Suçluyu oynadığım ya da suçlu hissettiğim o kadar çok zaman oldu ki, ne ara mutlu olduğumu unuttum. Sadece annemi ya da babamı hatırlıyorum, "suç" kelimesi aklıma geldiği zaman. Altı aydır doğru dürüst görüşmüyoruz ancak görüştüğümüzde de onlara karşı duyduğum tek şey "suçluluk" duygusu. Sikik, boktan bir döngü... Bu yüzden, uzak durmayı seçiyorum, çünkü bir şeyler borçlu olduğum insanlar sadece onlar. Kabul etsem de, reddetsem de...
Bu haftasonu annem İstanbul'a geldi. Amacı, son virajı atlatmak üzere kafayı sıyırmış olan beni biraz sakinleştirmek, bana biraz daha yardım etmekti. Bilmiyordu, benim kafayı yıllar önce kırdığımı. Suicite Note pt. I'ı; sadece "Mother's angel, getting smarter." kısmı için dinlediğimi. Cumartesi, aradı; saat sabahın on biri...
-Heah.
-Ben birazdan kuzeninde olacağım, sen de gel. Bir gibi Beşiktaş'a ineceğiz. Adalar'a geçeceğiz oradan da.
-Anne, benim oraya gelmem en az bir saat. Sadece yarım saat görüşmek için beni oraya getirme.
Bunu diyip, kapattım. Ardından, uyuyamadım da. Aptal bir suçluluk duygusu... En son altı ay önce gördüğün, sana "can" veren kadın, sen ne kadar aksini istesen de; "Ben böyle iyiyim." desen de, sadece on beş dakika uzağında. Sadece alacağın duş ve içeceğin kahve lüksü sebebiyle onun yanına gitmen bir saat sürüyor.
Kalktım, güç bela duş alıp, yarım litreye yakın süt içtim. Telefon tekrar çaldı. Arayan annemdi.
-Biz gidemedik, vapur seferleri iptal olmuş, eve dönüyoruz.
Sesinden anladığım ton, hayal kırıklığının desibellere dönüşmüş haliydi. Lakin ne vapur seferleri umrundaydı, ne de batan Adalar planı... Benim sabahleyin verdiğim tepkiydi, kaldıramadığı.
Dişimi fırçalayıp çıktım. Bunu, annemi özlediğim için yapmadığımı adım gibi biliyordum. Onu mutlu hissettirmek için yapıyordum çünkü, borçluydum. Biraz takıldık kuzenimin evinde, ardından yemek yedik. Ertesi gün gelip çatınca, annem soluğu benim bekar evinde, fakirhanede aldı.
Temizlemeye çalıştı, uğraştı, çabaladı... Uğraşmaması ya da çabalamaması için elimden geleni yaptım. Sonuç olarak annem, temizlikçi kadın değildi. Yırtındım, "Yapma." derken... Vakti kısıtlıydı, ona rağmen, yaptı. Yırtındı... Bunu amaçlı yapmıyordu, yani; kötü hissetmemi sağlamak değildi amacı. Tek bir amacı vardı, o da benim "iyi hissetmem" ve "rahat yaşamam" idi.
Bense o köprüleri çoktan attığım için, o ne yaparsa yapsın kötü hissedecektim. Beş sularında üstünü değiştirdi. "İyi bak kendine, sana çok değer veriyoruz." dedi. Ağlayamadım, yine güçlü görünmeye çalıştım. Ne Adsız Alkolikler'e katılmak adına içinde bulunduğum kötü denemelerden, ne bileğimde olması gereken dikey jilet izlerinin; beceremediğim her gece avcumun içinde patladığından bahsedemedim. Tek yapabildiğim, "Sen de." demek oldu.
"Ben, her gün; akıl hastanesine yatırılmış olmayı diliyorum. Her gece, ölmeyi, mutsuzluk ya da mutluluğa; cennet ya da cehenneme kavuşmayı diliyorum. Her sabah, kendi başıma uyanıyor ve aynaya bakamıyorum. Omuzlarımdaki, kaldırabileceğimden fazla oldu her zaman, artık taşıyamıyorum."
Diyemedim işte hiç bir şey. Taş kalpli sikik bir çocuk öyküsü karakteri gibi sarıldım ona, öptüm ve gönderdim. O ana kadar her şey normaldi. Ta ki, ev arkadaşım; "Allah kavuştursun." diyene kadar.
O an işte gözlerim doldu, o an fark ettim, yine yapıyordum. Yine...
2 yorum:
Yorum Gönder