Sabah uyanır uyanmaz, bir iki dal sigara içtim.
Pakedim bitince, bakkala gittim,
Hem aileme göndereceğim albüm, kitap gibi "yarayışlı" eşyaları,
Hem de anısı olanları içine koyabilecek bir koli almak ve
Yine masa altından bir paket sigarayı "hesaba" yazdırmak için.
Eve geçince, yıllarca doldurduğum cdlere baktım.
Kiminin içi film, kimi porno, kimi dizi, kimi müzik...
Teker teker bilgisayara taktım hepsini,
Bazı pornoları seçip, bilgisayarıma aktardıktan sonra,
Sosyal medyada son "iyiliğimi" yaptım ve bir ilan yazdım.
"Yüzlerce film, porno, şarkı ve dizi içeren DVDlerimi,
Alıcı ödemeli kargoyla birilerine gönderebilirim."
Kimse siklemedi, "Cloud Computing" sebebiyle.
O dvdlerin arasından çıkan bir iki eski fotoğraf,
Bir iki eski video (2006 öncesi, yaş 16 iken çekilenler),
Bu bok çukurunun, bataklığın içine girmeden önce de,
Mutlu olduğumu hatırlattı bana.
Sonra, patlattım.
Nerede hesabım varsa sildim.
Speed dating sitelerinden tutun da;
"Artık kısa cümleler kuruyorum." şeklinde;
Milletin götünü yırttığı Twitter'a kadar...
Facebook, Getglue,
Ekşisözlük(blog reklamını yaptığım için yarayışlıydı) bile kapandı.
Bunları yazarken telefonumu bile sessize aldım,
Faith No More'dan Evidence çalıyor yine.
Dijital dünyamı siktim.
Dijital dünyamın içine bir "glory hole" açtım ve ter kokan aletimi içine soktum.
Başlangıçta delik çok kuru geldi, canım yandı,
Deliğin etrafındaki tırtıklar aletimin damarlarını kesti.
Sonra, bir kez daha tükürdüm "sosyal medyaya" ve;
Bakire olduğunu iddia eden ancak ağzına ya da arkasına almaktan hoşlanan;
Bir kadının götüne girdiğim gibi girdim, kayganca.
Yarın öbür gün, tekrar sosyal medyanın bir takma yarrakla,
Bana arkadan girmesini isteyebileceğim için,
Yaptığım çoğu hareketin geri dönüşü vardı.
Bu yüzden, Linked.in ve Couchsurfing profilim kaldı.
En azından yarayışları vardı.
Ya da Ekşisözlük, en azından blog reklamı yapıyordu.
Ya da speed dating, kolay saksoyu getiriyordu.
Alayının canı cehenneme.
Götümü sandalyeye çivileyip daha fazla yazmamı sağlayacaksa;
Alayının canı bir kez daha cehenneme.
Hem, insanlardan nefret ettiğini söyleyen çakma Bukowski'nin;
Sosyal medyanın içinde işi ne?
Günün en keyif aldığım vakti, koliyi doldurduğum vakitti.
Gülümsüyordum, çünkü sikik okulumu bitirebileceğime,
Gerçek bir avare olabileceğime,
Hafif bir çanta ya da valizle gezebileceğime inanıyordum.
Sonra bilgisayarın başına geçtim, bunları karaladım işte.
O hesapların üstünü çizer,
Hepsini tek tek "Geri Dönüşüm Kutusu"na yollarken de;
Aklımdan geçen tek bir şey vardı.
Şarkının sözleri...
"I didn't feel a thing,
It didn't mean a thing."
http://www.youtube.com/watch?v=TPuSJeVOw7I
4 yorum:
yazmak senin için ne demek
"neden mizah?" gibi bir soru soruyorsun. sadece yazarken rahatlayabiliyorum, bu yüzden yazıyorum. abaşka bir anlam yüklemenin alemi yok.
Bu basladigin serinin ismi depozitolu siselerin iadesi ile alinan 4 bira, depozitolu siserin iadesi ile alinan 5 bira seklinde gitseydi daha keyifli olurdu. Bir suredir takip ediyorum blog'u ilerleme kaydedemiyorsun, yazdiklarinin bir kez daha uzerinden gecsen eminim ki kelime tekrarlarini bilmem neleri sen daha iyi farkedersin. Okuyana katacagin ne yazik ki bir sey yok. Sevgiler.
yapıcı eleştiri için teşekkür ederim. bir şey katma amacında değilim zaten; fakat kendimi tekrarlamak (cümle, kelime ya da konu) hakikaten sevmediğim bir şey. alkollü yazdığım için pek de bilincim yerinde olmuyor.
ertesi gün de rötuşlamak ya da editlemek ya da okumak bile kaçındığım bir şey. blog yazıyorum sonuçta, kitap, dergi ya da makale değil. hemingway: "write drunk, edit sober." ben: "write drunk, edit never." evet blogumu ve blog yazmayı çok seviyorum, ama bu kadar da önemsediğim söylenemez. basılı herhangi bir mecrada bulunamadığım için burada yazabiliyorum sadece.
Yorum Gönder