri, ne de bu sikik ülkeyi terk etmek için kırk takla atmaz; ne de bu yönde "gün içerisinde" kurulacak hayallere dalmazdım.
Şimdi ne o var; ne rüyalarımdaki o var... Hiç bir şey yok, sadece hayaller var ve umutlar... Onun buralara, ego tatmini için bile olsa uğrayacağı yönünde olan umutlar ve beni sarıp sarmalayan, duvara yapıştıran o sarmaşık var.
Sonuç olarak ne var peki? Sıfıra sıfır elde var sıfır.


Hiç yorum yok: