Samimiyetsiz bulduğum çok durum, davranış, karakter var. Ancak bunlardan en fazla taktığım bir durum var ki "Solcuyum ben." diye basbas bağıran kadınlarla son zamanlarda çok sık tanışmış olmamdan ileri geliyor. Hoş, Türkiye'de artık çok belirgin bir "solculuk" da yok ya; hadi neyse...
Eylemlere katılan, sol yumruğunu sıkan, emekten bahseden ve Converse'leriyle masabaşında ülkeyi kurtaran o kadar fazla insan var ki... Aslında yargılayamıyorsun da, çünkü biliyorsun; bu bir gençlik hevesi. Öyle ya da böyle, bu yollardan herkes geçiyor sen geçmemiş olsan da.
İnsanların belli dönemleri var. Birinci dönemde, dünyayı sallamıyorsun ki bu senin ergenliğin oluyor. Etrafındakilerin ne düşündükleri, ülkende neler gerçekleştiği umrunda olmuyor. Sadece kendi küçük dünyan sana yetiyor. Kendi isyanın, kendi yumrukların, kendi hayatın...
Ardından bir adım atıyorsun. Bu sefer üniversitedesin, soruyorlar sana; nesin sen, solcu musun sağcı mısın. Ona göre arkadaş çevren şekillenirken, diyemiyorsun bazen: "Ben sadece dalga geçiyorum. Politikacıları sevmem, siyasileri de... Hepsinin canı cehenneme." Çünkü bunu dediğin zaman da adın anarşiste çıkıyor. "Hepiniz siktirin gidin başımdan, ben böyle iyiyim." diyemiyorsun çünkü! Kısacası, "yemiyor."
Bir süre daha geçiyor... Bu sefer arkadaşlarının evliliklerini görüyorsun, siyasi çerçevede aynı arkadaşlarının ev hayatına alışmalarının ardından sosyal medyayı sağ ya da sol, milliyetçi ya da komünist, ulusalcı ya da dinci şeklinde paylaşmalarla darladığını görüyorsun. Kimine küfrediyorsun, kimine helal olsun diyorsun.
Ama sen hep dışarıda kalıyorsun, hiç katılmıyorsun. Bu diyalogların hiç biri ilgini çekmiyor. Bu paylaşımların hiç birini beğenmiyorsun. Çünkü hiç birini umursamıyorsun. İçinden geçiriyorsun, insan dinini de siyasi görüşünü de kendi içinde yaşamalı diyorsun. Ancak bunu insanlara anlatamıyorsun. O rakı sofrasında yakın tarihi konuşsalar da, yeni yönetim biçimini tartışsalar da hiç bir şeyin değişmeyeceğini anlatamıyorsun. Zira; değişen hiç bir şey olmuyor. Ne senin hayatında, ne benim hayatımda. Belki biraya sigaraya bir iki zamla "Yeter ama..." diye sinire kesiyorsun. Fakat biliyorsun işte, kurtaramayacaksın hiç bir şeyi ve saygı duyduğun tek kesim; meydanlara çıkıp yürüyen, sesini sonuna kadar çıkartan kesim oluyor. Neden mi? Onlar senin yakınındakiler gibi tatlı su solcusu ya da tatlı su sağcısı değiller.
Sonra siktiret diyorsun, nasılsa kaçarım diyorsun. Neden mi? Çünkü o hikayenin baş kahramanı zaten sensin. Hikaye senin at gözlüklerin arasından yazılıyor...
Not: Bu yazının dipnotu olarak şunu belirtmezsem ölürüm. Bizim okulda bir rektör adayı vardı. Listede ikinci sırada olduğu halde, YÖK tarafından Cumhurbaşkanlığı'na birinci sırada gönderilmişti. Veya bürokrasisi nasılsa öyle işte... Ve öğretim görevlileri, personeli tarafından ikinci sıradan seçilen bu rektör, okulumuzun yeni rektörü olmuştu. Okulda günahıyla sevabıyla iş yaptı. Ardından gelen seçimde birinci sırada seçildi; ancak bu sefer atamada yine ikinci sıradaki bambaşka bir aday, rektör yapıldı.
Ve emin olun, eski rektör seçilirken Türkiye'yi kurtaran adamlar; aynı rektör düşerken de dünyayı kurtarıyorlardı, çay sigara eşliğinde. Neyin savunmasını yapıyorsunuz bana? Neyin derin devletini anlatıyorsunuz? İki yüzlü serserilersiniz hepiniz ve diğerlerinden farksızsınız. "Rektörün ayağını kaydıracaklar..." Kayacak o ayak eyvallah da, üç dört sene önce rektör olduğu zaman sövdüğün adamı şu anda savunuyorsun; rektör seçildiği teknikle rektörlükten indirildiği için...
"Hepiniz siktirin gidin başımdan, ben böyle iyiyim."
1 yorum:
blogu ve radyoyu bu kadar ihmal etme :)
Yorum Gönder