Kaotik ortam sönmüştü. Sarhoşun etrafında iki çocuk,
onu yurduna götürüyorlardı. Ağlayan ise gözyaşlarını silmiş, yola koyulmuştu. O
zamanki aklımla "Amon Amarth yolu" dediğim yoldaydık. Yağmur çamur
pislik...
Yoldayken Gizem, arkadaşlarıyla önden yürüyordu.
Diğer arkadaşlarımın nerede yürüdüklerini bilmiyor ve umursamıyordum. Grubun en
arkasında, ağır adımlarla yürüyordum. Gizem bir Şebnem Ferah parçası açtı. İlk
albümlerden... "Sigara".
Telefonunun iğrenç hoparlöründen geliyordu ses. En
arkadan bağırdım, "Hanginiz açtı Şebnem Ferah'ı?" Gizem şok olmuştu
veya öyle olduğunu düşünmemi istemişti. Yanına yanaştım, "Güzel şarkıdır
bu." O ara Şebnem Ferah ikinci ergen neslini mezun etmemişti tabii;
dolayısıyla sıkıntı duyacak bir şey yok söylediğimde, şu an bile.
1500 kişilik erkek yurdumuza gittik, sarhoşu
yatırdık üç kişi. Kızları kantine oturttuk. Ardından bana, "Taşa oturma
hasta olursun." diyen kızdan aldığım aspirini sarhoşa götürdüm. Bir de
Türk kahvesi patlatıp uyuyakaldı ayyaş ya da ergen, "adını sen koy."
İyi çocuktu gerçi, ancak sarhoşa tahammülüm hiç olmadı.
Kantine geçtim, sarhoşun sevgilisine; sarhoşun gayet
iyi durumda olduğunu söyledim. Gizem'le nadiren konuşuyordum, ağzının içine
düşmemek için ancak; daha sonra herkesin sigaraya başlayacağı
"ortamımız"da sadece Gizem ve ben düzenli olarak sigara içiyorduk.
"Ben bi sigaraya çıkıyorum." diyip
kalktım,Gizem'in peşinden. Lafladık, gülümsemesi harikaydı çünkü otuz iki
dişini görebiliyordum o gülümserken. Dişleri çok güzeldi, boyu uzundu, saçları
da öyle. Konuşuyorduk boş boş... Hava, su, dersler, onun hazırlık arkadaşları
vesaire vesvete. Boş muhabbetler, sakıncasız düşünceler. Ağzının içine
düşmemeye çalışıyordum.
Gecenin sonlarına doğru, Ağır Roman var bende;
diyerekten laptopı kantine indirmem, filmin yarısını izleyen aptal kızların
sıkılması; sapların bilardoya geçişi; Gizem'in "Boş ver, ben kalanını
yurtta izlerim zaten." demesi ayrıntılardı. Gecenin sonundaysa Yeniköy'e
kahvaltıya gidilir, ben yine gömülürüm pek sallamadan insanları; Gizem onlardan
biri olmasına rağmen.
Ertesi gün ise, yurdumuzun kantininde misafir
ettiğimiz kızlar; bizi, kendi yurtlarına; yemeğe çağırıyorlardı. Hoş, yemek de
makarnaydı ancak sonuçta kızlarla haşır neşir olacaktık. Yoksa o mesafeyi
yürüyeceğime ya da o yurda kadar ring kullanarak gideceğime; gider yurdun
karşısındaki menemencide menemenin yanında bir litrelik kola açtırır ekmekle
dalardım.
(Farkındaysanız Bölüm 1'deki Efsun bu kısımların
hiç birinde yok. Neden, çünkü ben bir ateş böceğiyim o ara. Ateş böceği değilim
de, hesapta Efsun'u naza çekiyorum. Gerçi yok ya, naza çekme falan yok; Efsun'un da bana "Nasılsın" dediği bile yok; yakında kendini imha
edecek olan iletişim aracı MSN üzerinden.
Gittik, yemek dedikleri makarna salçalı ve iğrenç bir
şeydi; ses etmeyip gülümseyerek "elinize sağlık." dedik; güvenlik
görevlisi kadının gözü önünde, kızlara. Eşofmanlı kızlarla yemek faslı bitti ve
sigaraya çıkıldı yine. Gizem bu sefer Cem ile beraberdi. Cem sigara içmiyordu
ancak Abercrombie eşofman üstünün ceplerine elini sokmuş, götü dona dona; Gizem'in iki parmağıyla tuttuğu sigarasından nefes alışlarını izliyordu. Sohbet
ediyorlardı hesapta. Gizem bir metrelik duvarın üzerine tünemişti, Cem
ayaktaydı. Bende de o aralar nasıl bir özgüven varmış bilmem; Chesterfield
Turkish Gold'umu kaptığım gibi Gizem'in yanına tünemiştim.
Bir iki pozisyonda Cem'i bozup, yurdun içine geri
göndermiş; Gizem'le konuşmaya devam etmiştim. Mutlu muydum, hayır ama mutsuz da
değildim, Turkish Gold'u havaya üflerken... Pakedinde cami figürü olan sigara
mı olur lan!?!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder