O akşam, Cem hemen arkamdan konuşmaya başlamıştı. Alenen yazılıyordu çünkü Gizem'e, Gizem ise onu zerre sallamıyordu. Aynı memlekettenlerdi (Ankara) ancak ben, hesapta taşradan gelen çocuk; resmen Cem'in yoluna taş koyuyordum.
Aslında keyif de almıyor değildim Cem'in sinirlenmesinden. Ancak esas hedefim olan Efsun'un da bulunduğu bir MSN toplu konuşmasında "En büyük abaza Mahmut ahahah" demesi beni çileden çıkartmıştı.
Ekledim Cem'i, yanımdaki Vanlı, ama Mersin'de büyümüş arkadaşım Serhan'ın gazlamalarıyla konuşmaya başladım. Serhan liseden arkadaşımdı ve kendi yurt odasından çok benim odada takılırdı. "Bir şeyler duydum?" diye başlayan muhabbet, Cem'in inceden tırsması ve benim "Ben kıskanmayı da, kıskanılmayı da iyi bilirim; ancak bir daha arkamdan konuştuğunu duymayacağım, oldu mu?" dememle son buldu. Zaten muhabbetin tümünü Serhan yazdırmıştı.
Ertesi haftasonu; Gizem'in de olduğu bir haftasonu akşamı hep beraber dışarı çıktık. Aslen planım, Mersin'de tanıştığım Ankaralı sevgilim yanına gitmekti. Evet, hızlı yaşıyordum ve uzaktan bir ilişki de yürütüyordum iki kadının arasında. Efsun'un o akşam gelmeme sebebiyse Cem dangalağının kırdığı "En büyük abaza" potuydu. Hande Ankara'da bekliyordu, biletlerimi almıştım. O gece oradaki herkes Ankara'ya gideceğimi bilmekle beraber, Serhan'ın da verdiği "İşte bu arkadaşımız da Lost'taki Sawyer gibidir. Ankara'da, Eskişehir'de sevgilileri vardır." gazını alıyordu.
10.30 gibi kalktım masadan. Muhabbete doyum olmaz dedim, Akdeniz barda oturuyorduk bu yüzden hesabı da kasada ödedim. 110 otobüsüne doğru yola çıktım, resmen Ankara'ya gidiyordum, sevgilimin yanına; hesaptaki sevgilimin yanına, hatta sadece bir kez öpüştüğüm, liseli bir kızın yanına. Benden iki yaş küçüktü bir de...
110 otobüsüne bindiğimde, lisedeyken aldığım, renkli ekranı olmamasına takılmadığım mp3 playerımı açıp "Shuffle" tuşuna bastım. Gelen ilk şarkı manidardı. Metallica'nın "So What?" yorumu... Gitmek istemiyordum, Akdeniz'de kızlar vardı, Gizem vardı, muhabbet vardı.
Geri döndüm. Biletleri masaya attım.
Garson bizim masaya geldiği an bir duble Jack dedim.
Shot yaptım dubleyi, yuvarladım midemden içeri. Adam gitmeden bir tane daha istediğimi söyledim. Gizem suratıma bakıyordu, kocaman gözlerle. Cem ise masanın en köşesinde sikik bir şekilde oturuyordu.
"Niye gitmedin?" dediler, "Bilmiyorum." dedim. Gitmedim işte, niye sorguluyorsunuz ki? Başım dönmeye başlıyordu. İkinci Jack'i yavaş içmeliyim dedim ancak alkol sınırımı çoktan aşmıştım. Başımı masaya koydum, masadaki kızlar ağladığımı düşündü. Başımı kaldırdım, sarhoş olduğumu düşündüler. Tekrar başımı masaya koyunca kızlar sırayla yanıma oturup, "Boş ver, en doğrusunu yaptın." diyorlardı. Bense o sırada yere kusuyordum ince ince, yavaş yavaş işleyerek. Gizem ise kulağıma gelip "İyi misin? Gerçekten soruyorum. Takılma bu kadar, lütfen bizi de üzüyorsun." diyordu. Ben de "Hea" diyip kusmaya devam ediyordum. Aslında iyiydim de ne yaptığımın farkında değildim, o masaya başımı koyma amacım kusmaktı.
Zaten ardından Serhan'ın kırdığı bir pot ile ortamlar gerildi, yollara çıkıldı ve metroyla yurda doğru yaptığımız uzun yolculuk başladı.
Metrodayken ise Cem; "Yea, birisi montuma kusmuş yea" diye ağlıyordu, ben metronun içinde yaktığım sigarayla sırıtırken...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder