Google+ boş mideye iki duble viski: Akşamdan kalma tesirli metropol notları 6

3 Kasım 2012 Cumartesi

Akşamdan kalma tesirli metropol notları 6

Bir asosyalin üst sınıfa dalma bunalımı

Kabul ediyorum.  Zor bir sabahtı.
Defalarca çalan ev telefonu ve son çalışının bitimiyle ahizeyi kalkık şekilde bırakmam final noktasıydı sabahın. İyi hissetmiyordum, ama dışarı çıkacaktık. Güzel bir partiye adımızı yazdırmıştık kuzenimle beraber. Arkadaşlar gelecekti, eğlenecektik vs.
İlk gol rahat geldi aslında. Parti öncesi bana gelmesi adına ikna etmeye çalıştığım bir kadın; arabasına atlamış ve evime doğru sürüyordu. Günahlarımı çıkardıktan sonra kendimi dışarı atmaktı amacım. Gelemedi, trafik dedi, sıkışık dedi ve kendimle başbaşaydım. Yalnız başıma takıldım evde.
Partiye doğru gidiyorduk. Kadınlarla sık dışarı çıkan bir adam olmadığımdan ötürü, dört artı bir(artı bir ben oluyorum) şeklinde bir yere gittiğim zaman kral gibi hissettiğim doğrudur. Ancak gittiğim partide ikinci golü çok güzel yemiştim. Frikikten, tam doksana.
İkimiz giriş ödemeyecektik hesapta, sonuçta arkadaşımız organizatörlerden biriydi, ya da organizatörlerden birinin kardeşiydi, ayrıntıları bir kenara bırakırsak; adamın bizim ismimizi kapıya yazdırmış olması gerekiyordu. Sonuç? Tabii ki hayır, yazdırmamıştı ya da unutmuştu. Bilemiyorum. Sallamayıp, çıldırmadan beni dünyanın en ilginç testesteron aromasının içine götürdüler. "Line".
Muhtemelen herhangi bir yerde "Ben Line'a takılıyorum genelde yani" deseniz, insanlar sizi bir üst sınıfta görür. Bense ilk kez oraya gidiyordum. Heyecanlı değildim. Giriş ücreti ödeyecek kadar salak olmadığımı düşünmüştüm her zaman ve giriş ödüyordum. İlk kez zayıf hissettim kendimi.
Kadınlar bakıyorlardı. Bana, ben olduğum için mi bakıyorlardı yoksa dört hemcinsleriyle mekana girdiğim için mi bakıyorlardı bilemiyorum. Sadece bir içki içmek istiyordum. Herkes dans ediyordu, benimse aklım bambaşka diyarların bambaşka denizleri arasında serbest kulaç yüzüyordu. İnsanlar eğleniyordu, bense sırıtıyor ve yukarı bakıyordum.
Basitti, basit bir yerdi. Ne Ankara pavyonlarından farklıydı zihniyet olarak, ne de standart İstanbul pub-cafelerinden. Boştu, veya ben eğlenebilmek -eğleniyor taklidi yapabilmek- adına çırpınmıyordum.
Bir ara hava almaya çıktım sadece. Sonuçta damgalanmıştım ve o damgayı yedikten sonra, Fizan'a da gitsem; gecenin sonunu Line'da bitirebilirdim. Bohem'e gittim, iki üç bişey içtim çünkü maddi durumum asla böyle yerlerde kusana kadar içebilecek şekilde olmamıştı. Aslına bakarsanız bundan şikayetçi değilim. Böyle yerlerde kusana kadar içebilecek ve eğlenebilecek bir adam olsaydım, muhtemelen Kuruçeşme, Ortaköy semalarında aynı şeyleri yapamadığımdan şikayet edecek bir adam olurdum. Veya, basitti. Ev iyiydi. Gittiğim bir iki bar hariç her yerden iyiydi ev. Sizin iğrenç deyiminizle, ev; "candı".
Line'a döndüğümde bir kadın vardı. Sanırım bardaki en uzun adam bendim ve en uzun kadın da oydu. İçiyordum ve onun gözlerine bakıyordum. Bir yandan da etrafımdakilere; "Benim kafam mı güzel, yoksa bu kız mı güzel?" diye soruyordum. Onayı almıştım. Bir dakikada gerçekleşen gözgöze gelişlerimizin finalini, elimle sigara işareti yaparaktan onu dışarı çağırarak gerçekleştirecektim. Kayboldu. Yüzünü bile hatırlamıyorum. Belki de benden hızlı davranmıştır diyerek sigara içilen yerlere bakmaya çıktım. Bulamadım onu. Saçma sapan iki kadınla diyaloğa ve arkadaş gruplarının içine girerek noktalandırdım arayışımı. Ne o iki kadın, ne de arkadaşları aradığım değildi.
Aslında o uzun boylu kadın da aradığım değildi. Aradığımın ne olduğunu da bilmiyordum. Tıpkı gecenin başında taksiye binerken olduğum haldeydim. Bilmiyordum, nerede olduğumu; nasıl olduğumu, ne için burada olduğumu, neler yapmaya çalıştığımı...
Bir pusula vardı elimde ve kuzey imleci kayıptı.

Hiç yorum yok: