Google+ boş mideye iki duble viski: Akşamdan kalma tesirli metropol notları 16

2 Aralık 2012 Pazar

Akşamdan kalma tesirli metropol notları 16

-Uyan.
Sakin bir ses tonuydu. Bir kadına aitti, hangi kadına ait olduğunu bilmiyorum. Çok özel biri olsa hatırlardım, ancak değildi. Yani annem veya yakın bir arkadaşım değildi. Belki de kafamda yarattığım bir kadına aitti, bilmiyorum.
Uyumuyordum aslında bunu dediğinde. Mecidiyeköy'de otobüs bekliyordum, karşıya; kuzenime gidecektim. Bir anda söylemişti.
Sormadım kendime, neden böyle bir şeyin aklıma girdiğini de düşünmedim.
Bitmek bilmeyen bir uykudaydım ve ilk sinyali almıştım sanırım. Pesimist geçen günler, aynı şarkının aynı sözlerinin akılda kalması; (Dozer - Days of Future Past parçası... "Tell me where was god today?"/Söylesene, Tanrı bugün neredeydi?), umutsuzluk, radyo için ya da kendim için yaptığım her playlistin 3/4'ünün minör gamlarında yürüyen şarkılardan oluşması, yalnız kalınca alkole sarılmam, her başarısızlığımı elimde olmayan etkenlere bağlamam, kıyafetlerimden de öte havlularıma bile sinen sigara dumanı kokusu, intihar eğilimi, yazdığım vasiyet ve ellerimle inşa ettiğim her karanlık bungalov geldi aklıma teker teker.

Değişim için neler denediğimi düşündüm. Mutlu olabilmek adına, spora yazılmaktan tut da; sivilcelerim için ilaç kullanmaya, bir köpek beslemeye kadar türlü türlü yola başvurmuştum. Hiç biri işe yaramayacaktı, hiç biri beni daha başarılı, daha düzenli ya da daha "insan" kılmayacaktı.
Akbilin çıkardığı aptal sesle kafam gerçek dünyaya döndü. Yanımdan bir küçük çocuk geçti hızla, on yaşında falandı... Annesi akbili basarken, çocuk yukarıda yer kapmaya gitmişti. Ağzının ortasına tokat atasım geldi. İlk kez, "Yazık." dedim uzun zaman sonra ve ekledim: "Onun için mutluluk otobüsün üst katında, en önde oturup yola bakmak."
İç seslerim karışıyordu, aklıma gelen imgeler birbirine giriyordu. Çırpınmayı çoktan kestiğim için bu "Deliriyor muyum?" sendromunu yaşamak hoşuma gidiyordu. Eskiye döndüm, çok eskiye... Mersin'e küfrettiğim günlere, lise dönemine döndüm. O zamanlar, İstanbul'a gelebilmek adına; iyi bir üniversiteye girebilmek adına ne kadar savaştığımı hatırladım. Zaten son başarım, hedeflediğim; daha doğrusu çevremden gördüğüm baskıyla hedeflemek zorunda kaldığım okula girebilmiş olmaktı.
Zaferin verdiği mutluluğu hatırladım. Farklı hissediyordum.
Küçük bir ayrıntı hatırladım... Girdiğim bir deneme sınavında, yüz elli kişilik dersanenin ilk ellisine bile girememiştim. Sonuçlarımı annem rehber hocadan almıştı. Yüzüme çarpmıştı. Sinir olmuştum. Çünkü bulunduğum dersanenin içinde anadolu liselerinden, fen lisesinden toplasan yirmi kişi yoktu. Öğrenciler ya özel okul öğrencisi babadan zengin heriflerdi, ya da kaşar-serseri düz liselilerdi. En azından o zamanlar da sınıflandırma-genelleme hakkını kendimde gören ben böyle düşünüyordum.
Annemin suratıma attığı sonucu dolabıma asmış, yanına da "Bir daha olmayacak." yazmıştım. Hakikaten de bir daha olmadı.
Ardından üniversiteye giderken babamın bana yazdığı notu hatırladım. Hiç unutmuyorum, otobüste okuyup daha sonra ilk molada çöpe atmıştım. Bir dizi boş nasihatti benim için sadece. Anektodlar, aileye karşı hissettiğim suçluluk duygusuna sebep oldu. Benim için senelerdir yırtınıyorlardı, herhangi bir şeyim eksik olmadı. Her zaman oradalardı, madden ya da manen. Altımda araba yoktu, limiti 10000 lira olan bir ek kartım da olmamıştı; ancak biliyordum, yapabileceklerinin en iyisini yapmışlardı. Altı buçuk sene olmuştu onları geride bıraktığımdan beri... Ben ne yapmıştım? İlk iki seneyi tam anlamıyla "bay" geçmiş, ardından çırpınmaya başladığım her dönemde ya medikal, ya da psikolojik sorunlarla karşılaşmış, okulu bırakmayı bile düşünmüştüm ki ona bile "Olur." diyeceklerdi.
Bırakmadım, ama tutunmadım da okuluma. Girdiğimden beri okul bittiğinde okulumla ilgili işi yapmayacağımı kendime söyleyip durdum. Reklamcılıktan, tercümanlığa; bir sürü iş olanağı olduğunu söyledim kendime. Ama herhangi bir olanağın kapısı kapanmasa da; okul bana bir şeyler katmaya başlamıştı. Yorumlayabiliyordum etrafımdakileri, hayata uygulayabiliyordum okulda öğrendiklerimi ve bunun için yaratıldığımı düşünmeye başlıyordum.
Dedim ya, başarılı bir müzisyen, basketbolcu, dj, öğrenci ya da yazar olamadım. Hala bilmiyorum, ileride ne olacağımı, nasıl tutunacağımı. Sadece dinliyorum, eve döndüğümden beri, aynı şarkıyı... "Again We Rise" diyor Randy Blythe. Evet, tekrar yükseleceğim. Her düştüğüm an aslında mutsuzluk dışında bir şeyler getiriyor... Bunun adı tecrübe. Ve ne kadar tecrübe edersen o kadar hissizleşirsin, benzer olaylar yaşadığında.
Uyandım...

Not: Belki bir sonraki yazıda tekrar o karanlığa gömüleceğim ancak bugün benim günüm. En azından bugün, ben tekrar "kahraman"ı oynayabileceğime inanıyorum.

1 yorum:

Rutkay dedi ki...

fırtınalı günlerde hele yağmur da varsa en siktiri boktan sahillerde bütün denizin pisliğini kirini yer yutar, beşinci sınıf apartman bodrumlarında tencerelerde sefillikle kaynayan o çok severek mideye indirdiğin midyeler.
en büyük başarıları ayaktakımının pis ellerinde, en kalitesiz malzemelerle tencerelerde pişirdikleri 75 kuruş değil 1 buçuk liralık olanlardan olabilmeleri olurdu bilinçleri olsaydı.
kahramanlıkların 1 buçuk liralık. küçümseme.