Google+ boş mideye iki duble viski: Galatasaray, nam-ı diğer Aşk

4 Nisan 2011 Pazartesi

Galatasaray, nam-ı diğer Aşk

Ben takım tutmamıştım uzun bir süre. Babam 3 büyükleri yenen her takımı desteklerdi. Ben "Hangi takımı tutayım?" diye sorduğumdaysa Eskişehir bayrağı bağlamıştı boynuma bir tane. Küçüktüm daha, sonra vurdu kıçıma, "İn aşağıya, bakkal Aydın amcana, Eskişehir'in Galatasaray'ı nasıl si... Yendiğini sor" demişti.
Dediklerini harfiyen yerine getirip parkta oynamaya indiğimdeyse, salıncaktan düşmüş ve dizimi yarmıştım. Eskişehir taraftarı olmam bununla sonlanmıştı. 6 yaşındaydım ve Eskişehirspor'dan nefret ediyordum.
Akabinde rahmetli eniştemden ötürü elime bir fikstür geçmişti. Beşiktaş'ın lig maçları fikstürü... Cebimde taşıyordum ama ne Beşiktaşlı bir futbolcu, ne de Beşiktaş'ın herhangi bir başarısından haberdardım. 7 yaşına girmiştim, ve hala "Hangi takımlısın?" dendiğinde bırakın "Milli Takım" demeyi, verecek cevap bile bulamıyordum.
Sonra kuzenimle geçirdik bir yazı, komple... Koyu Galatasaray taraftarıydı, bana sorduğundaysa cevap veremediğimden mütevellit, benden beş sene erken doğduğu için; döverdi beni. Suratıma yumruk atmamıştı da, kabadayı tavırlarıyla bezdirmişti. İşte böyle Galatasaraylı olmuştum ben. Ne UEFA kupası, ne şampiyonluklar... Tamamen dayakla...
Bir de Fatih Abi vardı o zamanlar. Evimize müzik seti kuran, babamın yakın arkadaşı. Kuzenimin bezdirme politikasından sonra, Galatasaray'dı benim için hayat. Onunla yatıp, onunla kalkmaya başlamıştım. Fakat Fatih Abi, bize her geldiğinde; babamla içtiği ilk duble rakıdan sonra; Fenerbahçe taraftarı olursam, bana forma, kaşkol, şort alacağını söylüyordu. Göz alıcıydı belki, ancak ben andımı çoktan içmiştim. Anacığımın pazardan bana aldığı Bank Ekspres logolu Galatasaray formasıydı benim içinde olduğum; başkasına, başka renklere tahammülüm yoktu.
Zaman geçti, tarih 17 Mayıs 2000'e dayandı. Fenerbahçeli bir arkadaşım, annesiyle iddiaya girmişti; Galatasaray UEFA Kupası'nı alamayacak diyerekten. Kaybederse, bir ay boyunca Galatasaraylı olacaktı. Ve kırık kollu Kaptan Bülent, Popescu, kırmızıyı bekletmeden gören Hagi ve H. Şükür yedirmişti laflarını arkadaşıma. 18 Mayıs 2000 günü, hayatımın en mutlu günlerinden biriydi.
Sonra liseli oldum. 2. Fatih Terim dönemi, Hagi dönemi kabustan ibaretti, ama birisi vardı... Adeta üzerimize güneş gibi doğmuştu. Alnındaki kan, alnımızın akıydı. Eric Gerets'ti ismi ve bizi o zorluklara, imkansızlıklara rağmen şampiyon yapmıştı. O dönem soğuduğum ama maçlarını da takip ettiğim Galatasaray, tekrar doğuyor gibiydi; ta ki, üniversitede oyuncuların ıslıklandığını, mabed denilen Ali Sami Yen'in yakıldığını gözlerimle görene kadar. Askıya aldım taraftarlığımı ben işte o dönem. Lanetler ettim, yeminler ettim daha da futbolla ilgilenmeyeceğim diye... 80'lik dede takımın başına gelmiş, kime ne? FM'de çalıştırdığım takımdan öte değildi Galatasaray benim için. Üzmekten başka bir işe yaramazdı ve o sene bir şampiyonluk geldi. Teknik direktörsüz şampiyon olmuştu hayatımın anlamı, anlık sevinmiştim, coşmuştum, çıldırmıştım ancak öngörüye sahip değildim; bugünlere gelmemizin öngörüsüne...
Neden mi anlattım bunları? Her ne olursa olsun, Galatasaray umudu, aşkı, sevgisi veya her ne derseniz diyin aşkı vardı içimde her zaman. Şimdi de var. Bugün de var, yarın da olacak ama ciğeri beş para etmez topçularımız; iki elle bir siki doğrultamayan yöneticilerimiz sağolsun, Galatasaray diyince artık aklıma sadece şu pankart geliyor:
"SİZ EN GÜZEL DUYGULARIN KATİLİSİNİZ."

Hiç yorum yok: