Bir keresinde, Cihangir'de yaşayan bir arkadaşıma gitmiştim. Bayağı dibine vurmuştuk içkinin. Dönüş yolundaysa uzun zamandır açmadığım bir albümü açmaya karar verdim. Cihangir sokaklarından meydana çıkmaya çalışırken Max Payne soundtrackini dinliyordum.Başlangıçta o ana temayı dinlerken içim burkuldu, gözlerim yaşardı. Çünkü ana temayı en son Mersin'de ailemden ayrılırken dinlemiştim. Ailemle aramızda şöyle bir anlaşma var: ablam, başarıyı, güzelliği, iyi niyeti, sevgiyi ve sanatı temsil eden bir peri sembolü. Bense ablamın temsil ettiği tüm sembolleri yakıp yıkan adam. Başarısızlığı, çirkin ve siyah giyinen adamları, avareliği, misantropiyi, nefreti ve estetikten uzak her şeyi temsil eden pis herifim.
Ana temadan hemen sonra, shuffle; oyunda Max'in girdiği uyuşturucu tribinin arka planında çalan şarkıyı patlattı kulaklarımda. Göz yaşlarımı elimle silerken, bir yandan da miyavlayan kediden bile tırsar hale gelmiştim. Az sonra bir tinercinin beni sıkıştırıp para istemesi durumunda ne yapabilirim diye düşünmekteydim. Neden, sonuç ve mantık ilişkisi içerisinde aslında bunun mümkün olmayacağını; çünkü uzun paltomu ve çizmelerimi giydiğimi hatırlattım kendime. Korkutucu ve sakallı bir görüntüm vardı. En son bu imajla, bu tarz bir yerden geçerken "Beni sivil polis katili yapacaklar akşam akşam..." diye söylendiğini duymuştum birinin, bana bakarak. Dolayısıyla aslında imajım biraz da caydırıcıydı. Zaten uzun olan boyum, çizmelerimle üç santim daha uzuyordu en az. "Bu iyi..." diye düşündüm ve kalbim sıkışa sıkışa, hızlıca geçtim sokakları.
Ardından eve dönüp bir şeyler karalamıştım. Sonunda çöpe attığım cinsten bir şeylerdi. Seneler önce tabii... 2009 ya da 2010dur olayın cereyan ediş tarihi. Bugün kelime kelime olmasa da, az buçuk hatırladım neler karaladığımı, yine Max Payne'in soundtrackini dinlerken. Hafıza işte....
Çok şey paylaşıyorum yazarken ve genellikle bana, bu kadar çok şeyi paylaşmamamı tembihliyor bazıları. Bazılarıysa daha hayali yazarak aslında gerçekten bir yazar olabileceğimi söylüyorlar. Bazıları komple çizmiş, bu kadar çok detayı bildiklerinden ötürü hayatımla ilgili; yakın arkadaşım olduklarını sanıyorlar. Halbuki sadece okurlar...
Büyük bir kitlem yok, hayvan gibi takip edilmiyorum, bir internet fenomeni değilim ve genellikle "Sen kimsin lan?" tepkisine maruz bırakılacak adamım. Ama bu, burada paylaştıklarımdan ötürü beni sizin yakın arkadaşınız yapmıyor. Çoğu dediğinizle ilgilenmiyorum. "Ayy mesela benim de başıma şu gelmişti..." şeklinde, veya "Bana onun daha kötüsü oldu!" girizgahıyla yaptığınız yorumlar; attığınız mesajlar zerre ilgimi çekmiyor. Zaten ilgimi çekiyor olsa soruyorum, "Ne yapıyorsun?" gibisinden. Blog sebebiyle tanıştığım insanlar da oldu. Ama dedim ya, merak ediyor olsam zaten sorarım.
Gerine gerine anlattığınız eski sevgililerinizden ayrılışınız, uyuşturucu kullanımınız, psikoloğunuz ve psikiyatriden reçeteyle aldığınız anti depresanlar, ufak dramalarınız, yer yer ballandırmaktan; bir tarafını yalamaktan bıkmadığınız mekanlarınız, üç gün sonra kavga edeceğiniz yakın arkadaşlarınızın söylediği komik şeyler, yaşadığınız için komik olduğunu düşündüğünüz ancak içinde mizahtan bir parça bile barındırmayan tecrübeleriniz, memleketinizde çekirdeğe "çiğdem"; sigara "cuğara" denmesi, kendi tercihinizle başladığınız işinizin ya da yüksek lisans öğreniminizin zorluğu, okuduğunuz kitaplardan yaptığınız alıntılar, yıllar önce upuzun olan saçlarınız, yine yıllar önce yaptırdığınız rasta, 90larda rock ve heavy metal müzik popülerken gittiğiniz ancak artık tiksindiğiniz barlar ve o zaman dinlediğiniz gruplara artık yadırgayarak bakmanız (bu arada evet, ben de modayken bu müziği dinledim ve çizgimden kopmadım. ayrıca, Mersin'de rock müzik popüler olmanızı sağlamıyordu; sizi sadece bir diğer serseri olarak gösteriyordu karşı cinse karşı), babanızla annenizin ayrı olması, kaybettiğiniz arkadaşlarınız ve akrabalarınız, Machine'de yaşadığınız homoseksüel tecrübe ve bir çok diğer ayrıntınız, sikimde bile değil.
"Ben zaten bitmişim." diye söylemiyorum bunu, sadece çoğunuzun hayatlarını umursamadığım için söylüyorum. Umursadıklarıma zaten soruyorum, kurcalıyorum ve deşiyorum yaralarını. Onların gözyaşlarını görmek de artık üzmüyor beni. Eskiden en çok üşümeme, yaralanmama sebebiyet veren durum; kadınlara ait gözyaşlarının dökülüşü bile üzmüyor.
3 yorum:
Seni yakın arkadaş olarak gördüğümüz için sormuyoruz, seni umursadığımız ya da düşündüğümüz için de sormuyoruz. Bir şekilde seninle yazılarınla ilgili konuşuyosak, muhabbet ediyosak, öncelikle daha fazlasını öğrenmek için. Peki, daha fazlasını öğrenmek neden önemli, neden daha fazlasını istiyoruz? Çünkü, seni de tüketmek istiyoruz, senin yazılarını tüketmek istiyoruz, şöyle düşün, çok sevdiğin bi yönetmenin her filmini izleyip, her fırsatta söyleşine katılmak gibi.
Sonra, görmek istiyoruz, bu defa ne kadar dibe vurdun. Senin böyle debelenişin bana keyif veriyo mesela, senin keyifsizliğinle ben keyifleniyorum mesela. Ama itiraf etmeliyim ki, iyiyim iyiyim diyip iyi olmadığını anladığındaki hayal kırıklığın gerçekten on numara beş yıldızdı, çok aşırı orgazmik bi yazıydı.
Nasıl da iğrenç bi insan olduğumu düşünüp yazmamazlık etme sakın, şöyle de düşünebilirsin, sen "supernatural" seversin, haftada bir izlemek durumundasın ama, günde birkaç saat dizide yaşama şansın olsa istemez miydin? isterdin, senin yazıların da öyle işte, okurken keyif alıyoruz ama kısıtlı, az yani, ama seninle konuşursak, dahil oluyoruz, daha fazla alıyoruz senden. E bunu çat diye yüzüne söylesek, anlatmazsın, napalım, arkadaş gibi davranıyoruz.
Bu arada, uyuşturucu problemini de, antidepresan reçetesini de seninle paylaşanın ben amınakoyim.
Yazmamazlık etme sakın. Öperim.
bu mantıklı biraz. ama ben tükenmek istemiyorum işte. "edebiyat dünyasında kalıcı olmak istiyorum" diyecek kadar da karbon fiberim. her gün yazarsam da anlamı kalmaz yazdıklarımın... bu sefer de sıkılırsınız.
Olum ne iyisin lan :) seviyorum seni.
Yorum Gönder