Serinin ilk yazısında yazmam gereken şeyi şimdiden yazayım iyisi mi...
"Mağlubiyete mazeret arayan teknik adam gibi hissediyorum." başladığımdan beri. Evet, mazeret arıyorum. Mazeretim var mı? Fazlasıyla... Ama neden, "Gerekirse hakemi de yeneceksin!" diyemiyorum uzun zamandır, bilmem.
Aslında buraya yazacağım her şeyi, birebir aileme anlatsam; şu an iki haftada bir, özel bir psikoloji kliniğine gidiyordum, okulu dondurmuştum, Mersin'de ana kucağındaydım. Belki de bu yüzden yazmaya, anlatmaya bu denli hevesliyim son dakika golünü yedikten sonra.
Serinin başında demiştik, farklı farklı konulardan bahsedilecek diye... Ölümle başlayalım, olur mu?
Okuduğum zamanlarda, veya okula gittiğim zamanlarda; çok olmamıştı. Bir elin parmaklarını geçmez gerçekten -hissettiklerimin- sayısı. Çünkü alışkındım, her ölüm; erken ölümdü. Ama o erken ölümlerin, bazısı bir surat asıklığı ve üç gecelik anma töreninden ibaretken, bazısı kahraman olmaya çalışan bir ruh hastasının gözyaşlarıyla son bulur, kontrolü dışında gerçekleşenlerden dolayı karnından; bir gaspçı tarafından defalarca bıçaklanmış hissi bırakırdı onda.
Onu, o halde gördüğümde bile; zorluyordu nefesini. Bilinci kayıptı, ona bakan Türkmenistanlı kadın bile gözyaşı döküyordu halini gördükçe. Utanç verici durumlara şahitlik etmişti o kadın. Kocaman bebek bezlerini, altına kaçırdığı için kıçına bağlayandı. Zar zor yemek yedirmişti. Nefret edilecek bir işti bu, evet. Ancak babaannem, yalnız ölmeyecekti. Huzurevi, ailemizin kültüründe yoktu. İyi ki de yoktu...
Aranızda memur çocuğu var mı? Hani şu, babaannesinin evinde büyüyenlerden? Dedemi çok erken kaybetmiştim. Babaannemse, "Ben kendimi bildim bileli böyle" idi. Büyüttü, besledi, bıkmadı... Bilinci kayıp, ne bahsettiğinden haberi yokken bile; nefes almakta güçlük çekerken bile o kanepede uzanmış; halama emir veriyordu. "Çocuklar gelir birazdan, şu arka bahçedeki eriklerden biraz topla. Onlar severler... Hem Mahmut gelecek, o da yer."
Rezil bir haldeydi, duygularımı gizlemiştim. Hiç bir şey olmamış gibi davranmıştım herkes ağlarken. Çünkü güçlü durmam gerekiyordu, farkındaydım. Dedemin adını taşıdığım için, beni kocası zannetmişti. Eve döndüm, açtım rakıyı... Ertesi gün çok yakın bir arkadaşımın sevgilisinin doğumgünüydü. Meyhaneye ismimi verip, 20 kişilik masa ayırtmıştı arkadaşım. Akşam yedide buluşacaklardı. Bense dokuza kadar evde rakı içip, ağladım. Gözlerim kan çanağı, ağzımda anason kokusuyla meyhaneye gittim. Girişimle, garsonların "Hoşgeldiniz efendim." demesi bir oldu. Paltomu verdim garsona, arkadaşlarımın yanına geçtim. İçtim, içtim ve içtim... Sonra dışarı çıktım. Ağlamaya başladım, kuzenim ve kuzenimin bir arkadaşı geldi. Onların önünde hüngür hüngür ağlıyordum, çünkü biriktirmiştim; içimde patlatmıştım. "Benim babaannem ölemez ya!" diye inlettim Mecidiyeköy'ün ara sokaklarını. Gözyaşlarımı sildim, biraz daha eğleniyor taklidi yaptım. Ölü gibi döndüm eve, aklımda babaannemin; iki üç güne öleceği gerçeğini bulundurarak. 3 Ocak 2011'de öldü, doyamadığı memleketinin, Mersin'in kurtuluş yıldönümünde... Lanet olası okulumun lanet olası sınavları sebebiyle cenazesine bile gidemedim. Sadece onun bir tespihini, dedemin bir tespihini çaldım halamın evinden. Dedemin tespihini hala sallarım...
Lise zamanlarında eziktim, şimdiki gibi. Çok arkadaşım yoktu, kızlı erkekli bir grubum yoktu. Az çok çalışkan, yakın bir arkadaşım vardı zamanında yine burada; güzel anılarıyla andığım. Doktor olmak istemiyordu, endüstriyel tasarım bölümünde okumak istiyordu. Aile zoruyla Kırıkkale'ye gönderildi, "doktor" olmaya... Dersleri berbattı, yine aile zoruyla annesinin dizinin dibine getirtildi kötü notları sebebiyle, Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi'ne. Yüklendiler, yüklendiler; ve bir inşaattan aşağı atlayarak kendi fişini çekti. Ayrıntılarını anlatmak bile istemiyorum. Arkadaşımı kaybetmek başkaydı, çok değil bundan 6 7 sene önceki tek arkadaşımın intihar etmesi bambaşkaydı.
Bir adım daha atmıştım. Ama dedim ya, o başkaydı. O, lisedeki tek arkadaşımdı ve ben; ne kadar büyük bir orospu çocuğu olduğumu fark ettim onu kaybedince. İnsan lisedeki tek arkadaşıyla, üniversiteye girince götü kalktığı için 4 sene boyunca 1 kez mi görüşür? Amına koyayım... Kendime edecek küfür, gözyaşlarım dışında kendimi ifade edebileceğim başka bir yol bilmiyorum.
En vurucu olanlar bunlardı, yoksa çok "güle güle" dedik; gülümseyerek, iyisiyle kötüsüyle değil, sadece iyisiyle anmaya çalıştık çoğunu ama vapur iskelesinde bekleyen bizlerdik, vapurda bekleyen onlardı. Charon'un kayığına çoktan binmişlerdi, bizse ister istemez uzaktan izliyorduk. Son yolculuk, son oyun gibi aptalca klişeleri kullanmak yerine; onlarla yaşadığımız iyi anıları yad ederek, rakı sofralarında sakin sakin içerek. "Üzdün yeter, üstüme varma, soru sorma, biliyorsun... Mazeretim var, boş konuşma, görüyorsun, asabiyim ben."
1 yorum:
Ben de ananesiyle büyüyenlerdenim . Sanırım bizim gibiler standart bir şekilde ezik oluyor.
Yorum Gönder