Şimdiye kadar kaç kez çıkmıştım acaba Bağdat Caddesi'ne? Biraz düşündüm ve bu rakamın onu geçmeyeceğini tahmin edebildim. Çünkü üniversitede ilk senemde bana palto almak için; halamla beraber çıkmıştık bir kez. Beymen miydi, Zara mıydı bir yerden almıştım paltomu cadde üzerinde. Hala markasına bakmadığım için, emin değilim. Zaten bu markaların hepsi birbirinin aynı değil mi? Beymen, Zara, Cotton, Damat, Tween bidibidi; bıdıbıdı...
Bir iki kez, hesapta manitasal bir faaliyet sebebiyle yollara düşmüştüm. Mersin'de tanıştığım, İstanbul'da yaşayan bir kadındı. Zaten halamdan çıkıp onun yanına gidiyordum ki yol yirmi dakika sürmüyordu bile.
İki üç kez de Caddebostan sahilde içtiğim biraları saysan; tabii yahu, onu geçmiyor rakam. Ne işim olabilirdi ki benim Bağdat Caddesi'nde? Barların erken kapandığı, insanların fiyatlardaki tuzluluk ya da planlı programlı olmaları sebebiyle içmeyi erken kestiği, kaostan arınmış, modern ve temiz bir yer zaten orası. Bense kör kütük sarhoş olmayı amaçlayan ve herhangi bir barda tek başına oturup sarhoş olmayı bekleyebilen bir adamım her gecenin sonunda.
Kahve iç, Starbuck's'ta saatlerce otur, alışverişe çık vs mevzular da bana gelecek şeyler değil, her ne kadar Starbuck's kartım olsa da. Gerçi onunla da filtre kahve alıp en fazla yarım saat oturuyor ve tabanları yağlıyorum.
Ama bu sefer, gerçekten bir amaç uğruna oraya gitmem gerekliydi. Bir üniversitede dişçilik son sınıf okuyan; çok yakın bir arkadaşım var. Ağzımın içinde de kanal tedavisi gerektiren bir çürük diş vardı. Kayıt ücreti dışında herhangi bir maddi gereksinim olmadan; beni fakültesinin muayenehanesinde tedavi edebileceğini söylemişti. Zaten yakın arkadaşımdı ve ona güveniyordum; olurdu bu iş.
Kanal tedavisi... Allah'ın belası tedavi sebebiyle en az beş kez oraya gitmek zorunda kalacağımı bilmiyordum bu işe "olur." dediğimde. E yakın arkadaşım, tedavi sırasında konuşamıyorum; gevezeyim ve bir şekilde aksiyon ya da goygoy var hayatımda illa ki. Ancak oturacağımız en yakın yer Starbuck's'tı. Hep Starbuck's'tı!
Ben ki; "Bir kahve içelim." diyerek dışarıda takılan bir adam değildim. En fazla Taksim'de asmaaltı bir çay ocağı vardır, Vosvos'a giderken. Orada çay tavla yaparım arkadaşlarımla.
Ama bu sebeple içmediğim moka; latte, denemediğim günün kahvesi, dokunmadığım Starbuck's kalmadı iki hafta içinde. Cadde piçi olmuştum. Kendimden tiksiniyordum. O strafor bardağı tekrar tekrar ağzıma götürmekten sıkılıyordum, ama bir şeyler de hep eksikti. Hep...
Alkol yoktu. Mataramı boşaltmıştım, kahvelerin içine masa altından viski dolduramıyordum. Muayenehanede ya da arkadaşımın yanında takılmam bitince; halama veya eve gidiyordum. Hoş, halamdan çıktığımda da eve gidiyordum ve eve varışımda; insanların ortasında saatlerce kalmış olmanın etkisiyle kendimi bitkin hissedip bilgisayar başında aval aval vakit geçiriyordum.
İkinci gidişimde, arkadaşımın arkadaşlarıyla da tanıştım. Hatta o kadar çok tanıştım ki, neredeyse bir düzine insanla muhabbet ediyordum o sabit Starbuck's'ta her oturuşumda. Pedo, implant, dental, deterjan meterjan... Hiç bir bok anlamıyordum, amsalak gibi suratlarına bakıyordum.
Aslında kötü çocuklar da değillerdi. Sonuçta, önlüğü giyince hepsi birbirinin aynısıydı. Bu yüzden de ne sınıf, ne burslu-paralı, ne de popçu-topçu, tiki-rocker gibi aptal ayrımları vardı. Mengene gibi içiçe geçmişlerdi ancak ben mengenenin sapıydım. İlgililerdi, tedavinin nasıl geçtiğini, neler yaptığımı falan soruyorlardı da ne anlatabilirdim ki, "İyi geçti, ağrımıyor yea artık."tan başka?
Harika ağırladılar beni ki hem arkadaşımla gurur duydum, hem de onun doğru arkadaş çevresinde olması sebebiyle mutlu oldum. Sizin o "kanka" muhabbetiniz vardır ya hani, erkek-kadın arasında geçen, aha işte benim çok "kankam" yoktur. Ancak lisede tanıştığım ve muhabbeti hiç koparmadığım bir Aslı vardır, o da hikayenin temeline oturan dişçidir. Çevremden ona dokunanı da ayrı yakarım, çünkü çevrem leş heriflerle doludur.
Son gidişimde dayanamadım ama, cidden. Aslı'ya da arkadaşlarına da "Benim evde rakı yapıyoruz, sofrayı da ben kuruyorum." şeklinde gaza gelip bir ilan yapacak, Amerikan gençlik filmlerinin zirvesine oynayacaktım ki, kafama dank etti. Milleti ağırlarım ağırlamasına da; benim evimde yemek masası yok ki lan?
Bu beyin fırtınamı Aslı ve arkadaşlarıyla paylaştığımda "ehehehe" diye güldüler. Yine sapıydım mengenenin ki mevzu bitmeden; hocalarından birinin o Starbuck's'ta oturmasına taktılar. Ben ne yapıyordum? Tedavi oluyordum. Peki tedaviden sonra ne yapıyordum? Yarım goygoy. O an hissettiklerim, fakültenin kantininde; sınav ya da ders çıkışı amaçsızca oturup "Muahhaahah" diye kahkaha atılen muhabbetlerde hissettiklerimle aynıydı. Sadece strafor bardağın içinde kahve, tepesinde kapağı vardı.
Kendi okulumdan çok Aslı'nın okuluna gittim, aylardan Şubat'ta başladı; Kadıköy Belediye Başkanı'nın minibüs caddesini biçmeye başladığı zamanlarda ortalandı; sanırım o biçim işlemi bitince de benim işim bitmiş olacak. Görüşüyoruz ediyoruz da ben de insanım be; uzağım.
Aslı'ya ya da -en güzelinden bir şeyler yapacağım ulan- dediğim arkadaşlarına değil, bu kadar çok cadde üzerinde bulunmaya; alkolsüz sosyalleşmeye, D&R'lara, kahve kahve kahve kahvelere uzağım.
Tombul şişe Efes içen adamın caddede işi neyse...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder