-Kalmayacak mısın?
-Yok.
-Oğlum sıkıntılı mısın, arıza mısın kal işte?
-Yok, başka zaman olsun ne olur.
En sevdiğim diyaloglar aslında bunlar. Kapı önü diyalogları. Ablamın evinden çıkmak üzereydim, eşi ve kendisi ısrar ediyordu kalmam için. Hatta eşi paltosunu giyinmişti. "Ben şimdi bakkaldan bira alırım ikimize." dedi. "Yok." dedim. Eve gitmem lazımdı ve yalanım hazırdı. Tez yazacaktım ertesi sabah.
Yalanımı sikeyim.
Her zaman paylaşmak istemiyorsun işte. Saatlerce, neden eve gitmek istediğimi; neden evde uyumak istediğimi veya geçirdiğim sabit sıkıntı, sabit alkol, az Apranax, bol Atarax dönemleri anlatmaya mecalim yoktu. Bu yüzden de yalan söyledim. Dr. House'un söylediği gibi, "Herkes yalan söyler."
Enişte bey, her durumda bakkala gideceğini söyledi. Birlikte yola koyulduk. Hafif alkollüydük. "Neden kalmak istemiyorsun?" dedi. "İş, güç..." dedim.
Yeni evli bir çiftin evinde kalmak zaten başlı başına bir rekabet iken; o yeni evli çiftin bir tarafı ablamdı. Deli değildim; ancak on senedir evli olsalar, çocukları falan olsa da kalmazdım orada. Hatta, ablamın evi değil de, deli gibi seksi, harika, taş gibi bir kadının evi olsaydı orası, yine kalmazdım. Bir yorumda, kendi cehennemimi yarattığımı yazmıştı birisi. İşte o cehennemde bitmeliydi gece, şartlar ne olursa olsun...
Yollarımızın ayrılacağı noktaya, Acıbadem'deki uzun caddeye çıktığımızda bir kez daha döndü ve cidden içten bir serzenişte bulundu: "Oğlum bak, baban geldiğinde rakım yoktu; adamcağıza UZO içirdim, çakmasını... Sana alacağım rakıyı, bir gün kal." dedi. "Tamam söz, Nisan'da hava güzelleşir, kalırım, o balkonu kullanırız." dedim.
Arkamı döndüm, yürümeye başladım.
"Teşekkürler." dedi.
Hafifçe el salladım. Aklımda; Noah Gundersen'ın "Family" parçası vardı. Hatta o parçanın nakaratı vardı... Değişmiştim, farkındaydım da; bu denli değişeceğimi tahmin bile edemezdim.
"So bum me a cigarette, buy me a beer till i'm happy to be here, happy to be here. With all of my family hookers in heels and the men who watch them like hungry black eels."
"Bana bir sigara yak, bana bir bira al; ta ki ben burada olmaktan mutlu olana kadar. Tüm ailemle; topuklular içindeki fahişeler ve onları aç, siyah yılanbalıkları gibi izleyen erkekler ile."
Ailemden uzaklaşıyordum, içime kapanıyordum ancak kendi içimde bir yolculuğa çıkmıyordum asla. Ailem de, tıpkı arkadaşlarım gibi kesik yemişti; çalkalanmalarımdan. Benim ailem; çoktan fahişeler ve abazanlar olmuştu. Kimsenin bundan haberi yoktu. Kafeler, barlar, kahvaltılardan ziyade; kırk yılınbaşı iş güç gereği Taksim'e damladığımda gittiğim Rocknrolla bar dışında, evde rakıya saygısızlık etmek istemediğimden gittiğim meyhaneler ya da Galatasaray maçlarını izlemek için gittiğim çöplük olan Aslanım Bar dışında, sosyalleşmiyordum. Sosyalleşmek istemiyordum.
İzbe barlar ve köhne meyhaneler, benim içindi. Oralara müdavim olup, ailemi benim gibi müdavimlerden seçiyordum. Buraları okuyanlar dışında kimsenin de haberi yoktu durumdan.
Olmayacaktı da...
Metrobüse binerken kulağıma kulaklıkları taktım ve uzun zamandır dinlemediğim o şarkıyı açtım. Noah Gundersen'dan dikey geçişle Müzeyyen Senar'a ilerledim. "Kimseye Etmem Şikayet."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder