Öncelikle, 33 ve 34'te rakamlara pek takılmamıştım. 34 doyduğum, 33 ise doğduğum şehri temsil eder. Ben hep 33 kaldım orası ayrıdır da, bir kere bile ziyaret etmediğimin 35'in yeri; Göztepeli bir kardeşimden dolayı apayrıdır. Ne Göztepe maçına gittim, ne İzmir'e. Ancak İzmir'den de delikanlı, sağlam adam çıkabileceğini göstermişti mevzu bahis arkadaş. Aramızdaki binlerce kısa diyaloğu değil de; iki mevzuyu paylaşsam yeterli aslında.
(İzmir'deki arkadaş) -Alkolü bırakıyorum.
(Ben) +Tekel iflas eder sen alkolü bırakırsan.
-O da doğru. Biz seninle hiç kafeye gitmedik Mahmut.
+Harbi lan.
Kimi dostluklarının temeline temel öğe olarak alkolü yerleştirir, ne yaparsın işte. Bir de, bahsettiğim Göztepeli'nin bana taktığı bir lakap vardı; "Aliço". Canım Ailem dizisindeki Aliço ile aynı memleketten olduğum için. Aradan dört seneden fazla geçti, bizi tanıştıran arkadaşlarımızla görüşmez olduk ancak muhabbet sürdü gitti. Yaz başında da askere giderken; ona kurşun deliği işlemeli zippomu tam takım gönderdim. Sırf başlık 35 olduğu için anlatıyorum bunları... Askerde başına bir şey gelmedi çok şükür; kısa dönem yaptı döndü; İzmir'den olup da, "adam"diyebildiğim tek "adamın".
Arkadaşlıklarla girdik mevzuya ve alkol ile. Bir gün dışarı çıktık, Twitter'dan tanıştığım bir arkadaşla. O benim blogu okuyordu, ben onun; dedik iki muhabbet edek... Dünya üzerinde görebileceğiniz en "takmayan" adamlardan biriydi. Kadıköy'de buluşup içtik, saatlerce. Bir ara yanımıza bir çocuk geldi. Renkli gözlü, sarışın, çat pat Türkçe konuşan 19-20 yaşlarında bir herif. Neden burada, Erasmuslu mu bilmiyoruz.
"Abi ben Türkiye'de yaşıyor, bunları yapıyor." diyerek çantasından; el işlemelerini çıkardı. Enteresandı, zerre ilgimi çekmemişti ancak burada; gurbetteki çocuğun elinde; yine buraya ait bir şeyler vardı ve emindim, kendisi yapıyordu ki inanın bana; bir çoğunuzdan daha kibarca konuşmaya çalışıyordu. Almadık tabii satmaya çalıştıklarını, yan masaya gittiğindeyse gözüm oraya dikildi ve kaşlarım çatıldı.
Kızlı erkekli bir grup, gruptan beyaz gömlekli ve kotlu ayının teki; çocuğu resmen makaraya alıyordu. Eğer çevirdiği taşşak muhabbeti biraz daha sürseydi; önce masalarını devirmek, ardından da beyaz gömlekliye kafa atmak planlarım arasındaydı. Dalga geçmeyi kestiler, elemanlardan biri çocuğa yardım amaçlı satın aldı el işlemesini ve mevzu kapandı.
Tamam, 35 ile; 35lik rakı tadında muhabbetlerle başladık ancak kopuk kopuk olacağı belli bunun. Siz siz olun, Facebook'tan bir kadınla; sadece görüntüsünü beğendiğiniz için iletişime geçmeyin. O kadın, dört beş senedir görmediğiniz; üniversitede tanıştığınız bir elemanın karışık ilişkili eski sevgilisi olabiliyor ve kafanızı sikebiliyor.
Çok güzeldi, hatta harikaydı. Ancak konuşmamızdan bir gün sonra, hem üniversiteden tanıdığım elemandan; hem de kadından mesajlar yağmaya başladı. Kadın, elemanın nasıl göründüğünü ve nasıl bir huya sahip olduğunu soruyordu; eleman ise kadının bana kendisini sorduğu mesajın tarih ve saatini. Kafam sikiliyordu. Minik minik, incik cıncık... Sonra suskunluk oldu. Eleman, hatuna; "canıma kıyacağım" demişti ve ortadan kaybolmuştu. Telefonu kapalıydı, hatun telaş içindeydi, ben de "Bir şey olmaz yahu." diyordum. Eleman intihar falan etmedi, "şaka yaptım sadece" diyerek telefonu açmış hatta; kız da dellenmiş. Zaten aradan bir gün daha geçmeden kız Facebook'taki ilişki durumunu bambaşka bir herifle ilişkisi olduğu şeklinde güncelledi. Hayatını siktiğimin görünürde üniversiteli, zihinde liseli gençleri... Bokunuzda boğulun, size müstehak.
Galatasaraylıyım ve bundan gurur duyuyorum. Mustafa Sandal'ın "Beni Ağlatma" parçasını "Fener Ağlama" şeklinde yeniden yorumlayan bir tribün benim için yeterince keyiflidir. Lakin o şarkıyı dün tekrar tekrar dinlediğimde fark ettim ki; gerçekten, 90lar müzikal açıdan benim zamanımdı. Sadece hayatımın her döneminde deliler gibi dinlediğim rock, alternatif ya da blues grupları dışında; Kral TV'de yayınlanan pop kliplerinde bile; ciddi anlamda kalite vardı, müzikal bazda. Şimdi? Of şimdiyi konuşmayalım, gerçekten.
Ne zaman bir D&R'a gitsem, içim gider benim.Son analog kayıtlar, kasetlerdi. Çok fazla kasedim olmadı, kasetçalarlar ise hiç bir zaman kaliteli olmadı. İçimin gidiyor olmasının sebebiyse, mevzubahis; hayatımın her döneminde deliler gibi dinlediğim adam ya da grupların; 180 liraya da olsa; taş plaklarının satışa girmesi... Soundgarden, Nirvana, Metallica, Alice In Chains ve diğer bir sürüsü. Yalan yok, oturdum araştırdım bir pikap bir amfi ve bir ses çıkış ünitesi şeklinde kuracağım sistemin bana ne kadara mal olacağını. "Çok fazlaya." İnsan istiyor ama işte; sonucun sıfır olacağını bilse de.
Küçüklüğümden bir anektodu hatırlamıştım geçen gün, ancak onu sadece iki paragraf yazıp piç etmek istemiyorum. Anahtar kelimeler: Atatürk, 29 Ekim, Baba.
İyi geceler.
1 yorum:
eyvallah hocam. Şu senin erasmuslu muhtemelen ukraynalı gençlerden kuşadasında da var bikaç tane, geçenlerde aynı gün iki tanesiyle muhattap oldum. Ya aynı adamlar geziyo yada işi ticarete dökmüşler. Türkleşmezlerse iyidir
Yorum Gönder