Google+ boş mideye iki duble viski: Sek Viski Tadında Bir Gün

7 Nisan 2011 Perşembe

Sek Viski Tadında Bir Gün

Boş günümdü, yapmam gereken tek şey ise bilgisayarımı teknik servise götürmekti. Plan mı? Matias'ın bize gelmesi, ardından bilgisayarı arabaya atıp beni Beşiktaş'a götürmesi. Rıhtımdan sonrası kolay... Teknik servis Kadıköy'de.
Uyandığımda saat öğlenin ikisiydi. Matias'ı aradım, yorgun olduğunu ve bir gün ertelemek istediğini söyledi. "Problem değil" dedim ama problemdi. Çünkü ertesi gün çocuklarla basketbol oynayacaktık.
Sigara üstüne sigara yaktım, 15.45 vapuru, 16.15 vapuru, 16.45 vapuru derken 17.15 vapuruna binmeye karar kıldım. Kötü hissediyordum çünkü bilgisayarı bıraktıktan sonra halama gidemeyecektim. Taksiye bindim, trafiğe takıldım. Küfürler ede ede, trafikte kilit durumdaydık. 17.30 olmuştu saat ben rıhtıma vardığımda. Bir simit, biraz krem peynir, bir iki sigara daha ve vapurdaydım. Başımın belası kasamla beraber.
Kasayı bıraktım, halama gittim, uyumamıştı. Sohbet muhabbet, saat 20.00... İçimdeki bir başka sıkıntı ise, saat 21.00'de annemin İstanbul'da olmasıydı. Adeta zamanla yarışıyor ve bir türlü bu labirentin içinden çıkamıyordum. Diğer halamı ziyaret ettiğimdeyse, başıma geleceklerden habersizdim...
-Ee, ne getirmiş annen?
-Ben getirme hiç bir şey dedim.
-Niye?
-En fazla free shop'tan bir şeyler isterim işte.
-Ne gibi?
-Viski veya parfüm.
Viskiyi korka korka söylemiştim çünkü İstanbul'a geldiğimden beri bana bakan insanlardı bunlar ve alkolik olduğum konusunda haklı şüpheleri vardı.
Kaptan olan eniştem, viski içip içmediğimi sordu.
-İçiyorum da öyle röpdeşambrımı giyip saatlerce değil... Arada bir, özel bir durum olunca.
Doğru söylüyordum, çünkü viskiye param yetmiyordu. Balkona gitti ve elinde bir şişeyle döndü.
-Enişte, kaptanın viskisi içilmez, racona terstir.
-Ben izin verdiğim sürece içebilirsin. Ben gittiğim her ülkeden farklı farklı viskiler alıp koleksiyon yapardım, şimdi dağıtıyorum yavaş yavaş, sana, oğluma, kızıma, vs... 30 senelik bu viski en az... Çünkü 30 sene önceydi ben kaptanlığı bıraktığımda. Ama ben sana güvendiğimden, sana inandığımdan bunu sana veriyorum; güvenimi boşa çıkarma sakın. Kaptırma kendini çok fazla. Bitirdiğinde sana başka bir şişe daha vereceğim. Para verme içkiye, anlaştık mı?
-Peki.
Gururlanmıştım, çünkü ailenin güvenoyunu farklı çevrelerden de alıyordum. Mersin'de, özellikle de bizim ailede, adeta bir İtalyan bağlılığı vardır. Herkes birbirini kollar, uzak veya yakın akraba fark etmez, sadık olmak esastır. Babaannemi kaybettiğimde dünyamın yıkılmasının ve tekrar inşaasının uzun sürmesinin sebeplerinden biri de budur. Zaten gün boyu kötü hisler içinde kıvranmamın sebebi de aileye yeterli zaman ayıramayacak olma ihtimalimdi. Ve elimde bir viski şişesi, mutlu gözlerle eniştemin yüzüne bakıyordum. İçki değildi önemli olan, gururdu.
Çıktım, anneme güç bela yetişebildim. Valizlerine yardım edecek kadar hızlı olamadım ancak ablamın evine girmesinden tahmini 30 dakika sonra da ben geldim. Yemek yendi, durumum konuşuldu. O diyalog ise bambaşkaydı tabi...
-Ee neler yapıyorsun? Çıkmıyor musun dışarı?
-Kalabalığı sevmiyorum artık anne ya. Evdeyim genelde...
-Neden?
-Cebinde paran varsa Nişantaşı'na gidebiliyorsun. Çok paran yoksa Taksim'e gidebiliyorsun, orada da insanlar üstüme üstüme geliyor duvarlar gibi. Ben de ya meyhaneye gidiyorum, ya da evde oluyorum.
-Ama öyle olur mu eskiden kahvaltıya falan giderdin? Onları yap bari...
-Yağmur'la iken mi?
-Evet?
-Kız boğazına düşkündü ben ne yapayım?
Gülümsedi, hangi viskiyi istediğimi sordu free shop'tan.
-Ya seni maddi anlamda çok zorlayacaksa alma, Jack Daniel's tercihimdir, ama dediğim gibi, zorlanacaksan hiç gerek yok.
-Tamam oğlum.
Bana olan güveni bir kez daha hissetmek fazlasıyla hoşuma gitmişti. Artık "ol"duğumu, hayatta en çok önemsediğim topluluk da anlıyor ve benimsiyordu...

Hiç yorum yok: