Google+ boş mideye iki duble viski: Ağustos 2011

30 Ağustos 2011 Salı

Beyin Kemirgenleri Bölüm: 12 (Bugün bayram olabilir ama başlık aynı)

Bugün bayram. Erken kalkmayın çocuklar. Hatta yatın zıbarın. Barış Amca kusura bakma da yıllar yılı ne istedin çocuklardan? Haftada sadece iki gün ossura ossura uyuyabilen mini mini organizmalardan ne istedin ha? Ne istedin?!

Ben ki, şu anda ailemden uzakta; bir ev arkadaşı ve bir kuzenden başka -an itibariyle- kimsem olmayan şehirde; İstanbul'da, -The Importance of Being Idle- (Oasis) dinleyerek bayramın gözünü seveyim diyorum biramdan aldığım her yudumda. Ama erken kalkın çocuklar? Hayır bir de üzen mevzu şudur; bayram ziyaretleri hep sabahın köründe olmak zorundadır. Hele hele akrabalarınız şehir dışındaysa...

Gelgelelim, üniversite hayatım boyunca sanırım sadece bir iki bayramda ailemle olabildim. Zaman zaman Kent şeker reklamı tribine de girdim ancak bayramları karaciğer patlatma olimpiyatları olarak gördüğümden ve uçak biletlerinin Rus fahişelerin saatlik vizite ücretine eşit olduğunu farkettiğimden ötürü, İstanbul'da olurum. Ha, "low-life" arkadaşlarımla muhabbeti de belli düzeyde kestiğimden beri, genelde sabahları uyanıp tavanı izliyorum bayramları.

Bugün de o günlerden biri. Bir ayrılığın kırıklığını yaşıyorum hala, "Bu kadar kısa süre birlikte olduğun bir kadına nasıl bu kadar bağlanırsın?" sorularına "Benim sadece gerçekten sevdiğim kadınlarla ilişkim olur." cevabını vermeme rağmen. Ev arkadaşım ailesinin yanına gitti Küçük Çekmece'ye. Evet burada kimsem yok lakin İstanbul'da da kimse yok. Sokakta gezmekten bile keyif alıyorum. Tatilciler tatilinde, "tutunamayanlar" veya "kaybedenler" İstanbul'da bir bakıma. Gez, dolaş, dışarı çık, takıl, dans et...

Ben bu çılgın eğlencelerden ziyade, Roaccutane sağolsun; evdeki eğlenceleri daha mantıklı buluyorum. Sarhoş olana kadar değil, dozunda alkol gibi mesela. Ama o dozunda alkolü de, şu an tükettiğim gibi; gün batımında tüketmek büyük keyif be abisi...

Özellikle de birazdan sizinle tanıştıracağım güzel insanlardan kurulu grup, Fellice Brothers eşliğinde.

Evet, daha önce de paylaştığım bir parça bu. Ama ailesini isteyerek veya istemeden, uzakta tutan senin benim gibi bir çok serserinin hayatının da soundtrack'i değil mi?



My car goes
Chicago
Every weekend to pick up some cargo
I think I know the bloody way by now, Frankie
And turn the god damn radio down, thank you
Pull over
Count the money
But don't count the thirty in the glove box buddy
That's for to buy Lucille some clothes

Bang bang bang went Frankie's gun
He shot me down Lucille (x2)
He shot me down (x3)

Work zones double fines
Don't pass the double lines
Trailer McDonald's rest stop trailer double wide
I saw a man hit my mom one time, really
I hurt him so damn bad I had to hide in Jersey
Called my mama told her
In the dresser
There's ten or twenty dollars but there ain't no lesser
That's for to take my sister to the picture show

Bang bang bang went Frankie's gun
He shot me down Lucille (x2)
He shot me down (x3)

Sha nay na sha nay na na na ...

(Mumbling)

Slip make a fender shine
Frankie you're a friend of mine
Got me off a bender after long legged Brenda died
I thought we might be on a roll this time Frankie
I could have swore the box said Hollywood blanks but
You see my mama
Please tell her
I left a little rock in a box in the cellar
That's for to wear till kingdom come

Bang bang bang went Frankie's gun
He shot me down Lucille (x2)
He shot me down (x3)

Sha nay na sha nay na na na ...

29 Ağustos 2011 Pazartesi

"Where was God today?" - - - Sadece paylaşım

Bir Dozer parçasında duyduğumda çok etkilenmiştim. Kimsenin inancına dil çıkardığım düşünülmesin aşağıda paylaşacağım parçayla. Ama şarkı cidden güzel.



Buyrun sözleri:

I will try to buy my freedom
I am cursed with golden chains
And the walls are getting thinner
Will I survive these phantom pains?

I still believe there’s something wrong.
It’s getting hopeless, cause it can’t get much worse.
What other choices, should I have made here first?
There’s no excuses, are we a waste of skin?
So does it matter? If I would lie down still.

Put the gun against my temple
Ask the question by my grave
Hope the end will make you wiser
Tell me where was God today?

28 Ağustos 2011 Pazar

Beyin Kemirgenleri Bölüm: 11

"Speak to me, of heroine and speed." diye başlar Homme'un, Harvey'den kavurduğu güzelim parça. Sevdiğim tek -medikal yönden- problemli kadını evine gönderdikten sonra sürekli olarak dinlediğim şarkıydı. Bilgisayarım çalışmıyordu, param yoktu ve o da gitmişti. Kötü zamanlardı size göre, ancak bana göre değil. Bok gibi bir hayat sürüyordum sürekli TV karşısında, ancak geceleri ev telefonumdan arıyordu. Hep bunu dinlerdim ve hep melodik bir "Speak to me." ile açardım telefonu.

Sonra, gitti.

Tanrılarla sevişmek nedir bilir misiniz? Veya ölümsüzlüğe ulaştıran orgazmı? Hani her gece, "İhtiyaç yani sonuçta." diyerek yaşadığımız cinsel ilişkiden bahsetmiyorum. Deliler gibi sevdiğiniz kadının size oral seks bile yapmadan sonlandırdığı ilişkiden de... Bahsettiğim, ten uyumu kesinlikle değil. Bahsettiğim, boktan bir parfüm reklamındaki gibi birbirini tamamlamak değil. Çünkü her zaman inanmışımdır; bunlar üç beş yüz bin dolar daha fazla kazanabilmek adına uydurulmuş deli saçmaları.

Bahsettiğim, tanıdığınız karşı cinslerin sadece küçük bir kısmının yapabileceği -fahişeler hariç- bir özellik. Burçlarla alakası yok. Tanımlayamıyorum belki, ancak demek istediğimi az çok anlamışsınızdır. Anlamadıysanız da, ileride anlarsınız.

Merak ediyorsunuz değil mi, yukarıdaki hikaye nasıl devam edecek? Etmeyecek. Evet pis herif, veya evet Tumblr insanı, devam etmiyorum. Sana istediğini vermeyeceğim, yani her zaman yaptığını... Cinsel tecrübelerimi en ince ayrıntısıyla beraber burada paylaşmayacağım. Bu da hikayenin, yani bu beyin kemirgeninin twisti olsun. Bu akşam neden yazdığımı da bilmiyorum, bu yüzden adı beyin kemirgeni ya?

"Siktir" Yemiş Bünyelere Kallavisinden Playlist

1-) B.B. King - Thrill Is Gone
2-) Nirvana - Where Did You Sleep Last Night?
3-) Onor Bumbum - Bi Dur
4-) Mark Lanegan - Hotel
5-) Screaming Trees - For Celebrations Past
6-) Queens of the Stone Age - Do It Again
7-) Limp Bizkit - Everything
8-) Alice in Chains - Heaven Beside You
9-) Pearl Jam- Black
10-) Damageplan(feat. Zakk Wylde) - Soulbleed
11-) Black Label Society - Stillborn (Acoustic)
12-) Corrosion of Conformity - Shelter (Live)
13-) Nine Inch Nails - Hurt
14-) Korn feat. The Cure - Make Me Bad/In Between Days
15-) Malt - Deprem
16-) ZZ Top - A Fool For Your Stockings
17-) Lynyrd Skynyrd - I Need You
18-) Them Crooked Vultures - Bandoliers
19-) Spiritual Beggars - Magnificent Obsession
20-) Shinedown - Burning Bright
21-) Seether - Never Leave

24 Ağustos 2011 Çarşamba

Staj Günlükleri

Evet, yine buradayım. Yazmaya fırsat bulabileceğim aklımın ucundan geçmezdi bu aralar. Aslında fırsat bulduğum da söylenemez, masamın üzerinde bira şişelerinden cips ambalajlarına, sakız kutularından post itlere, "kabin" etiketlerine, zilyon çeşit çöp var. Toplar mıyım? Haftasonu gelmeden asla...

Daha önce de bahsettiğim Siemens stajına sonunda başlamış bulunuyorum. Bu stajı yapıyorsam, müptelası olduğumdan değil, öncelikle bunun bilinmesini isterim. Zaten beni az çok tanıyan biriyseniz, bu kararı almamda benim dışımda gelişen olayların etkisi olduğunu da anlarsınız. Gebze'ye gidip geliyorum ve her sabah altıda uyanmak zorundayım. Akşam yedi buçukta evde oluyorum ve inanın bana, bunların hiç biri dert değil. Birilerinin müdahaleleriyle daha önce de staj ayarlamış olduğumdan bu şartlara alışkınım. Ve tesiste geçirdiğim üç günün sonunda da beklentilerimin fazlasıyla karşılanmış olduğunu söyleyebilirim.

Çünkü oraya giderken tek bir dileğim vardı. Bana masabaşı bir iş verilmemesi...Teknisyen ve teknikerler, yani üretimin içinde olmaktan hoşlanmayan, tasarım ve hesap kısmına odaklanan "beyaz yakalılar"dan ziyade, "mavi yakalılar" sosyalist, komünist veya herhangi bir sol-ist olmamama rağmen(evet, izmlerin hepsine karşıyım, yaşasın nihilizm. aaa?) olmamama rağmen, bana hep daha sempatik gelmiştir. Bu adamların içinde de kendi işini sana yıkmaya çalışan, seni ayak işlerine gönderen kötü niyetli takım mevcuttur ancak bu adamlar saftır. Enayi bazında değil, "insanlık" bazında... Ofiste mobbingle kafayı bozmaz, Esra Hanım'ın eteğinin altına girmek üzere olan Taner Bey'i kahve molasının gündem maddesi yapmaz, önündeki işi bitirmek yerine mesai saatlerinde milliyet.com'a refresh basarak vakit geçirmez. Şikayet eder ya da etmez lakin işini layıkıyla yapmaya çalışır. Ha bazıları işini ağırdan alır sanayi/enerji sektöründe; sırf fazla mesaiye kalabilmek için de, sonuçta hizmetini eksiksiz yerine getirmeye çalışır.

Tamamen karşıt görüşte olursun, veya farklı takımı tutarsın, yapacağı en uç eylem; sana takılarak gülümsemek olur. Stajyer olduğunu duyarsa ve senin de götü kalkık bir mühendis çakması olmadığını anlarsa sana bildiği her şeyi öğretir.

İşte bu yüzden stajın sırasında yazarak şirketi kurtardığını sandığın MS Word dosyası, boş çekmeceli stajyer masası ve beraberinde gelen çakma masabaşı işi (Ercan Dağlı'ya saygılarla) senin, işçilerle çay içmek benim; anladın mı aşağılık kariyerist? Şimdi ofisindeki mühendise yaranmaya çalışmadan önce dediklerimi bir düşün...

Öte yandan teknisyen ve teknikerler dışında bir sebebi daha vardı atölyede çalışmak istememin: sosyal medya. Evet, şu anda browserımın herhangi bir sekmesinde Facebook veya Twitter açık değil çünkü o "bilgiye ulaşmanın kolaylığı" az önce başımı ağrıtmaya başladı. Daha önce teknolojiyle içiçe ya da değil, defalarca yazdım hayatlarımızın bilgisayar, cep telefonu gibi "kitleselden bozma bireysel, bireyselden ileriye kitlesel; hatta "kitlesek?" iletişim araçlarıyla darmadağın olduğunu... Şunu farkettim dün. Hatta dün gece. Eve gelmiştim akşam yedi buçukta. Dokuzda arkadaşımın evindeydim. Evet, sözleşmiştik. Buluştuk, muhabbet ettik, eğlendik. Saat on ikide eve döndüm, girdim yatağa ve mutlu uyudum. Akabinde de mutlu uyandım, servisteki şekerlemelerle de "şeker" gibi bir gün geçirdim.

Böylesi, -en azından benim için- çok daha iyi. Staj günlüklerinin sonunda değiliz kesinlikle. En azından bir ikinci bölümü olacak bu işin, Malzeme Deposu'ndaki "Deli Dayı"yı, bu sıcakta blazer ceket giyen; tipiyle komik ama bir o kadar da iyi niyetli stajyeri ve lakabı "Oruç" olan gencoyu, "Boş durmayın gençler, çay için." diyerek üzerimizdeki tüm gerginliği alan çay ocağı kralını anlatacağım elbette uzun uzun. Ama bu gecelik bu kadar.

21 Ağustos 2011 Pazar

Yosma Beyin

Birazcık, şu anlık, nasıl başlık?
Yarın sabah staja başlıyorum. Bulunduğum konuma göre "Kör itin öldüğü yer." şeklinde tanımlanabilir, geçici "Staj Yerim". Gelgelelim, kafam gidiverdi bu aralar sardırdığım kitaba.

En güzel yönü, kitabın isminin İngilizce'den Türkçe'ye çevrilmemiş olması. Çünkü kitabın ismi "Fuck-Up". Okuyan vardır aramızda, veya yoktur, aman zaten bu dünya da boştur. Konusu şu; Brooklyn'de yaşayan ve "hiç bir şeyi olmayan", serserilikle bohemlik arasında gidip gelen anti kahramanımız; şans eseri bir gay pornosu sinemasında kendine iş bulur. Lakin her şeyi zamanla kaybetmiş (ve intikam hırsından nasibini alamamış) bu adem, sinemadaki görevini devam ettirebilmek için gay taklidi yapmalıdır. Başlangıçta bir Adam Sandler filmi gibi görünse de; aslında kitap bundan çok daha fazlası. Palahniuk'un ara ara yaptığı sosyal tespitlerin benzerleri de bu kitapta çokça mevcut.

Okuyun, okutun diyip geçelim.

Hatta geçmeyelim, bu gece benimkisi yosma beyin; daha fazla anlatmama izin vermiyor kevaşe. Boktan anlatım için kusura bakmayın.

20 Ağustos 2011 Cumartesi

Beyin Kemirgenleri Bölüm: 10

Herkesin memleket sevdası vardır. Babası polis veya asker olduğu için şehirden şehre sürüklenenler bile elbet bir yere aidiyet hissederler. 89'da burada doğup, 06 yazına kadar burada yaşadım ben, öğretmen bir anne babanın oğlu olarak; Mersin'de.

Topraktır sonuçta, babam da buranın yerlisi olunca; sonradan Mersin'i mesken edinenlerden olmayınca; aşk elbette biraz daha katlanıyor memlekete karşı. Velhasıl, ergenlik dönemimdeki kimi sancılar sırasında, sınavda İstanbul'dan bir üniversiteyi kazanıp; bir daha asla dönmeyeceğimi beynime kazıdığım memleketten ayrılamadım tabii zihinsel olarak. Eh, kolay da değil ki... İlk bisikletimi aldığım şehir, basketbol salonunun parkesi üzerinde dizlerimin titrediği ilk şehir, bir kadının elini tutarken terleyen avuçiçlerimin farkına vardığım ilk şehir, elimde mikrofon "Aha şimdi sıçtık, ben nasıl şarkı söyleyeceğim bu insanların önünde?" diye düşünerek sahneye çıktığım ilk şehir, bir kadının dudaklarının tadını; bacakarasının hissiyatını tecrübe ettiğim ilk şehir... Saymakla bitmez tabi anılar.

Nihayetinde gittim İstanbul'a. Arkamda gözü yaşlı bir anne ve dik durmamı, taviz vermememi tembihleyen bir baba bırakarak. Özlem mi? İstanbul'da eğlencenin değil, hayatın dibine vuruyordum. E sen yirmi milyonluk şehirle, bizim sahil cennetini karşılaştıramazsın tabii. Ancak büyüdük, biraz daha büyüdük ve farkına vardık. Mersin, benzemiyordu bir hitap yöntemi olarak yavşak yavşak "Hocam yea" demeyi tercih eden veletlerin, kokteyller ve Blackberryler arasında bir yaşam süren kaşarların muhitlerine. Mersin, Mersin'di. Ne eksik, ne de fazla...

Gel zaman git zaman, okul da bitecek seneye. İşte bu noktada işin içine beyin kemirgenleri giriyor. Ben mezun olunca, dönebilecek miyim Mersin'e?

18 Ağustos 2011 Perşembe

Beyin Kemirgenleri Bölüm: 9

Sanal alemde hatun kovaladığımı herkes az çok bilir. Eskiden, gerçek hayatta kadınlarla tanışmak, veya amiyane tabirle "bardan kız kaldırmak" çok zor geldiği için ve bunu yapmaya utandığım için internet benim için cennetti. Şimdiyse tamamen üşendiğimden kullanıyorum interneti. Ha bir de millet evde tek başına otururken video oyunları oynuyor, bense yeni bir bilgisayar almış olmama rağmen, bambaşka oyunlar oynamayı tercih ediyorum. Sonuç olarak, bir kadının ensesindeki esans; bir Mage'in çükübik item(aytım diye okunmuyor, yazıldığı gibi okunuyor)inden çok daha fazla heyecan veriyor bana.

Gelgelelim, internet işe yarıyor mu? Eski tadı yok artık, sanırım dijital geliyor; veya B.B. King'in tabiriyle: "Thrill Is Gone". Fakat kimi zaman rastladığım bir olay var ki, hayattan soğutuyor.

Herkesle uyumlu bir gece geçirmek zorunda değilim. Veya her kadın benimle birlikte olmak zorunda değil. Bu konuda hepimiz hemfikiriz de, istediğimi alamadığım/aldığım ancak sadece bir kez görüştüğüm kadınları; tanıştığımdan farklı mecralarda görünce dımdızlak ortada kalıyorum.

Elim ayağıma dolaşıyor genellikle. Tamam, kimisi hala aynı, hiç değişmemiş ve bir geceden fazlasını istemiyorum da istisnalar kaideyi bozmaz be canım kardeşim. Artık ulaşılamaz olduklarından mı, yoksa gerçekten değişmiş olduklarından mı veya üçüncü neden, istediğimi elde edememiş olduğumdan mı; bilmiyorum ancak onları çok istiyorum. Hem de çok... Ve yine, yeni, yeniden; dımdızlak ortada kalıyorum.

10 Ağustos 2011 Çarşamba

Beyin Kemirgenleri Bölüm: 8

Mekan ve eğlence anlayışı konusunda kimsenin zevkine dil uzatmak düşmez bana, çoğunun zevkini sevmesem de... Lakin bulunduğum şehir İstanbul ve bulunduğum çevre öğrenci çevresinde sıklıkla gördüğüm bir eğilim var.

Ne idüğü belli olmayan, Tumblr kızları ve internet ünlüleri gibi flu, belirsiz; ancak yakınından bakınca; veya farkedince "sıfatsız" yerlerde eğlenmek. Hayır, bu sefer yükleneceğim ilk grup bu insanlar değil. Daha ziyade mekanlar ve yönetimleri...

Öncelikle gitmeden yorum yapmıyorum, daha önce de bir çoğuna uğradım ancak hiç bir zaman anlayamadım. 80ler partisini, hardcore grubunun aynı yerde konser vermesini, ardından başarısız stand up showların hep aynı yerde organize edilmesini... Abesle iştigal, fakat bunu savunan insanlar da var. "Alt kültür işte yani underground takılıyoruz falan bohem bıdıbıdı"

Hayır kardeşim, hayır güzel kardeşim, hayır canım kardeşim, lan hayır işte gerizekalı! Bir bok takıldığınız yok, mekan ne yapsa yiyorsunuz zaten. Ve hayır, bu bahsettiğim yerler konser alanları, şimdiki ilginç tabiriyle "refresh/fresh venue"lar falan değil. Bildiğin dümdüz mekan yani. Her gün açık, organizasyona özel çalışmıyor...

Bu bakımdan, kıllı herifler ve yüksek topuklu giyen şişman ve kısa gotik kızlar dışında hiç bir şeye rastlayamayacağınız rock barları, sırf karakterleri sebebiyle daha çok destekliyorum. Öte yandan zaten yerim yurdum da bellidir. Ya her gittiğimde insanı sebebiyle küfrettiğim, personeli ve DJ'i Ümit abi sebebiyle sevdiğim Thales'te olurum; ya da udun tellerine değil de; benim bam telime vuran Nusret abinin çaldığı; meyhanede, yani Möhkem Ocakbaşında...

Bu yüzden, yere göğe sığdıramadığınız iğrenç alt kültürünüzün (IPhone ve Ray Ban'lerle oluşturulmuş bir alt kültür) iyice yoğrulduğu; "ne iş olsa yaparım." zihniyetini "ne etkinlik olursa basarım." zihniyetine dönüştüren karaktersiz mekanlar senin, meyhaneler benim! Anladın mı?

9 Ağustos 2011 Salı

Babamı seviyorum evet (1)

Evet, kapışırız, didişiriz, tartışırız.
Bağırırız, çağırırız, uğraşırız didiniriz de...
Bugün babamla Arda Turan'ın transferi üzerine telefonda muhabbete başladık. Ben duygusallaşmıştım, o beni yatıştırıyordu Galatasaraylı olmamasına rağmen.

Dedi ki, "Ben de bir aralar gençtim, senin hissettiklerini hissettim. Lakin..." dedi ve bağladı "İyi oldu. Bırak, gitsin... Bu medya bitirecekti yoksa onu."
Haklıydı. Biraz daha futbol sohbeti ve geldik aynı noktaya.

"Benfica Trabzon'u elerken, Benfica topçularının milliyetini söylesene bana? Bir de Trabzon'unkileri söyle? Türkiye böyle bir yer işte evlat!"

Bana babam dışında herhangi bir karakter, "Evlat" diye hitap etse ne yapabileceğimi az çok tahmin ediyorsunuzdur bu blog'u takip ettiğinize göre. Ancak haklıydı... Bir kez daha... Ve neden bunu paylaştım biliyor musunuz? Benim babam GALATASARAYLI DEĞİL, FENERBAHÇELİ HİÇ DEĞİL, BEŞİKTAŞLI DA DEĞİL. Benim babam Anadolu kulüplerini destekleyen bir yapıya sahip olsa da; yeri geldiğinde desteklediği Trabzon'u da itin bir tarafına sokacak kadar "OBJEKTİF" üstüne basa basa tekrar söylüyorum "OBJEKTİF" bir adam. Hani gazetecilerin ve bilimum yalakaların yanından geçmeyeceği sıfat olan OBJEKTİF bir adam.

Selam ederim kendisine ve şunu bir kez daha belirtirim; "Böyle atalara sahip olmaktan gurur duyuyorum."

Arda Turan, artık yok. Çünkü gitti.

Yazıldı, çizildi.
Kimi dedi ki Fenerbahçeli dostlarıyla takılıyor hep, kaptan olmamalı; kimi dedi ki kaptanlığı kaldıramadı, kimi dedi götü kalktı, kimi dedi çok kilo aldı ama sonuç olarak herkes bir şey dedi. Haklı ya da haksız, herkes eleştirdi.
Eridi gitti demeyeceğim, çabaladı sönmemek üzere. Kaptan yapıldığında zaten hayatı bitmişti. Adnanlar sağolsun, bir gencin bırak futbol yaşamını; hayatını karartmışlardı.
Ancak, ne bileyim... Gitti iyi mi oldu? O kadar para eder miydi? Avrupa'da başarılı olur mu? Galatasaray'ın yerli rotasyonu nasıl olacak?
ZERRE UMRUMDA DEĞİL BUNLAR. Ben bugün ağlıyorsam, sebebi Arda Turan transferinin mantık çerçevesindeki detayları değildir. Ben bugün ağabeyimi kaybettim sanki. İyi mi oldu kendisi için, kötü mü oldu? Şerefsizlik mi yaptı?
BUNLAR DA UMRUMDA DEĞİL. Arda bizim evladımızdı... Ve artık yok. Benim için yeterlidir.
İyi bir kaptan mıydı? Magazin basınına sürekli malzeme mi veriyordu? Ne, formaya mı küfretmişti? Kendi ellerimizle bitirdik Arda'yı popülizmi de yapmayacağım artık bir takım kasketli futbol entelleri ve dilencileri gibi.
Bugün benim ağabeyim gitti. Çok uzaklara... Geri dönecek mi, onu bir daha görebilecek miyim; bilinmez. Yolun açık olsun ağabey.

http://www.youtube.com/embed/6QYTfasGpKE

Beyin Kemirgenleri Bölüm: 7

Eskiden bunlar vardı.
Bir de şunlar vardı vazgeçemediklerimizden. Sonra dondurma yoktu, meybuz vardı. Şarkılar falan çok garipti değil mi?

Aslında hayır. Hiç bir şey garip değildi biliyor musunuz? Bir iki yeni nesil teknolojik oyuncak, belki de moda ve giyim tercihlerindeki farklılık... Hepsi bu ki bu da çok garip değil. Ancak geçmişi hatırlayınca içimiz kıpır kıpır işte. Neden mi? Çünkü geçmişte hepimiz biraz daha saf oluyoruz, daha az yorgun, daha az kirlenmiş.

Hani bir laf vardır ya dalga geçilmeye mahkum, Yiğit Özgür sebebiyle: "Biz büyüdük ve kirlendi dünya."
Aslında dünya değil, biz kirlendik. Kirlenmeye de devam ediyoruz.

Ne ilişkilerimiz eskisi gibi, ne dostluklarımız, ne sevinçlerimiz... İlk öptüğün kızın tadını hala hatırlıyorsun değil mi? Veya sen? O yakışıklı çocuğun, seni okulun arka bahçesine çağırışını? Peki sen, patlak topunla eve döndüğünde yaşadığın hayal kırıklığını? Bisikletini kapının önünde görünce yaşadığın heyecanı?

Sadece duygularımız köreliyor zamanla. Çünkü tükeniyoruz zamanla, öyle ya da böyle. Sığınacak bir koy bulamadığımızda da tarif edilemez bir boşluğa düşüyoruz. Yapacak bir şey yok, edebiyat veya okuduğumuz yazı değil, içimiz karanlık olan ve günden güne kararmaya devam ediyor. Hayattan zerre keyif almadığımızda da ya son nefesle, ya da başımıza doğrulttuğumuz bir altıpatlar, bileğimize damarlara paralel dayadığımız bir bıçak cehenneme tek gidiş biletimiz oluyor.



7 Ağustos 2011 Pazar

Beyin Kemirgenleri Bölüm: 6 Aynı bok, farklı gün ama benim için değil, senin için; fahişe

evet güzel görünüyorsun. muhtemelen seni döven bir eski sevgilin var, diz çökmüş pozisyondasın karşımda çünkü müstakbel eşine bakire olduğunu söyleyeceksin. bir kilo makyajın cilt kanserine sebep olabileceği konusunda hiç bir fikrin yok ve bakımlı olmak ile makyajlı olmak arasındaki farkı bilmiyorsun. ah, duyamadım, yine mi facebook'unu kapattın? ben duyamadım belki şimdi ama sen hiç anlamadın, facebook'unu kapatman kimsenin umrunda olmadı. araba mı, hayır yok bu yüzden seninle arabaya atlayıp riddim'e gitmeyeceğim, sen benim ayağıma yürüyerek geleceksin. rimellerin sadece ağlarken akmıyor, bana yalan söyleme. duygusal bir andan ziyade, cinsel iki üç dakika geçirdin; iri bir göbeğin altındaki küçücük penisi elinle arayıp, ağzınla okşayarak. ne gözyaşların, ne duyguların, ne dostların, ne ilişkilerin, ne de hayatın gerçek; farkında mısın? bir yalanı yaşıyorsun, yarattığın bir yalanı. sonuç ne mi? yalanının ortaya çıktığı an değil de; yalanın bacaklarının arasına girdiği an farkedeceksin bazı şeyleri ama yine başa döneceksin. yeni bir erkek, yeni bir göbek, yeni bir araba, yeni bir penis, belki bir iki kutu vazelin ve sabaha kadar dans. evet, saat 7. toplu taşıma da başlamıştır. şimdi ağzının kenarındaki meniyi silip o evden çıkabilirsin.

4 Ağustos 2011 Perşembe

Beyin Kemirgenleri Bölüm: 5

birazdan yazacaklarım tamamen türkiye'deki siemens'in işleyişi(hatta gebze tesisi'nin işleyişi) ile ilgili olmakla birlikte, herhangi bir şekilde sosyal medyayı takip eden bir siemens yetkilisinin dikkatini çekmek ve siemens'in belli telkinlerle iyileşmesini görmek amacından ziyade; genç nesillere rehberlik etme amacıyla yazılmıştır.

itü elektrik mühendisliği bölümü öğrencisiyim. son stajımı bu yaz yapacağım. tamamen ailemin yaptığı baskıyla siemens te staj yapmayı kabul ettim. yoksa umrumda bile olmaz kurumsal firmalar, büyük firmalar, "aman kendini sevdir sonra çalışırsın burada hem"ler. gelgelelim, tamam dedim. yapacağım. kabul yazısı geldi siemens'ten her şey yolunda... daha sonra telefon açmam gerekti hangi tesiste staj yapacağımı duymak için, telefondaki bayan gebze dediğinde bile yılmadım ve sordum. servis mi alacak beni? şartlar nelerdir? hangi departmandayım?

cevap: bunların hepsini stajınızın ilk gününde sizinle paylaşacağız. sabah 10'da burada olun.

e okul departman istiyor? yok olmaz, şirket politikası ve karizması çizilir siemens'in. sırf bu yüzden okul yönetim kuruluna verdiğim dilekçenin altına not düşmek zorunda kaldım. "departman, şirket politikası gereği bıdıbıdı" allahtan her daim küfrettiğim itü bu sefer biraz insaflı çıktı da bunu sorun etmediler.

neyse, her şey tamam. okul staj komisyonu ve yönetim kurulu da onaylıyor stajımı. tek eksiğim bir belge. staj başlangıç ve bitiş tarihlerimi gösteren, siemens tarafından yazılmış bir kabul belgesi. bir de nasıl giyinmem gerektiğini soracağım altı üstü...

günlerdir arıyorum. ya yetkili kişi değil de yetkili kişinin asistanı cevap veriyor, ya kimse cevap vermiyor, ya da yarım saat gibi bir süre bekledikten sonra telefonu kapatmak zorunda kalıyorum.

kurumsal, hem de çok...

2 Ağustos 2011 Salı

Beyin Kemirgenleri Bölüm: 4

Tiksinç bir akım daha başladı bu aralar. Zamanında şunu yazmışım;
http://bosmideyeikidubleviski.blogspot.com/2009/04/universite-genclik.html

ve tabii ki şunu;
http://bosmideyeikidubleviski.blogspot.com/2009/04/universite-genclik-disiler-icin.html

İşte burada bahsettiğim klişeleri abartıp, üzerine biraz daha koyarak, en genel tabirle farklı olduğunu düşünen(ki bunu bir zamanlar hepimiz düşünmüştük de daracık pantolonlarımız ve 2011 yılında kareli/damalı Vans ayakkabılarla beraber bir kombinasyon yapıldığına hala inanamadığım bıyıklarımız yoktu) fakat birbirinin aynı olan iğrenç gençlerimizin genel adı buymuş. Ben de yakın zamanda duydum.

Öncelikle, lütfen fular ve kemik çerçeve gözlüğe(numarasızını takanını gördüm şahitlerim var) lütfen konsantre olunuz. Bunlar, bir hipsterın olmazsa olmazları. Bazen aklıma, sırf bu yüzden; Lord of the Flies filmindeki, domuzcuk karakterinin gözlüğünü ezen piç çocuk geliyor ve aynısını hipsterlara ben yapmak istiyorum.

Farklılıklarıyla ilgili bir dipnot daha geçeyim, ekşisözlükte okuduğum kadarıyla, farklı görünmek için yabandomuzu gezdireni bile varmış.


Öte yandan retro görünmeye çalışma çabası ve "Retro süperdir yeaaaaa" denmesi esastır. Evet, eskiden iletişim konusunda biraz daha kuvvetliydik, internet dar etmemişti hayatlarımızı bu denli; buna katılıyorum da, karşımda oturmuşsun arkadaşlarınla beraber ve elindeki Blackberry ile bir saattir MSN'e giriyorsun, bunu da farketmiyorum sanma.

Bir de bu arkadaşların (erkekler için konuşuyorum sadece) İtalyan Modası'na kendini kaptırıp; loose fit şort, efil efil esen gömlek (Umut Sarıkaya'ya selamı çakarım), Tiger ayakkabı ve uzunsa arkadan daracık toplanmış saçlarla gezeni var ki, bana bunlar daha ziyade evrimleşmiş veya olgunlaşmış Hipster'lar gibi geliyor. Nişantaşı'nda bol bol görebilirsiniz.


Örneğin buyrunuz;
(Burada bıyıklı ve kemik çerçeve gözlüklü bir herif ve yanında dudakları büzüşmüş iki hatunun fotoğrafı vardı. Lakin hatunlardan biri arkadaşımdır ve diğer iki "hipitip" başının etini yemişler sabahtan beri. Ben de kaldırdım fotoğrafı kız daha fazla çıldırmasın diye. Ha bir de blog'un uçurulma ihtimali söz konusuymuş, değmezmiş bu yüzden)

Hıyar diyip sallayacağınız bir tip. Kızlardan bir tanesi eski alışkanlıklarından vazgeçememiş hala(dudağını büzüyor). Renk tonlarına dikkat. Çünkü bir hipster'ın vazgeçemeyeceği şey, bu tonlamadır. Photoshop'tan ziyade Picasa, GimpSuit gibi basit bir programla elde edilebilir bu tonlar.



Buradaki hıyarağalarına özellikle dikkat çekmek istiyorum. Dikkatle bakın. Yanlış görmediysem birinin boynunda tespih var. Farklı olma çabası tamam da, tespih ne lan? Tespih ne?! Ayrıca, gözlüklere dikiz. Birinci fotoğraftan tanıdık geldi mi?


Çocuğum olsa eve almam. O derece...




Ehe, bak bu hoşuma gitti. Zaten fotoğrafların bir kısmı google çıkışlıydı da, bunu söylemeyi unutmuşum... Hipsterlar, her şeyi ilk ben buldum havasına sahiptir.

Not: Yakında bu verdiğim linkler ölecek, toprağa karışacak, toprak olacak, çiçek açacak, sonra bir arı gelecek... Neyse..

1 Ağustos 2011 Pazartesi

Beyin Kemirgenleri Bölüm: 3

Roaccutane'a başladığımdan beri, sanırım ilk defa bu hafta tırsmaya başladım kendimden. Kan tahlilimi haftaya yaptıracağım ancak duruma göre bu tarih biraz daha erkene veya gece alınabilir.

Spor yaparken kalbime yakın bir sıkışma hissettim, yarıda kestim geçen gün. Kendimi, kendimden korumayı beceremedim orası net de; beni benden koruyan kadın da gitmeseydi be...

O da dedi ki "Seni çekemiyorum." Keşke bunu, yükseltmek için aldığım Kimya dersinin (en son 5 sene önce almışım dersi) vizesinden önce demeseydi, veya keşke daha önce farketseydi beni kaldıramadığını da, en azından bu kadar yaşanmışlık olmasaydı. Onun beyaz tenine, şirin tavırlarına, iri göğüslerine ve kocaman gözlerine, kan ter içinde hasta yatağındayken ben; sık sık üstümü değiştirmesine tav olmasaydım... Sonuç olarak gitti. Gerçeği çoktan idrak ettim de kaldırması ağır geldi. Meyhaneye gittim aylar sonra bu gece. Ramazan dolayısıyla kapalıydı, veya ramazanın ilk günü olduğu için, bilmiyorum... Açtım evde bir ufak rakı, boğuşuyorum işte yine kendimle.

Ölüm korkusu bir yandan, Tanju Okan'dan "Kadınım" bir yandan, başladılar beynimi kemirmeye... Şu anda kimse yok. Sadece ben ve rakı, Rus ruleti oynuyoruz belki de ileri bir tarihe. Aklıma geldi, Yeşilay Haftası için sütle içki ve sigaranın savaştığı bir fantastik resim çizmiştim resim dersinde. Hoca tam not vermişti... O zamanlar çocuktuk, süt iyiydi. Hala süt iyi de, inek değil, aslan sütü.

Çünkü artık eminim ki, ben keyif almak için, tadını sevdiğim için veya sarhoş olmak için içmiyorum. Freud'un bahsettiği, "ölüm içgüdüsü" ile içiyorum.

Son kemirgenim ise, kemirgen olmaktan çoktan çıktı. Myspace, 80630 vs. derken; bugün de Last.fm ve Formspring hesaplarımla yaprak dökümü yaşadım. Ne kadar basit, o kadar iyi. Lanet sosyal medya maymunlarından biri olmayı değil, basit bir hayata sahip olmayı diliyorum çünkü. Bazen düşünüyorum, yine de bu adresleri elimin altında tutsam mı, diye. Sonuç olarak cinsel arzularıma cevap verebilirler buradan tanışacağım kadınlar, veya işe yarayabilirler belki... Sonra diyorum ki, "Boşkoy be Mahmut. Artık yaşın da geçti, uğraşma boş beleş işlerle, iki boyutlu insanlarla.."