"Babasının mesleği, insanın siyasi görüşünü doğrudan etkiler."
Memur çocuğu, asker çocuğu, polis çocuğu... Kimin çocuğu olduğunuz önemli değildir. Önemli olan babanızın mesleğidir. Örneğin bir asker çocuğu; militarist ya da milliyetçi olabilir. Tabii babasıyla ilişkilerine bağlı olarak tam ters istikamete, yani anti-militarizme de yönelebilir. Bunun sebebi basittir. Baba figürü... Tıpkı, babanın hayat görüşünün insanın hayat görüşünü doğrudan etkilemesi gibi. Peki neden bu, böyledir? Hadi 20 sene öncesinde bu denli derin araştırma imkanı yoktu kimsenin elinde diyelim. Ya da babasını şark görevinde kaybeden asker/polis çocuklarını geçelim. Yeni nesilden bahsediyorsak eğer, yeni nesil kısaca "mal". Genelliyorum, evet yeni nesil mal. Okumayan, bilmeyen, umursamayan aptal ordusu. Farkındaysanız bir siyasi görüşe indirgemedim. Sağcısı, solcusu, gericisi, anarşisti, "Demirel"cisi, alayı mal... Çünkü ne okurlar, ne araştırırlar. "Bilmemek, güzeldir." lafından yola çıktıklarını da sanmam ki arkadaşlarının, sevgililerinin, popüler dizilerde rol alan karakterlerin ve aktörlerin içini dışını bilirler. Bir sonraki perdeyse basittir, rakı sofrasında ya da hafif alkollüyken kurtarılan ülkeler. "Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi oluyorsun." cümleleri ve bitmek tükenmek bilmeyen atışmalar.
"Bir Nord'un son düşünceleri, eviyle ilgili olmalıdır."
orj. "A Nord's last thoughts should be of home."
Bir önceki cümleyi kendim kurmuştum. Buysa Skyrim isimli -oyun değil-şaheserden geliyor. Oyunun başında idama giden karakterimizle birlikte, aynı at arabasının arkasında oturan cesur savaşçının sözü. Oyunun temeline inip senaryosunu anmak yersiz.
Ancak sadece bir Nord'un değil, benliğini unutmamaya yeminli herkesin ölmeden önce düşünmesi gereken şey; evi olmalıdır. Saçma bir laf vardı Mersin gruplarından birinde; "Mersinli, elbet bir gün Mersin'e dönecektir, ölü ya da diri." şeklinde. Yüksek dozajda şehir faşizmi içeren, burada yazım hatalarını değiştirerek sizinle paylaştığım bir laftı. Serbest çağrışım...
"Aptallık, en büyük günahtır."
orj. "The greatest of all sins is stupidity."
Bir kitabını bile okumadığım Oscar Wilde'ın sözü. Aklıma kazınma nedeniyse, lisede öğretmenim olan babamın yıllığıma yazdığı yazı. Bu bir benzetme değil. Babam hayatımın her döneminde öğretmenim oldu, lakin lisedeyken gerçek anlamda öğretmenimdi. Kafama vura vura öğretmişti bazı şeyleri. Akıllıdan ziyade yarım akıllı bir adam olsa da, mal yetişmememi sağladığı için ona da bir teşekkür.
"Dünyada tek ölen sen değilsin."
Savaşmayı, yaşamayı bırakan bir kadına ettiğim en ağır laftı ki bir değil, iki değil, defalarca söyledim bunu. Çünkü intihar etmekle, hastalığa yakalanıp hayatı umursamamak arasında ince bir çizgi vardır. Savaşçı olanlar, hayattan zevk almasalar da; sırf hayata inat kalmaya çalışırlar hayatta. Pes etmeye yatkın olanlar ise "Eh nasılsa intiharı düşünüyordum, iyi oldu bu hihi." şeklinde aptal bir zihniyete bürünürler ölümcül bir hastalığa yakalandıklarında. Dünyayı siklemez görünürler ancak hayatın her damlasını umursadıkları her hareketlerinden bellidir. Tutarsızlık ve ahmaklık birleşir, hayatta olan ve uzun süre hayatta kalacak olan; kaderine razı olanı bir yerden sonra çekemez hale gelir. Dayanamaz ve parlar, gözyaşlarının üzerine dökülür kelimeler. Drama ihtiyaç yoktur.
"Bazı şeyleri aşmak lazım. Bunu yapabilmenin tek yolu da, kendin olmaktır."
Bir gün aileme uzun uzadıya anlatmıştım durumumu. Kaybettiğim arkadaşlarımı, bozuk psikolojimi, uykusuzluğumu, nefretimi, başarısızlığımı... Her şeyi ve sonunda dayanamayıp eklemiştim; "Ben telefonda konuştuğunuz, ayda yılda bir gördüğünüz adam değilim. Sadece size karşı böyle davranıyorum; benim yüzümden acı çekmeyin diye." Kalın puntolarla yazılmış olan cevap, babamdan gelmişti. Kimi zaman dalga geçtiğim, kimi zaman yücelttiğim babamın ağzından çıkmıştı. Şok olmuştum telefonda... Kazındı kafaya...
1 yorum:
Bir balıkçı çocuğu olarak önermeye katılmıyorum.
Yorum Gönder