Bu sabah bir sınavım vardı. Dün akşam kütüphanede yeterince çalışıp eve geldim. Beyin biraz iflas etmiş olacak ki; ilk patlağı orada verdik. Ev arkadaşım odasında yeni aldığı ve bağlandığı oyunu oynarken(vurdulu kırdılı cins bir oyun, en basit böyle anlatırım), Galatasaray'ın hazırlık maçının tekrarı televizyonda açık; uyuyakalmışım kanepede. Gümbürtüyle uyandım. Ancak uyanamamıştım aslında, hala rüyada gibiydim. Sanıyordum ki; mahallede yine bizim apartmanın kapısını tekmeliyor birileri veya birileri, diğerlerini doğruyor. Direkt olarak cama yöneldim sesin kaynağını bulmak için. Camı açıp aşağı eğildim, neler oluyor merak ediyordum. Zaman zaman Alkolik Cemil'e bağlayıp, "Katil geldi Sevim!" dediğim doğrudur. Aşağıdaysa her şey çok sakindi. Kavga falan yoktu, kimse bizim apartmana bakmıyordu.
Aslında ses tam arkamdan, arkamdaki odamdan geliyordu ve ben bunu beş dakika kadar çözemedim. "Haa" diyerekten tekrar kanepeye geçtim, uyuyamadım ve çay demledim.
Gece boyu çay içtiğim için(bir demlik içtim yaklaşık), 2'de yatağa girsem de uyuyamadım. Aslında çok da çalışmamıştım; yeterli çalıştığımı düşünüyordum sadece. 6.30'a kadar uyku tutmadı. Bir gram bile... Uyudum, çok hafif oldu uykum ve tekrar uyandım; defalarca ve bu gerçekten de sabah 6.30a kadar devam etti. Bir ara kalktım, evin içinde gezindim ve tekrardan yatağa girdim. O bir saatlik uykumda neler oldu, hiç bilmiyorum. Ancak gerçeklikten o kadar uzaktaydım ki, uyandığımda evin içinde yürüyüp yürüyüp, sınava girmemeyi bile düşündüm. Kafam gidip geliyordu, Odamdaki perdeler kapalı olduğundan, salona geçince fark ettim karı. Fena yağıyordu ve geç kalacağımın farkındaydım. Duşa girdim, biraz toparladım kendimi ve sabaha dair tüm kahvaltı planlarımı çöpe atarak yola çıktım.
Okulun içine, metrodan çıktığımda güneş doğuyordu. Bırak şemsiyeyi, atkı, bere, eldiven bile kullanmıyordum. Üzerimde bir tane -kimine göre Matrix, kimine göre Ezel, önünü kapatınca Nazi Subayı- paltosu, güneşe bakıyordum. Gireceğim sınava dair umutlarım olduğundan ötürü de kulaklıklarımı takıp, "Dragonborn" isimli, Skyrim soundtrackini dinliyordum. Lakin okulun da gerçekten bir Skyrim sabahını andırması, sınavı boşlayıp "Bu ağaçlar, bu çiçekler ne güzel." diyerek saatlerce gezmem konusunda beni gaza getiriyordu. Yapmadım, girdim sınavıma, paşa paşa çıktım. Kantinde biraz takıldım ve eve döndüm. Uykusuz ereksiyonundan okulda yeterince çekmiştim ancak giydiğim uzun palto önümü kapatıyordu neyse ki.
Üşüye üşüye evin içine atılan ilk adım ve uykusuzlukla sonuçlanan bir iki saat, bilinçaltımın çatırdağı zamandı. Defalarca uyandım kabuslardan da, rüyalardan da...
Önce en yakın "o"nu gördüm. "Bana da mı yazmayacaksın artık?" diyordu rüyamda. Anında uyanıp bir şeyler yazmaya çalıştım Facebook'tan. Yazıyordum, ancak ondan bana gelen bir mesaj olmadığını da görüyordum. Hafiften duruma ayıkıp tekrar yatağa girdim.
Ardından, yazdığım cinsel içerikli bir iletiye; "Dediklerinin hepsini yaparım ancak biri hariç." diyordu seksi bir kadın. Tanımıyordum kadını ve rüyayı da sanal alemde görüyordum. Lanet olası boşluktaydım ve rüyalarım bilgisayar başında geçiyordu. Bilinçaltım çatırdamayı bırak, parçalanıyordu. Yaklaşık yarım saat boyunca uykuyla karışık, gerçekten böyle bir mesaj gelmiş mi diye düşünerek telefonumdan Facebook'u karıştırdım. Ne böyle bir ileti yazmıştım, ne de böyle bir yorum gelmişti hesapta yazdığım iletiye. Toplasan dört saat bile uyuyamamıştım ve uykusuz ereksiyonu yine kendini gösteriyordu.
"Boşver, en azından tuvalete gitme ihtiyacı hissetmem." derken, ağır bir baskı hissettim mesanede. MJ'in moonwalk'u tarzında durarak işedim, tekrar yatağa girdim ve uyuyamadım. Aptal aptal sırıtıyordum, "Lan ne güzel kadınmış bak benimle birlikte olmak istiyormuş hem de eheh." diye düşünmekten uyuyamadım. Ancak öyle bir kadının, öyle bir iletinin olmadığını idrak edemediğimden ötürü uykuya da dalamıyordum.
Aval aval bakındım tavana. Yanımda kimse olmadığını, bok gibi yalnız olduğumu fark ettim ve o bokun üzerine sifonu çekip uyandım. Hala uyumadım bir de, ki işin en arıza kısmı o sanırım. Son 48 saatte toplasan 6 saat uyumadım ve neyle savaştığımı bilmeden, kendimi aptal heveslerin içine sürüklemiş, yürüyorum usul usul.
Ama bu çatırdayan bilinçaltının en güzel ürünü de bu, uykusuzluk yaratıcılığı bir nebze de olsa arttırıyor.
NOT: "uuf finaller :(" diyen, ancak İşletme, Su Ürünleri gibi bir fakültede tahsil gören öğrencilere yakın bir arkadaşımın iki çift lafı var:
"BENİM KAFAMDA SAÇ KALMADI ULAN SİZ NEDEN BAHSEDİYORSUNUZ?!" - kendisi İTÜ'de Elektrik Mühendisliği okumakta.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder