Metal Müziğin Ticari Evrimi:
New Wave Of American Heavy Metal
(Nam-ı Diğer: Metalcore)
New Wave Of American Heavy Metal ismi, ilk olarak Anand Clique isimli, yeni nesil death metal icra eden bir grup tarafından albüm ismi olarak kullanıldı. Metalcore ismi ise Dirty Rotten Imbeciles’in bir albümünün ismiydi 1980lerde...
NWOAHM’yi 90’ların nu-metal kasırgasıyla aynı kefeye koyabiliriz aslında. Böyle bir benzetmeye gitmemin iki sebebi var. Birincisi, ikisinin de Amerika çıkışlı, ticari kaygılarla beraber bir çok türü birleştiren, ancak asla tam olarak bir sentez yakalayamamış iki müzik türü olması... İkinci sebebim ise ikisinin de çıktığı zamanlarda (nu-metal türü yaklaşık olarak 1995’te dinleyiciye hitap etmeye ve göz boyamaya başlamış, metalcore ise 2000’lerin başında yaygınlaşmıştır.) hitap ettiği kesim aynıdır: lise gençliği...
NWOAHM’in kökleri arasında punk, hardcore, thrash metal, heavy metal, power metal, new wave of british heavy metal, alternative rock, hard alternative sayılabilir kağıt üstünde. Bu tarzlar arasında türde en dominant olanları hardcore ve thrash metaldir fakat metalcore crossover bir tür olarak görülse de asla crossover etiketi yapıştırılmamalıdır. Zira ilk dönemlerinde (daha doğrusu popüler olmadığı dönemlerde) crossover thrashi andırsa da, crossover thrash’a oranla daha yavaş ve daha ağır bir türdür ve temeli core’dur. Ancak günümüz metalcore’unun oluşmasında asıl kilometre taşlarını ise –biraz subjektif bir liste olsa da- şu formatta sıralayabiliriz:
1-Rage Against The Machine: 90’ların kasıp kavuran grubu nu-metalin oluşmasında en büyük rollerden birini oynamıştı. Sert vokaller, alışılmışın dışında gitar çalış şekilleri, farklı gitar tonları, grubun dünyada eşi benzeri olmayan bir müzik icra etmesini sağlıyordu. Ayrıca öfkeli ve hardcore’u andıran vokaller, ara ara screamler hem nu-metal için, hem de metalcore için esin kaynağı olmuştur.
2-Suicidal Tendencies: Crossover olarak nitelendirilen bir tarza sahip olan grup, aslen nu-metal’in oluşumunu fazlasıyla tetiklese de, metalcore’un groovy riffler içermesinin sebeplerindendir. (Bu arada ilginç bir dipnot: Suicidal Tendencies’in “Lights, Camera, Revolution” isimli albümü, Limp Bizkit frontman’i Fred Durst’ün hayatında en çok ilham aldığı albümlerden biridir.)
3-Pantera: 1990’ların en büyük devrimlerinden birine imza atan, rahmetli Dimebag Darrell’ın grubu, sert ve keskin riffleriyle, alışılmadık vokalleriyle, groovy ritmleriyle Amerika’daki metal devleri piyasasına girmiş, o dönemin müzik yapmaya meraklı gençlerini fazlasıyla etkilemiştir. Özellikle Cowboys From Hell albümüyle adından sıkça söz ettirmeye başlayan grup, Far Beyond Driven ve sonrasında çıkardığı kayıtlarda müziğinde daha çok hardcore öğesi bulundurmaya başlamıştır. (Pantera’yla metalcore’un ilgisine örnek olacak bir anektod da, türün önde giden grupları arasında yer alan Devildriver vokali Bradley Fafara’nın –ismini hatırlayamadığım bir konserde- “Şimdi çalacağımız şarkıyı bilmeyenler lanet ....ımı öpebilirler” şeklinde bir anons yapıp Walk parçasını çalmalarıdır.)
4-Sick Of It All: NYHC’un temsilcileri arasında sağlam bir yere sahip olan grup, scream vokallerle, extreme müziğiyle, hızıyla, distortionlı gitarlarıyla metalcore’un oluşumunu hızlandıran gruplar arasındadır diğer NYHC gruplarıyla beraber.
Kronolojik olarak müziğin tarihini incelersek, Dirty Rotten Imbeciles türün ismini kazanmasında en önemli rolü oynamakla kalmayıp, türün ilk tohumlarını da atmıştır. Lakin metalcore’a –günümüz metalcore’una- en yakın müziği yapan grup ise Nuclear Assault olmuştur.
1990’larda ise tür henüz popülerleşmemiş olmasına rağmen metalcore soundlu gruplar ufak ufak yerlerini almaya başlamıştır. Congress, All Out War, Roscach türün 90’lardaki lokomotif grupları arasındadır lakin o dönemlerde metalcore’un suyu çıkarılmamıştır henüz. 1990’ların sonunda Unearth metalcore grupları arasında billboardlarda en iyi 200’e girebilen ilk grup olmuştur.
2000’li yıllarda ise hafiften hafiften metalcore’un suyunu çıkarma dönemi başlamıştır. Artık elit plak şirketleri de bu müziğe fazlasıyla eğilip metalcore’u popülerleştirme girişimlerinde başarılı adımlarla ilerlemişlerdir.
Peki metalcore neden ticari bir dalgadan öte gidememiştir? Bunun sebebi plak şirketlerinin başındaki para babalarıyla türün Amerika’da kendini bulmuş olmasıdır. Zira Amerika’nın 1 numaralı müzik kanalı –olduğu iddia edilen- MTV bu karışımı liseli beyinlere monte etmenin kolaylığını anlamış ve mükemmel bir pazarlama politikasıyla çeşitli programlarda göstermeye başlamıştır.
Lakin metalcore etkileşimli gruplar da –One Man Army and the Undead Quartet, Mastodon, Lamb of God, Thine Eyes Bleed, Killswitch Engage, Hatebreed vs- daima bu “ticari müzik” damgasını yemişlerdir ki aslında yaptıkları öfke dolu müzikteki samimiyet çoğu “gerçek metal” grubuna göre daha fazladır. Bu yüzden bu grupları bambaşka bir kefeye koymak yerinde bir tavır olacaktır. Ancak eğer bu grupların prodüksiyon şirketleri pazarlama konusunda üstlerine düşeni yapabilseydi, belki şu an metalcore diyince eski kafa heavy metal dinleyicileri bile az da olsa heyecanlanabilecekti. Lamb Of God bu günah keçileri arasında en bilindik ve yazık edilmiş grup olmuştur benim gözümde. “Thrash metalin yeni yüzü”, “Pantera’nın veliahtı”, “Pure American Metal” şeklindeki başlıklarla metal piyasasına adeta dalan grup daha sonra icra ettiği müziğe benzer takılan gruplarla aynı kefeye konup esas metal dünyasında hep geri planda kalmıştır. Ancak yukarıda bahsettiğim gibi, prodüksiyon şirketinin “Pure American Metal” şeklinde nasyonalist bir yaklaşımla grubu piyasaya sürmesi bile Lamb Of God’ın gözden düşmesine sebebiyet vermiştir.
Sonradan akıma ayak uydurup bu tarzı icra eden gruplarsa ruhlarını gitgide yitirmiş ve popülerliklerinin artmasıyla “Davayı sattı” şeklindeki klişe tabirlerle metal camiasında günden güne gözden düşmüşlerdir ki hakettiklerini de bulmuşlardır bir bakıma. Zira başlangıçta yaptıkları sert, öfkeli müziklerini –plak şirketlerinin de baskılarıyla- albümden albüme yitirmiş, müziklerindeki ruhu da kaybetmişlerdir. Genel olarak bu tarz gruplar Avrupa Melodik Death Metal sahnesinden çıkar. Örneğin: In Flames, Children Of Bodom...
Kökleri ve grupları bir kenara bırakırsak, bu türün albümlerde en çok ön planda olan öğesi farklı vokalleridir. Clean vokalle scream arasında gidip gelen, kayıtlarda genel olarak ön planda duran ve metalcore icra eden gruplar arasında stereotip haline gelmiş bir vokal tarzı, tizleri baslarına göre daha dominant bir gitar tonu, power akorlar yerine drop-tuned gitarlarla bare basarak doldurulmuş riffler ve kickleri gereksiz bir biçimde abartılmış davullar... Müziği bu şekilde özetledikten sonra, geçelim image-maker’ların işine...
Gruplar genel olarak jöleyle yapıştırılmış, arkadan hafifçe kabartılmış omuz hizasında saçlar, Teksas havasını yakalamak amacıyla –veya değil- takılan damla gözlükler, iyice suyu çıkartılıp emo-core alemine girmiş gruplarda (bkz: Atreyu) gözlere çekilen kalemler, parmaklara sürülen ojeler imaj olayının temelini oluşturur. Ayrıca kliplerinde sıklıkla Converse, Emerica, Vans marka ayakkabılı, dikenli bileklik takan sağa sola çok sert bakışlar fırlatan, irili ufaklı gençler görebilirsiniz.
Türü en çok dinleyen kesimse genel olarak annesi ve babasıyla problemler yaşayan, 20’sini geçmemiş, kişiliğini yavaş yavaş oturtmaya başlamış, sevdiği kız çıkma teklifini reddedince işlerinin yolunda gitmemesini tanrıya bağlamış ve ateist olmuş, sigaraya yeni başlamış, emo olmayı hayat tarzı edinmiş lise gençliği... Zaten blu çağında hayatındaki bok-püsüre fazlasıyla kafayı takan gençler lise döneminde eğer basketbol takımında değilse, kızsa ve okuldaki her erkeğin aklına banyoda bir kez gelmiyorsa, altında arabası yoksa, derslerinde başarsızsa, -durumu iyice spesifikleştirirsek- okuldaki Amerikan futbol takımının ponpon kızları arasında yer almıyorsa, isyanını muhtemelen müzikle gerçekleştirir. Metal müziğe meğilli olanların da şehir merkezinden gözüne en çok afili albümü alıp dinlemesi de çok sıradan bir şeydir. E, şu an heavy metal müziğin en popüler alt türünün metalcore olduğunu da gözönünde bulundurursak, dinleyici kitlesinin –veya plak şirketleri için müşteri kitlesinin- lise gençliği olması da kaçınılmazdır. Zira metalcore aslında bir sentez müziği olduğu için gençlerin heavy metal dinlemeye başlamalarında ilk basamaktır.
Senaryo tanıdık geldi mi? Yaklaşık on sene önce ekranlarda babası tarafından kemerle dövülen bir kız görür müydünüz? Veya sevdiği kız kendisini aldatınca depresif takılan bir erkek? Ekranlarda bol bol boy gösteren Limp Bizkit, Korn, Linkin Park, Crazy Town... Hepsi gençliği dinleyici baz alıp müzik yapan, genel oalrak gençliğin sorunlarına inen, veya aşkı anlatan şarkılar da 90’ların nu-metaliyle 2000lerin metalcore’unun sadece bir evrim farkı olduğunu gözler önüne seriyor.
Sonuç olarak metalcore, şu anda dünya bazında popüler olan, popüler olduğu kadar da gitgide yozlaşmış ve kendini bitirmiş bir müzik türü. Tabi kendini bitirmesinde grupları mı, prodüktörleri mi, yoksa kanalları mı suçlamak gerekli, orası tartışılır. Lakin eğer Lamb Of God’lar, Hatebreed’ler, Thine Eyes Bleed’ler durumu toparlayabilselerdi, belki şu anda metalcore emolarla anılan bir müzik türü olmayacaktı, veya şu an zaplama sırasında MTV’den geçerken alternative grupları görüp müziğimizin ayağa düştüğüne üzülmeyecek, “Ne hale getirdiniz lan heavy metali!” şeklinde tepkiler vermeyecektik. Gidişata bardağın dolu tarafından bakıp “Lan belki bu bir başlangıçtır, hem Lordi de geçen sene Eurovision şampiyonu olduğuna göre artık insanlar gerçek müzik dinlemeye başlarlar. ” demek de içimden hiç gelmiyor açıkçası. Metal müzik konusunda faşist bir görüşe sahip olmam ve onu dünün bebeleriyle paylaşmak istemememin de bir alakası olabilir tabi. Ancak cevabını merak ettiğim ve vurgulamak istediğim tek bir soru var: Bundan sonra ne olacak? Her on yılda bir işin suyunu çıkarıp NeoNew Hard Metal gibi saçma sapan isimlerle saçma sapan müzikler mi konacak önümüze, yoksa gerçekten de Pollyanna’cılık oynayanların hayalini kurduğu gibi metalcore’larla nu metal’lerle heavy metal dinleme yaşı 6’ya inecek ve insanlar popüler olmayan bir şeyi popüler yapıp, underground’ı mainstream’e taşıyacaklar mı? Bekleyip göreceğiz...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder