Google+ boş mideye iki duble viski: 24 saat, 900 KM

10 Nisan 2011 Pazar

24 saat, 900 KM

-Bizimkilerin eline para geçmiş lan...
-Eee?
-Beni tatile gönderecekler.
-Ne güzel işte?
-Ben iki gün tatile çıkacağım ama...
-Napacan parayı?
-Aynı gün içersinde iki tane eskort ayarlayacağım.
-Aynı anda mı? Hani üçlü hesabı?
-Yok, biri saat birde gelecek, üçte gidecek. O gidince de saat dörtte başka bir eskort gelecek, iki saat sonra onu da gönderip dışarı çıkacağım İzmir'de barlara falan gideceğim.
-Üçlü yapsana lan?
-Ya olmaz...
-Niye?
-Kafam karışır.
Mavi ekranı verdim bu cevaptan sonra. Biraz daha muhabbet ettik, konu yine kadınlara geldi. Çünkü Yeniköy'deydik, arabanın içinde, denize karşı bir ufak viskiyi devirmek üzereydik, sek...
-Ben niye böyleyim lan? Hiç manita yapamıyorum.
-Bilmem de seni değiştirmeyi çok denedim. Geçen sene bayağı inanmıştım ama değişmedin.
-Ben her şeyi hazır istiyorum sanırım. Ailemle yaşıyorum, yemek hazır o hazır bu hazır. Kadınlar da hazır gelsin istiyorum lan. Sense ailenden uzaklaşmışsın ergenken, başının çaresine bakmayı öğrenmişsin.
-Aferin güzel tespit.

Ve fondip, gidiyorduk. Taksim'e çıkıp bir iki bir şey daha içmek istedik. TEM'den gidecektik.
-Bak lan Ankara'ya gider yazıyor.
-Hadi gidelim o zaman Ankara'ya?
-Hadi...
Saptık bir anda, ve Ankara'ya gidiyorduk ciddi ciddi. İstanbul il sınırını geçtiğimizde ilk benzinlikte durduk. Yiyecek bir şeyler aldı, pet şişe su, benzin falan fıstık derken şaşırtmak istedim kardeşimi. Tuvalete gideceğimi söyledim, o arabada beklerken benzinliğin marketine girip iki tespih aldım birbirinin aynısı.
-Nereden buldun lan? Ben göremedim!
-Sordum paşam.

Bastık, gidiyorduk, cidden Ankara'ya gidiyorduk. Kalacak kimsemiz, giyecek giyeceğimiz yoktu ama gidiyorduk işte... Yol çekici gelmişti belki de, o kullanıyordu, ben co-pilot'luk yapıyordum. Kafalar fena değildi çünkü, radar olduğu zaman anında uyarıyor, levha okuyor ve ağzına kuruyemiş veriyordum. Kabukluları ayırmaya çalışsam da, birinde ayırmayı unuttum...
-Issırma lan!
-Şam fıstığı çıktı bu!
dedi ve camı açıp tükürdü. Gözümde şam fıstığı kabuğu vardı...
Gözümü açtığımda Bolu'yu geçmiştik, bir daha açtığımdaysa Ankara'daydık, beş saat sürmüştü yolculuk topu topu. Arabayı nereye çekip uyuyabiliriz diye düşünürken bir tam tur attık çevreyolunda. Bir benzinlik bulduk, oto galerisinin yanında. Oto galerisinin önündeyse, otobanın dibinde bir park alanı vardı. Park ettik ve uyuyakaldık. Ama unuttuğumuz şey, benim metal kutunun ağzını kesip küllük yapmam ve küllerin içerde kalmasıydı. Kan ter içinde uyandığımda saat 10'du ve berbat bir koku arabayı sarmıştı. Esansları söylemem sadece midenizi kaldırır, eminim.
Kızılay'a geçtik, iki kez yolda kaybolduğumuz için bu Kızılay'a geçme faslı da bir saati bulmuştu. Bir otoparka park edip, Ankara simidiyle nefis bir kahvaltı, ardından Tunalı taraflarında bir iki tur... Sevmemişti, çünkü Behzat Ç.'deki gibi eğlenceli değildi.
-Ruhu çekilmiş lan bu şehrin. Kanı çekilmiş, herkes sakin!
-Öyle, ama iyidir zaman zaman. Nizama baksana sen esas... O değil de, Ata'yı ziyaret edelim mi?
-Olur.
Tekrar arabaya atladık. Ankara'dayken görüşmek istediğim tek arkadaşım, beş senedir görmediğim İrem'di. Liseden arkadaşımdı, Anıtkabir'e doğru yola çıktığımızda onu aramıştım. Anıtkabir dönüşü de onunla Leman Kültür'de hep beraber yemek yiyip, belki bir iki bira yuvarlayacaktık.
Anıtkabir... Atatürk'ü ziyaret. Bir amaca hizmet ettiğimiz için mutlu olmuştuk bu ziyaret sonrası. Sonrası mı? Leman Kültür, ardından arkadaşım bana döndü;
-Taksim'e gidelim lan akşam.
-Olur.
Ve yine yola çıktık, öğleden sonra beşte. Şansımıza yağmur başladı ancak bu, yolun beş saatten fazla sürmesine sebep olamadı. Taksim'deydik, bir cumartesi, yol yorgunuyduk ve arkadaşlarımızla Thales'te shot içiyorduk.
Spontane mi? Bilmiyorum ama kesinlikle eğlenceliydi.

Hiç yorum yok: