Google+ boş mideye iki duble viski: Akşamdan kalma tesirli metropol notları 33

17 Şubat 2013 Pazar

Akşamdan kalma tesirli metropol notları 33

İlkokul, yine...
O zamanlar pek bir boktan anladığım yok, şimdiki gibi yani. Babam okulun basketbol kursuna yazdırmış beni. Götürüp getiriyor, kızlarla birlikte idman yapıyoruz. Aslında pek de bir halt yaptığımız yok. Bir iki koşu, istasyon çalışması, top sürme idmanı; hocanın zaten umrunda değil. İdman sonunda da maç yapıyoruz, kızlara karşı erkekler.
Sadece Jordan'ı ve Bulls'u biliyorum o dönem. Bir de efsanevi seriden dolayı Utah, Malone, Russell vs... Bir bok olmadık zaten. 5. sınıfın sonunda kursu bıraktım, ne sebeple olduğunu hatırlamıyorum. Sanırım haftasonları erken uyanmak ağır geliyordu, dedim ya; bilmiyorum.
6. sınıfa gelince Mersin'deki TOFAŞ basketbol okullarına yazdırdılar beni ancak hala basketbolun "b"sini bilmiyordum. Bol bol ezilir, takıma bir türlü giremezdim. Hep "üvey evlat" olur, kamplara götürülmez, kimse tarafından siklenmezdim. Bir kere rahmetli babaannemin bile geldiği idmanlarda; götümü yırtardım ama yeteneksiz olduğuma kanaat getiriyordum. Çünkü kimsenin gözüne giremiyordum. Turnikeyi yanlış atıyordum, top sürmeyi bilmiyordum kimine göre ve yine; boşu boşuna para harcatıyordum aileme belki de. 
7. sınıfta başka bir okula yazıldım. Çok eziliyordum, az sikleniyordum. Dayak yemek, aşağılanmak, kabadayılar tarafından itilip kakılmak, ayakkabılarımla ilgili(Jump marka bir çift ayakkabı almıştı annem ve herkes aşık olmuştu, markayı görene kadar tabii... Zengin piçleri, özel okul, ne beklersin ki?) dalga geçilmesi; günlük alışkanlıklarımdı.
O sene, hem oturduğumuz sitede; hem de okulda saygı kazanmak için, bilgisayar oyunlarını çok iyi bilmekten ve kızlarla iyi geçinmekten öte bir şeylere ihtiyacım olduğunu fark etmiştim. Basketbola geri dönecektim. Döndüm, yedinci sınıf boyunca sırf basketbol oynadım. Sitede adımdan bahsediliyordu, konuşuluyordum ve her gün; abartısız her gün basketbol sahasına iniyordum. Kimse yoksa şut çalışıyordum, birileri varsa maç yapıyordum; bir de sitedeki abilerden "reverse" "cross over"gibi hareketlerin temellerini öğreniyordum.
Sekizinci sınıf, gerçekten iyi başlamıştı. Boyum uzamıştı, okul takımına girmiştim; yedek soyunuyordum maçlara ancak elimden geleni yapıyordum. Blok koymaktan keyif alıyordum; ikinci takıma birinci takım şeklinde yaptığımız idmanlarda top kullanmaz, sadece savunmaya odaklanırdım. Okul takımı, hiç unutmam; eski okulumla aynı gruba düşmüştü kurada. Yenilmek değil de, o gün formamı evde unutmuş olmak çok koymuştu. Oynayamamıştım, rezil olmuştum. Bir diğer maçta zaten O.D.T.Ü.'nün ilimizdeki ilkokuluna karşı oynayıp direkt yenilmiştik. Bir saniye bile sahaya adım atmamıştım.
Yılmadım, ben; illa ki basketbolcu olacaktım. Dirk Nowitzki olacaktım. Lise sınavının olduğu yaz boyunca şut çalıştım. Sahile indim, kumda koştum, vücut çalıştım, çelimsizliğimi gidermeye uğraştım. Lise başladı, okul takımı seçmelerinin bile yapılmadığı; lise sonların kendi takımlarını kafalarına göre seçtiği lise... Basketbol koçu olmayan lise...
Ancak adımdan bahsettiriyordum. Çünkü uzun boylu ama çelimsiz; pivot oynamasına rağmen orta mesafeden potalı ya da potasız; affetmeyen bir yapıdaydım. Millet daha lise birden dersanelere yazılırken, ben kendime kulüp bulmuştum. Bonservisim çıkmadı, babam kursa gönderdi beni, notlarım düşük olduğu için.
Ardından yine bana lisans çıkarmayan; sadece benden bir yaş büyüklerle soğuk; rezil bir salonda idman yaptığım bir takım. Boş beleş hayaller... Yine sokakta oynayan; parkeye sadece idman için adım atan bir Mahmut. Lise iki olduğumda değişecekti ama işler.
Arabayla geldiler. Mersin Büyükşehir Belediyesi Spor Kulübü. Beni siteden aldılar, konuştular, yanımda malzeme olup olmadığını sordular. Var dedim; çalıştık. 100 metreyi takımda en hızlı koşan ikinci adamdım, uzun boyuma rağmen. İlk beş başlıyordum hazırlık maçlarında; yaşı küçültülmüş basketbolcuların da önünde başlıyordum. Fenerbahçe Mersin ile oynadığımız bir maçta sakatlandım. Bir ay kadar elime top değmedi. Motive olamıyordum. Sadece, o; umursanmadığım, lise birde bana lisans çıkarmayan takım tarafından isteniyordum. Çünkü kendi yaş grubum, orada da vardı ve sadece benim gibi yenilerle bir takım oluşturulacaktı.
Döndüm, kral olduğum yerden; köle olmaya döndüm. Çok çalıştım, çok aferin aldım ancak aynı değildi hiç bir şey. Yine bench'e çekilmiştim ve bu sefer yaşı küçültülmüş adamların önüne geçemiyordum. Rahattım, ancak mutlu değildim.
İlk turu geçtik, bölge finallerine kalamadık ama... Mutlu mesut; bitti sezon. Takımın bir parçası olmak ve yeterince takdir edilmek yetiyordu. Her şey harika, bir sene daha oynarım derken bir bayram akşamı;babam koçumu aradı ve lisansımı iptal ettirdi. Orada koptu işte tüm film... ÖSS'ye hazırlanmam gerekiyordu.
Babamın lisansımı iptal ettiği gün, sigarayı sadece dışarıdayken değil; kafama göre her gün içmeye başladığım gündü. Tertemiz ciğerlerimi, o yaşta piç ettim işte. Sadece sokakta oynamaya başladım, lise üçe geçtiğimde. Mersin Büyükşehir Belediyesi; birinci lige çıktı ve sadece hazırlık sezonunda oynadığım takımda; takımın yıldızı, skorer olduğu için "guard" yapılan elemanı NTV'de izlerken beynimden vurulmuşa dönüyordum. Sadece benchte oturuyordu ancak o oynamaya devam ediyordu.
İçtim işte, paket paket içtim, şişe şişe içtim. Sokakta oynamamı engellemedi.Siteye taşındı Mersin'de oynayan ikinci guard. 2006 yazı, üniversiteye kapağı atmışım...
Onunla oynamaya başlayınca bıraktım sigarayı. Sitede her gün maç yapıyorduk beraber, benden büyük olanlar; kesinlikle üniversite takımına girmemi söylüyorlardı. Dönüyordum, resmi anlamda dönüyordum.
Üniversiteye girdim, yurdun salonunda oynamaya başladım.Beni sallayacak veya takımına almak isteyecek bir koç yoktu çünkü üniversite basketbol takımı seçmeleri diye bir şey yoktu. "Abiler" yönetiyordu takımı, koç desen o da yok... Zaten rezil durumdaydı takım. Ama oynamak istiyordum işte. Yurdun salonunda yaptığım üçüncü maçta da, futbol tabirini basketbola uyarlayarak kambura yatan bir herif yüzünden bir kolumu kırdım, diğer kolumdaysa doku zedelenmesi oldu.
Bir buçuk ay ne basketbol oynadım ne bir şey... Sadece içtim, içtim ve içtim.
Sonra? Bıraktım işte. Kendimi saldım. Sokaklar devam etti.
Bu sene, üniversitedeki son senemde "okul basketbol seçmeleri"ne girdim dalga geçmek için. Yaklaşık üç yüz kişinin katılımıyla, ısınmadan; "örme" yaptık ve sakatlanıyordum. Seçilmeyi bırak, seçimin ikinci turuna bile çıkamadım.
Gülüyorum sadece, lise ikide önümü tıkayan babama kızmıyorum; şansıma gülüyorum.

Hiç yorum yok: