Tamam, bunun kiminle ilgili olduğunu yazmayacağım. Sadece daha önce okumuş olanlar bilsinler. Veya kimden bahsettiğimi linklerle de göstermeyeyim, her şey "on numara beş yıldız" olsun.
Sabah (yani öğleden sonra) serin ve tam uyumalık bir havaya uyanmıştım. Pencereden dışarı baktım ve o dilediğim fotoğraf çekiminin bugün yapılamayacağını anladım. Fotoğrafçıya göre, günışığı yeterliydi, çekim yapacağımız (çekimin hangi tarafında bulunacağımı tahmin ediyorsunuzdur) mekana güneşin vurmasına çok da gerek yoktu açıkçası.
Ancak günışığı bile yoktu işte, hava kapalıydı. Bir sigara yakıp bilgisayarın başına geçtiğimdeyse Twitter'dan salça olduğum onun bana cevap yazdığını görmüştüm.
-Onu açıklamayacağım, evet ancak "o" diye bahsettiğim kişi bir senelik kuyruk acım değil.-
Konuşmaya başladık, Twitter üzerinden.
Yağmuru duymuyordum biz konuşurken, adeta hissediyordum. Aşağı indim bir hışımla, yazacağı cevabı unutup veya sallayıp. Yağmurda yıkanmak değildi amacım. Apartman girişinde bulunan dürümcüye gittim, çay istiyordum; deliler gibi. Ancak çay yoktu. Bakınıyor ve adeta "aranıyordum". Elemanlar oturma pozisyonuna geçince, ayağımda parmakarası terlikler; üzerimdeyse sadece yatağa girerken kullandığım şort ve tank top ile bakkala yürüdüm. Yürürken aklımda olan melodi basitti... Murat Cemcir'in ses tonuyla "Beni köyümün yağmurlarında yıkasınlar, yıkasınlar..."
Bakkaldan aldığım sallama çayı dürümcüye götürdüm, çayları yudumlarken hala sarhoş gibiydim. İnsanlar bir şeyler anlatıyordu, ancak benim aklım bilgisayarımda kalmıştı; veya onun vereceği cevaplarda, konuşulacak diyaloglarda.
Yukarı yürüdüm çayı iki sigarayla "yedikten" sonra. Konuşuyorduk, konuşmaya devam ediyorduk ve biz konuştukça; ben pozitif hissediyor, ertelediğim bir numaralı işi yapmaya yöneliyordum. Bloga şimdiye kadar yazdığım her şeyi Word'e geçirecektim, her yazı için farklı bir isim, yazıldığı yıla göre dizilmiş yazılar... Bunu hayatım boyunca ertelemiştim.
O yazıyordu, ben yazıyordum; bir yandan da uğraşıyordum bu saçma işle. Önce mısır gevreğiyle sütü karıştırırsın, ardından kahve içersin ve o; yağmurlu bir pazar günü için kahvaltın olur. Ama her dakikası güzeldi, anılar, paylaşılacaklar... İyi ilerleme kaydetmiştim ki o kaydettiğim ilerlemede kaldım zaten. Bitiremedim.
Dedim ya, yağmurlu bir pazar günüydü ve ben bir yaz yağmurunda daha mutlu hissediyordum ekinler umrumda olmasa da...
Sonra Feyzi geldi, Süper Kupa maçını izlemek üzere. Ardından Celal aradı; evdeysen uğrayacağım diye. Biralar alındı ve futbolun fesinden anlamayan iki adam(biri hesapta Fenerbahçeli, diğeri ne olduğunu da bilmiyor) maçı izledim. Galatasaray kazandı ve bir kez daha mutlu oldum. Galibiyeti getiren penaltı golüyle (3-2) telefonuma bir mesaj geldi ki bunu bir tebrik mesajı sanıyordum. Ondandı. Aradaki 1000 kilometre sebebiyle mesajdan başka ihtimalimiz yoktu ve onun daha fazlasını en azından şu an için istemediğinin farkındaydım. Son mesajım havada kaldı, bilgisayar başına geçtim ve dedim ki bir kez daha... "Hayat güzel lan."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder