Google+ boş mideye iki duble viski: Akşamdan kalma tesirli metropol notları 36

21 Şubat 2013 Perşembe

Akşamdan kalma tesirli metropol notları 36

İki gecedir bende Amerikalı bir kadın kalıyor.
Çok konuşuyor, yolda şıraks diye tükürdüğünü de gördüm. Kafam sikilmek üzere aslında. Ama gaz verdi, aklım gitti. "Yaz." dedi; "Amerika'da yaşamak istiyorsan, yaz." Basit denklem aslında. Ben de esnaf kafasıyla sordum tabii, "Yaz diyorsun da, yazdıklarım bir şeye yarar mı orada? İngilizce bile değiller."
O da verdiği gazın etkisiyle devam etti. "Emin ol, yarı Bukowski işler orada işe yarıyor."
"Tamam da ben yazdıklarımı zaten bloguma yapıştırmışım?"
Önemli olmadığını söyledi.
"E peki yazdığım hikayelerin hepsi; Türkiye'de gçeiyordu ve ben Türk'üm."
Daha iyi olacağını söyledi. Sadece gaz veriyordu da, "insan inanıyor işte." Arada aklıma gelmiyor değil, 2007'de bıraktığım "İngilizce yazma" işine tekrar başlamak. Rahatlıkla İngilizce konuşabilirim, mesajlaşabilirim, kendimi ifade edebilirim veya karşımdakinin ne demek istediğini anlayabilirim ancak o zamanlar yazdığım İngilizce yazılara baktığımda; yok diyorum, gerek yok.
O da bir tercümana çeviri yaptırabileceğimi söyledi. Ben de "he." demekle yetindim. Hoş, oradaki yayınevlerinin buradan farkı yokmuş aslında. Yani yine, çıktı alıp; "dosya göndermeni" istiyorlar. Tek bir farkla, yayınlanmasını istediğin kitabın sadece bir bölümünü gönderiyorsun. Dolayısıyla cebe zarar değil.
Hoş, İngilizce kitabı yazdık da; belli bir kısmını göndermesi kaldı. Neyse... Birinci konu buydu hatunla konuştuğumuz. İkincisiyse, neden bu kadar çok bilgisayar oynadığımdı.
Sanırım şimdiye kadar gerçekten "olamadığım" her rol oyununu oynadım. Örneğin çok fazla NBA 2K13 oynarım, günde en az beş maçım var kariyer modunu açtığımda. Çünkü bir basketbolcu olamadım, önceki yazılarda görebilirsiniz sebeplerimi. Hoş, önüm açık olsa neler yapabilirdim; yine bir yıldız olabilir miydim o da tartışmaya açık gerçi...
Alan Wake adında bir oyuna sarmıştım yazın. Bir yazarın maceralarını anlatan, korku-gerilim tarzında bir oyundu. Bu oyunu neden oynadığımı söylememe gerek yok sanırım.
Zaten aslında sanallık bu değil midir? Gerçek hayatta "olamadıklarımızı" sanal yollarla yaşamak istemez miyiz? Kendimizi "fotoğrafçı, köşe yazarı, müzik eleştirmeni, yönetmen, görüntü montajcısı" gibi bir çok farklı şekilde ifade edebildiğimiz yer sanal dünya değil midir? Bunların üstüne bir de "Twitter" açar; kendimizi özel hissederek günlük hayatımızdan ufak tefek ayrıntılar paylaşırız. Milletin çok da sikindeydi zaten...
Bir de sanal alemde, daha doğrusu internet aleminde işleri sıkı tutan; ağır ciddiye alan tipler vardır. Fenomen dersiniz onlara. Halbuki yaptıkları aynı tarz esprileri tekrarlamak, "x > y" yazmak, normalde "avam" şeklinde ifade edilen eylemleri; bir Umut Sarıkaya edasıyla övmek (çay içmek, mandalina yemek vs) ve İngilizce kelimeleri değiştirmektir. Bir döngüdür içine girdiğiniz, onları takip ederken.
Ha bir de son olarak, "trollük" kisvesi altında az çok aydın sayılabilecek insanları çıldırtmak birinci görevleridir. Dün bu "troll" ekibinden birinin, boynundan asılmış bir köpeğin fotoğrafını paylaştığını gördüm. Altında da "Selamın aleyküm ben başladım Bismillah diyerek, sıra sizde." vs. misali bir yorum attığını gördüm. Adamı olduğu yerde bulup sabaha kadar dövesim, ardından da asıp bir iki dakika sallandırasım geldi. Fotoğrafı kendi çekti ya da internetten buldu ve paylaştı; ancak dikkat çekmek ve Ekşi Sözlük'te adını duyurabilmek için insanların yapmayacağı şey yok, bunu da görmüş olduk. Peki neden "aydın" kesimin ya da "sözde aydın" kesimin ilgisini çekmek için bu kadar kastıklarını söyledim? Bu "ekip"ten bir tane hükümet ya da devlet ya da "çoğunluk" şakası görmedim de ondan...
Tüm bu "internet ünlülerini" bir depoya doldurun. Hepsini teker teker mülakata alın ve sorun; "Şu an ne yapıyorsunuz?" diye sorun. Ailelerinin desteği dışında hiç bir şeyi elde edememiş, yabancıların "loser"sıfatını sonuna kadar hak eden; sosyal hayatta zayıf yapılı kekolar ve bir takım Instagr.am filtreleriyle kendini güzel göstermeyi başarmış kaşarlardan başka bir şeyle karşılaşmazsınız. Sorsan, "mizah yapıyorum, mizahımı beğenmiyorlar." diye zırlar dururlar...
Radikal Blog'da da sık yazdığım tarzda bir şeydi bu gecenin "Metropol Notları". Maymunluk vardı bir aralar; bilir misiniz? Medya maymunluğu?
İşte, siz bir zahmet "sosyal medya maymunu" olmayın, hangi sosyal platformda olursanız olun; "kendiniz olun". Dikkat çekmek için değil, hissettiğiniz veya kendinizi bu şekilde ifade edebildiğiniz için "online" olun. Yoksa ne mi olur? En fazla bir takipçi kaybedersiniz, o da ben olurum muhtemelen ama aptallığınız ve ahmaklığınız baki kalır.

Hiç yorum yok: