Sinemalarda, seans sonuna doğru yanıverir. Yolumuzu bulur, paşa paşa çıkarız arkamızda bıraktığımız patlamış mısır çöpleri, kola kutularıyla. Kazın ayağı böyledir çünkü. Hoş, artık sinemaya gitmek de kalmadı, Torrent'e abanıyoruz hepimiz; izlemeyeceğimiz, veya sadece ve sadece sevgililerimiz eve gelince birlikte izleyeceğimiz filmleri indirmek adına.
Halbuki olay; kesinlikle sinemada gerçekleştiği gibi gerçekleşmiyor hayatımızda. Çünkü o lamba bir türlü "gerçekten" yanmıyor. Biz, hayal ediyoruz o lambanın yandığını; takip ediyoruz bir yolu büyük bir kararlılıkla, sonra yine başarısız olduğumuzu; istikrarsızlığımızı görüyoruz seans bitiminde. Halbuki eğri oturup doğru konuşsak; doğru düşünsek belki de çıkış lambasının orada olmadığını anlayabileceğiz. Ancak olmuyor, peşine düşüyoruz bir yolun...
Bu, hepimiz için geçerli. Fakat bende durum düşünülenden daha da farklı bir boyutta. Sonuçları umursamadan, gemileri yakarak; bambaşka bir boyutta seyrediyorum yeni rotayı. Arkadaşlarım, miçolarım; ilerideki buzdağları konusunda, yaklaşan fırtına konusunda beni defalarca; ben burnumun dikine gidiyorum. Miçolar haklı çıkıyor ve miço oldukları için "Ben sana söylemiştim." gülümsemesini sergilemiyorlar.
Çok denedim, çok uğraştım, ve sonunda hep kan, ter ve gözyaşı temalı bir odada, çıplak sırtımla bir şişenin içine bakarken, saçma sapan bir dumanın peşinden koşarken buldum kendimi. Sorunu asla kendimde görmedim, sorun hep yakın çevremdeydi, veya uzak çevremdeki aptallarda... Silkinemedim bir türlü. Vazgeçemedim huylarımdan ve yine buradayım.
Kendi kendime konuşuyorum. Kendi kendime yazıyorum. Bu, artık "kız meselesi" boyutunu çoktan aştı. Bilmiyorum, ne kaldı daha.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder