Az önce Tarantino'nun standart-klasik filmlerinden birinin kült sahnesini izliyordum. Hani şu Rezervuar Köpekleri'nin, "Stuck in the Middle With You" parçasının çaldığı sahneyi. Görsellik efsanevi düzeyde değildi, ancak "punchline" nam-ı diğer o sahnenin finali gayet iyiydi.
Deryada boğuldum ardından. O aman uman, medet uman, elleri kolları bağlı ve üzerine benzin dökülmüş adamın çırpınışları, "Hayır, lütfen; hayır lütfen bunu yapma" şeklindeki haykırışları...
Basit bir zaman yolculuğu yapıyoruz şimdi. Doğru notları getirirsem beni bu okulun dışına götürecek dönemlere, mezuniyetimin ocakta olacağını düşündüğüm dönemlere kısa bir yolculuk sadece. Sene başında, ne yaparsam yapayım öğretim görevlilerime, hocalarıma yalvarmak zorunda kalacağımı söylüyordum. Aslında, okulumuzda bu durum şu şekildedir. Kalmak üzere olduğun bir dersin hocasına gidersin ve "Hocam, sadece sizin dersinizden kritik durumdayım, ne olur beni bu dersten geçirin." dersin. Ardından ağlamaya başlarsın çünkü "hocan" geri adım atmaz. Eğer gözyaşların timsah gözyaşlarından öteyse, ufak bir geri adım atar hocaların ve seni dersten geçirirler. Fakat ortalamaya ihtiyacın varsa ve belirli bir not istiyorsan, kimse yüzüne bakmaz. Veya yüzüne tükürmez... Basit bir denklem, özellikle bir teknik üniversitede okuyorsan; tek bilinmeyenli standart bir denklemdir bu.
Gelgelelim, dönem başında sağlamdım. Derslerime girerim, elimden geleni yaparım, tökezlemek üzereysem de hocalarımın dibine durur, zırlarım diyordum. Aslında gayet sağlam bir giriş yaptığımı düşünüyorum yeni döneme. Fakat o kulak kesmeli Rezervuar Köpekleri sahnesini izledikten sonra içim kıyıldı bir kere.
Kafama bir tabanca daya, üzerime benzin dök ve elinde bir kutu kibrit olsun; ben eğilmeyeceğim. Şimdiye kadar bunu asla yapmadım diyemem. Aynı müzik grubunda çaldığım bir hocam vardı benim, adama yalvarmıştım; "Bu dersten beni bırakmayın, beni diğer bölümlerden olan başarılı öğrencilerin ve ruh hastası hocaların önüne atmayın." şeklinde. Odasındaydık, klima açtıktı, yanımdaki kadın bilgisayarıyla oynuyordu ve o da hocaya; staj defterini kabul etmesi için yalvarıyordu. İkimiz de çaresizdik ancak çaresizliğimiz hocanın arada kahkaha atması için bir sebepti belki de. Bilmiyorum, birinin karşısında eğildiğim ilk gündü belki de ciddi anlamda. Ve kaldım dersten. Notlarım iyi değildi, kabul ediyorum; fakat kritik durumdaydım; onun da bunu kabul etmesini ya da göz önünde bulundurmasını istemiştim okul-dışı hayatımızı öne sürmeyerek.
Kaldım. Resmen kaldım. O, kendi kavramlarıyla "Beni bırakmadı."; ben, onun dersinden "kaldım." Hala da aynı dersle cebelleşiyorum belki de ancak şu aklımda net. Bir daha asla, kimsenin önünde eğilmeyeceğim. Hoca, patron, arkadaş, ya da adını sen koy.
Eğilirsen kendinden bir şeyler kaybedersin, evet; ancak öte yandan, kaybedeceğini bile bile eğilirsen, sadece karşındakinin yüzünde ufak bir gülümseme görürsün ya, işte o seni bir kez daha yere çalar. Son paragrafı büyük bir rahatlıkla yazıyorum çünkü sadece bir sene süren iş hayatımda bile eğilmedim, diz çökmedim. Paramı alabilmek için ya da zam istemek için bile diz çökmekten, patronuna yağlama yapmaktan ziyade, aklımdakini direkt olarak söylemek gibi yöntemler izledim. Siz, biliyorum ki siz; bu tarzı çok sert bulacaksınız. Bu, terstir ve serttir; kaybetmeyi kabullenemeyen ancak kendisinden de taviz veremeyenlerin tarzıdır. Golü kendi kalesinde gördüğü anda oyunu rakip sahaya yıkan adamların, kaybedecek hiç bir şeyi olmayanların tarzıdır.
Eğer üstleriyle iyi ilişkiler kurmanın peşinde koşan, yaptığı stajlarda "kendini sevdirmeye çalışan", tipik gençseniz, sağ üst köşede "X" işaretine sahip bir düğme var(Mac kullanıyorsanız aynı düğme sol üst köşede olmalı) ve çok işe yarıyor. Kısacası, defolup gidebilirsiniz. Kalan sağlar mı? Kalan sağlardan bana ne, ağızlarını açıp bana iki kelime söyleyemedikleri sürece?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder