2009... Myspace'im vardı o aralar. Facebook'tan daha fazla bakardım. Kendi çapımda bir sanatçı bile değildim, ne bok yemeye Myspace sayfam olduğunu bile bilmiyorum. Oradan bir mesaj gelmişti. Katherina isimli bir Rus kadınından. Bu şekilde tanıştık.
2010... Katherina, İstanbul'a geldi; Tanya isminde bir arkadaşıyla birlikte. Benim evimde kaldılar. Ablam evde olmadığı için, ablamın odasını verdim onlara. Kırmızı bir kimonosu vardı; hatta net hatırlıyorum, duş alıp dışarı çıkmışlardı ve yıkadıkları çamaşırları asmışlardı. Efsanevi kimono ve kırmızı iç çamaşırı takımını, evde yürüyerek telefon ile konuşurken görmüştüm. İçim içimi yemişti. Fetişist gibi kokladığımı da hatırlıyorum sütyeni.
İki gece kalacaklardı. İlk gece, getirdikleri Parliament marka vodkayı içerek ve Rus turşularını yiyerek doğruluk-cesaret oynadık. O zamanlar, adabımla içmez, oyun oynamaya sıcak yaklaşırdım. Bana; "Anal seks hakkında ne düşünüyorsun?" diye sormuştu. Parçaları kafamda birleştirip, bakire olduğuna kanaat getirmiştim bu soruyla beraber. Tanya aracılığıyla da, hayatımda tanıştığım ilk safkan Rus kadının bakire olmasına isyan etmiştim.
2011... Ocak ayında yine geldi İstanbul'a. Görüştük. Ama sadece "görüştük". Onunla yatamamak değil de, onun beni cinsel ya da duygusal olarak kabullenememesi çıldırtmıştı beni. Sinirlendim, tüm niyetimi anlattım. Dürüst ve direkt bir dille, sade bir dille hatta. Kısacası, "bacaklarına girmek isterdim." dedim. "Ama olmadı, bu yüzden ben gidiyorum." diyerek her türlü kontak listemden sildim Katya'yı.
2013... İki sene boyunca zaman zaman taciz etti beni Katya. Nedenini hala bilmiyorum. Benden bir şey istemiyordu, arkadaşlığım da onu arzuladığım için yeterince çekici değildi. Ama Facebook'tan yazmaya devam ediyordu. Defolup gitmesini istiyordum, gitmiyordu. Onu engellemek ve şikayet etmekle tehdit ediyordum, susuyordu. Baltalı Mehmet Paşa olma ve aynı kaderi paylaşmama adına bir süre umursamadım. Çok güzeldi, harika gözleri ve harika göğüsleri olan bir sarışındı ancak kontrol, sadece onu başımdan savmamla bana geçerdi. Bu düşünce bile işe yaramadı... Yazmaya devam etti ve bir gün, şu minvalde bir mesaj gönderdi:
"Size özel bir teklifimiz var! Bize adresinizi ve telefon numaranızı verirseniz, size güzel bir şişe Jack Daniel's hediyemiz olacak!"
Telefonumu yazdım, adresimi de yazdım. Sadece Jack için... Bugün buluşmak üzere anlaştık. Buluştuk, biraz kilo almıştı. Bir litrelik Jack'i bana hediye etti. Bense oturduğumuz barda hesabı bile çekmedim. Gecenin sonları benim için yaklaşıyordu. Ya benimle gelecekti ve yıllardır içimde biriktirdiklerimle apışıp kalacaktım. Benimle gelmeyi reddetti. Hostelinin olduğu yöne doğru yola çıktık. Hostelin önüne geldiğimizde, bir öpücük isteyip istememem gerektiği konusunda tereddüte düşmedim bile. Tam ona döndüğüm sırada sikik bir tinerci gelip para istedi. Cebimdeki son 1 lirayı da ayakkabıcı bir dayıya verdiğim için, tinerciyi başımdan savamadım para vererek. Sikik tinerci, bir daha asla görmeyeceğim (İstanbul'da yaşamayacağımı söylemiştim ona) bu kadınla arama girip, limonun kralını sıkmıştı muhabbete. Tinercinin gidip hostelin girişine çökmesiyle beraber, iyice tedirgin oldu. Ona hafifçe sarılıp; "Bir başka hayatta görüşürüz." dedim.
Hostele girişini bile izlemeden, arkamı döndüm, elimde; şeffaf plastik poşete koyulmuş bir şişe Jack ile. "Yaz Çakma Bukowski, yaz!" dedim kendi kendime. Bunu defalarca duymuştum çünkü. Bir diğer Tekel Bayii'ne girip siyah poşet dilenmek aptalca geldiği için, yoldan bir taksi çevirdim. Küfürlerim bu sefer Katherina'ya değil de, Taksim'in altını üstüne getiren belediyeyeydi. Sikikti hayatım, ama Jack hala benimleydi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder