Google+ boş mideye iki duble viski: Glikozla kuvvetlendirilmiş mısır tarlalarındaki anason aroması 2

13 Mart 2013 Çarşamba

Glikozla kuvvetlendirilmiş mısır tarlalarındaki anason aroması 2

Ben kimseye top şeklinde bir ağaç gösteremedim.
"Bir Zamanlar Anadolu'da" adında bir film var. Portakal mı ayı mı ne bir şey almış işte; sinema dünyasının magazin ve ödül haberlerini çılgınlar gibi kovalayan ılıklar bilir... Güzel filmdi aslında, yalan söylemiyorum ancak yönetmen ben olsam o film iki saat elli dakika değil, bir buçuk saat sürerdi en fazla.
Gelgelelim; komiser, suçluya cinayetin yerini soruyor. Suçlu zaten şokta, enteresan bir adam...
-Top şeklinde bir ağaç vardı, diyor.
Komiser ise suçlunun tarif ettiği üç ayrı konuma, Anadolu'da; savcısı jandarmasıyla birlikte gidip de cinayetin işlendiği yeri suçluyla birlikte bulamayınca; çıldırıyor ve suçluyu dövmeye başlıyor.
-Bana top şeklinde bir ağaç göstereceksin!
O kendinden geçmiş, kirli sakallı ve uzun yağlı saçlı suçludan farkım olmadı hiç bir zaman; elimden geleni ardıma koymasam da... Top şeklinde ağaçlar göstermeyi vaat ettim kimi zaman, alkolün dozajını kaçırınca ya da dayanamayıp onlara, onları ne kadar sevdiğimi söyledim ki bir insanın size sevgi göstermesi başkadır, misantrof ve yalnız yaşamayı hayat felsefesi edinmiş, telefonda konuşmaktan nefret eden bir adamdan bunu duymak bambaşka...
Ne biz büyüdük diye kirlendi dünya, ne de bütün renkler birdenbire kirleniyordu; en hızlı kirlenen beyaz oldu... Ben o vaatlere, hareketlere ters düşen çok fazla davranış içinde bulundum. Bir yalan vardır ya hani, "Yattığım kadınlar acımı hafifletiyor." şeklinde, Teoman-vari.... En büyük aldatmacadır bu. Hafifleyen sadece göbeğinizin ağırlığıdır, hızlı koşan atın jokeyiyseniz. Ancak bir aralar bazı yalanlara inanmak iyi geliyordu işte.

Yalan söylemek kolaydır, kendinize yalan söylemek ise daha kolaydır fakat yüzleşmeniz gerektiği zaman, kendinize söylediğiniz yalanlar, zaaflarınızı ortaya çıkarır. Doyamıyorum mesela ben, kadınlara. Hep daha fazla kadın, hep daha çok kadın, hep farklı kadınlar... Arayış içinde değilim eskiden olduğu gibi. Bir çok sitede hesabımı kapattım hatta ve "av" amaçlı dışarı çıkmaz oldum. İşte o zaman da, onlar bana gelmeye başladı. Dengeler değişti tamam da ben de hiç "hayır" diyemedim. "İstemem yan cebime koy." bile demedim hatta. "Gel." dedim herkese.
Bir yerde patlayacağım belliydi, galiba patladım.
En boktan tarafıysa, cinsel bariyeri bir kez dahi aşmak; arkadaşlığı her daim bitiriyor. Kıskançlık krizlerinin peşi sıra aynı reaksiyonu göstermiyor olmam, zaten iki elin parmaklarını geçmeyen arkadaşlarımın sayısında ani azalmalara sebep oluyor.
Yine gitti işte herkes, yine yalnızım ve "yalandan" rahatım. Kurunun yanında yaş da yandı, alkolsüzken çekebildiğim insan sayısı bir sene içersinde yine dibe vurdu. Aileme karşı bile telefonu açmıyorum bazen ki arkamdan iş çevrildiğini, dedikodumun ailemin içinde bile çatır çatır yapıldığını bilirdim hep ancak sırt çeviren ben oldum bu sefer.
 İki numaralı yalan: "Dibe vurmadan, yüzeye çıkamazsın." Her sabah dibe vuruyorum, bir akşam zirve yaptığım olmadı. Doktorlar tavsiye ediliyor, cevapları sabit: reçeteler veya AMATEM. Olmazsa da "yatırın." Üç ihtimalden herhangi birini şu evrede kaldırabilecek durumum yok manevi açıdan. Temmuz'a kadar sıkmam gereken otuz iki diş ve aynı hikaye: kan, ter, gözyaşı. Sonra okulun bitimi, sonra Amerika'ya vize alma umutsuzluğu, boş çabalar...
Ama devam, keyif aldığım tek eyleme devam, yazmaya devam; hatta belki şanslı olurum düşüncesiyle İngilizce yazmaya devam.


Hiç yorum yok: