Google+ boş mideye iki duble viski: Akşamdan kalma tesirli metropol notları 31

15 Şubat 2013 Cuma

Akşamdan kalma tesirli metropol notları 31

2012'nin başlarıydı. Bourbon'un aşıları bitmemişti, sanırım iki aşısı falan kalmıştı. İşten çıkıp eve dönüyordum. Dışarı çıkaracaktım, enerjisini atsın diye. Son dal sigara vardı pakette. Bırakacağıma söz vermiştim ve shuffle'dan bir şarkı geldi(akıllı, yüksek kapasiteli bir telefon kullanıyor olmama rağmen 80 gblık ipod classic'ten vazgeçmedim hiç, vazgeçmem de). "What You Are" Chris Cornell bağırıp çağırıyordu, ancak bunu yapmadan önce; ağır bir tirad geçiyordu.
"When you wanted me i came to you,
And when you wanted someone else, I withdrew.
And when you asked for light I set myself on fire.
And if i go, far away I know; you'll find another slave."
Ne beni istemişti ve ona gidebilmiştim, ne de benden bir dileği olmuştu. Sadece başka birini istediğinde aradan çekilmiştim. Hoş, bu; o dönemlere denk gelmiyor ancak halimi yeterince özetliyordu.

Gel zaman git zaman; aklıma kazındı. Yaklaşık altı ay sonra postalanmamın ikinci senesine gireceğiz. Uuu, büyük olay! Zaten bu bir buçuk senelik zaman zarfında ne kadınlar tarafından "siktir edildim" portfolyosu bile çıkarılabilir.
Hep söylediğim basit bir laf salatasıdır...
"İmkansızı oynamak güzeldir, her yaşta."

Yoksa ben bilmiyor muyum, Howlin' Wolf'tan "Who's Been Talkin'" eşliğinde beni bir yaz gecesi terk eden o güzel kadının geri dönmeyeceğini... Bal gibi biliyorum. Merak ediyorum gerçi arada sırada, hala okuyor mudur yazdıklarımı diye...
Gelmiyor işte, dönmüyor, dönmeyecek de. Ama ufacık bir şeyde hatırlıyorum. Örneklemek gerekirse; Etiler Marmaris isminde saçma sapan bir büfede ilk kez birlikte yemek yemiştik. Hoş, sadece ben yedim. O çay içti. Bir yaz günüydü ve Fenerbahçe, 2010-2011 sezonunun şampiyonluğunu kutluyordu; son maçla. Sivas maçıydı... Onu kendime yakın tutmuştum, kutlama ve fanatizm öğelerinin bir araya gelmesiyle neler olabileceğini biliyordum.

Daha saçması ya da basidi; Ortaklar Caddesi ilk kavgamızın yeriydi. O gün onu alıp ablama gidecektim. Çevreden biriyle ilk "tanışma" ya da "tanıştırma" faslı. Zaten çevremden -şu an evli- bir arkadaşım ve ablam hariç kimse tanımadı onu. İki haftadan uzun bir süredir görüşmüyorduk, özlüyordum; çok fazla. Taksiyle, Esenler'den geliyordu. Elinde bir dolu yük vardı. Annesinin yaptığı yemekler dahil... Bana Carrefour tabelasını görünce indiğini söylemişti. Ben onun söylediklerini, Carrefour'u görünce indiği şeklinde yorumlamıştım. Carrefour'un önüne geldim, yoktu. Terlemiştim, nefesim kesikti ve ölüyordum. Arayınca esasen söylemek istediği şeyi anlamıştım. O ara aldığım ilaçların da etkisiyle; bir sinir harbi içinde gitmiştim, taksiden indiği yere. Sarılmadım, öpmedim. Sadece bir taksi çevirdim, valizlerini taksiye attım. Ön koltuğa oturdum ve eve geldik. Oturduk, sinirliydim.
Eşyalarını hole bıraktım. İlaçlarım, alkol kullanmama izin vermiyordu. Bir duble rakı doldurup yuvarladım bünyeden aşağı. Sinirliydim, sinire kesmiştim ve pireyi deve yapmıştım. Oysa o zamanlarki salonumuz, yani orta odada oturuyordu; sinirliydi ve bir sigara yakmıştı. Önce rakıyı fondipledim, ardından fayanslı duvara bir yumruk attım. Yerimden kalktım, kendi odama geçtim. Lamb of God çalıyordu sanırım, öfkemi kusmak istiyordum ancak bir şeyler yazabilecek mecalim yoktu. Yanıma geldi, bir bezin içine buz koymuştu. Elimi tuttu. Bezi, sağlak olduğumu bildiği için sağ elimin üzerine koydu. Gözlerim dolmuştu, yüzüne baktım. Özür diledim. Öptüm, sarıldım. Ne kadar özlediğimi anlattım ama hiç renk vermedim ne ilaçlarımla ilgili, ne de psikolojik dengemle ilgili.

Toparlandık, ablama gittik ki o günkü sinirimle, geç gelen ablama da köpürmüştüm. Geç kalmıştı çünkü ve hazırlık yaptığından haberdar değildim. Gittik, en sevdiğim biradır; "Efes Tombul Şişe." Harika bir menü ve ben sevdiğim için bir tane bira; ama sadece bir tane. Medikal durumum etkilenmesin diye sadece bir bira... Birlikte geleceğimizi bilmiyordu. Tanıştılar, kaynaştılar. Ablamın evinden çıktık, evimize geçtik. Ona o gece, sarıldım; sadece sarıldım. Hani şu, "Sadece sarılıp uyuyacağız." yalanınız var ya, işte o benim gerçeğimdi. Ben sadece ona sarılmak istiyordum, daha önce defalarca sevişmiş olmamıza rağmen; sadece onu hissetmek ve koklamak istemiştim o gecenin sonunda.

Neden mi anlattım bu kadar ayrıntıyı? Benim, o da dahil; üç aydan uzun süren bir ilişkim olmadı. Ancak "sevgilim"dediğim bir kadın olmadan bir günümü bile geçirmemeye çalıştım, "uzun" mesafeler dışında. Ve İstanbul'dan bu yüzden nefret ediyorum. Onun evinin olduğu Kocamustafapaşa'dan, onunla saatlerden öte; günler geçirdiğimiz Fulya'dan, Beşiktaş'ta benim için çarşaf, nevresim vs. aldığımız pazardan, Thales'ten, ilk kez ağır kavga ettiğimiz Ortaklar Caddesi'nden, İstiklal'in girişinde, sağdaki sinemadan, Beatles Cafe'den, mahallede birlikte keşfettiğimiz otobüs durağından... Her şeyden, onu hatırlatan her şeyden nefret ediyorum artık. Çünkü hafif bir gülümsemeyle geriye bakıp, "Olsun, iyi ki yaşanmış." diyemiyorum ayrılığın ilk ayında olduğu gibi. Cümle sabit artık: "Keşke hiç bitmeseydi." Kendini kocaman bir kediye benzettiği için, lakabı bir kedi olduğu için; onunla ilgili bir playlist bile yapmıştım.
Zaman, akıp gidiyor. Tutmak gereksiz evet de; anıların acıtması bitmiyor. Esas sıkıntı o.

http://www.youtube.com/watch?v=uyqb1uVhakY&list=PLucnpeqA9XHDnCobvRgG6IDyyeEMGhC4D&feature=mh_lolz



Hiç yorum yok: