Google+ boş mideye iki duble viski: Tatildeyken bile kaybedenler

13 Haziran 2013 Perşembe

Tatildeyken bile kaybedenler

 Bu da sondu. Zaten ardından dergi askıya alındı. Puhuu, seni unutmayacağım. Kanat gerdiniz... Sağolun...

Tatil planları yapan biri değildi. Tatile gitmekten korkardı hatta. "Of, gidersem; kesin dönmek istemem, lobide sabahlarım." diye düşünürdü. Yurtdışına çıkmazdı yine aynı sebeple, kaçak göçek çalışmak isteyeceğini düşünürdü hep. Özgür bir ruhtan ziyade, iradesine hakim olamayan biriydi  Yılmaz.
Telefonu, sabahın bir köründe çalınca irkildi. Arayan amcaoğlu Sedat'tı.
-Alo?
-Bak hele, Manavgat'a gidiyorum ben. online ayarladım mevzuyu. Ek yatak getirtebilirim odaya. Sen de 200 lira verirsen benimle 3 gece kalırsın.
-Ohaa, tamam geliyorum.
Telefonu kapattı, buldu buluşturdu ve 200 lira gönderdi mevzu bahis web sitesine. Ufak bir çanta doldurdu ve yoldaydı; Antalya Manavgat onu beklerdi.
Yaklaşık 16 saatlik bir otobüs yolculuğunun ardından; İstanbul'u geride bırakmış, soluğu Manavgat'ta almıştı. Klas görünmek istediği için taksiye zıplamıştı otogardan. Taksiciye elli lira vermesine rağmen; otelin önünde kuzenini görünce sevinmişti.
-Vaay Sedat! Oğlum yine buluştuk lan!
-İçeri girelim de sen karıları gör!
-Tatil köyü değil mi burası? Yani gece dışarı çıkmak zorunda falan değiliz...
-Aynen öyle.
İçeri girdiler, resepsiyon görevlisi işlemlerini hallederken, şöyle bir lobiye bakındılar.
-Herhalde sadece lobi böyledir. Değil mi lan?
-İnşallah öyledir, dedi Yılmaz.
İşlemlerini bitirdikten sonra, odaya çıktılar. Sırıtan bir suratla bahşiş bekleyen görevliye beş lira verip; paketlediler. Mayolar çekildi, parmak arası terlikler giyildi ve deniz, havuz onları bekliyordu. Aylardan eylül, Türk insanından yoksun bir otel. "İşte tatil bu." dedi Yılmaz.
Havuzbaşına baktıklarında, morallerini bozmamaya çalışsalar da; gördükleri buruşuk tenli Alman kuru kalabalık sebebiyle biraz rahatsız oldular. Öğle yemeğini koca koca tabaklarda, koca koca -yenmeyecek- öğünler şeklinde mideye indirmiş olsalar da; çok daha fazlasını bekledikleri kesindi. İki Rus kadın, kızlı erkekli bir Alman arkadaş grubu, İngiliz bir çift... Herhangi bir şekilde 18 yaşından fazla, 30 yaşından az insan topluluğu onlara yetecekti ve tek dilekleri buydu.
Sırtlarına omuzlarına güneş yağını sürüp güneşlenmeye çekildi, Yılmaz ile Sedat. Bir yandan güneş gözlüğü altından etrafı kesmeyi de ihmal etmiyorlardı tabii. Astarsız Billabong mayoları ise tatilin bonusuydu. Erekte duruma geçtikleri anda, tüm otel bunun farkına varacaktı. Rahat durmaya çalıştılar, İstanbul'un pisliğini çekerek çalıştıkları zamanlarda yaptıkları gibi.
Bakındılar etrafa, birer atmaca gibi. 60 yaşındaki, vücudu boydan boya dövmeli Alman kadın dışında dikkatlerini çeken bir şey, ya da birileri yoktu.
-Yapacağımız işi, yapacağımız tatili... Ne olacağız biz?
-Boş ver, animasyonlara gireriz.
Üç günlük tatillerinin ilk gününde, tüm animasyonlara katılmış; tüm animatörlerle hesapta "kanka" olmuşlardı. Boş zaman öldürme, internetten; işten güçten uzak ama sıkıcı bir hayat...
İkinci gün, beyaz bayrağı çektikleri gündü. Animatörlerle ilgilenmekten ziyade, sabahın köründe bira içen Almanlar'ın kültürüne küfrediyorlar, tatil köyündeki tek Türkler olmanın tadını çıkarıyorlardı. Milletle dalga geçiyor, yaşlı çiftlerle tanışıyor; onların esprilerine Türkçe küfürlerle karşılık veriyorlardı. Gemiler yakılmış, köprüler atılmıştı. Girmedikleri turnuva, oynamadıkları su topu, bocca, yemedikleri ıstakozlu fesleğenli makarna kalmamıştı.
Nefret hissediyorlardı. Özellikle Sedat, hayal ettiği tatilden çok daha farklı; çok daha rezil bir tatil geçiriyor olmanın; verdiği paraya yanıyor olmanın etkisiyle yemeyeceği rostoları, tavuk ızgaraları tabağına doldururken, Yılmaz aldığı ucuz karikatür ve mizah dergilerini havuz başında okurken anıra anıra gülüyor, insanların kendisine fırlattığı bakışları görmezden geliyordu.
Vazgeçmişlerdi çoktan, kaybedecek bir şeyleri de yoktu. Umursamıyorlardı, insanların geçirdikleri tatilleri; anlattıkları anıları hatırladıkça sinir olmuyorlardı artık. Tatil köyünün pespaye gece kulübüne bile sadece alkol için gidiyorlardı. Kısacası, dünya; onlara uzaktı artık.
Yılmaz ve Sedat; artık sinirleri alınmış birer bitkisel hayat formuydu.
İkinci günün sonunda, ertesi gün o rezil tatil köyünden ayrılacaklarını bildikleri için bokunu çıkarmaya karar vermişlerdi. İki koldan saldıracaklardı. İnsanlara sardırıp, eğleneceklerdi. Artık tek amaçları buydu. Her Türk gencinin düşündüğü cinsel fantezilerin yanından geçemeyeceklerini biliyorlardı. Aradıkları tek şey, saracak bir arkadaş grubu; bir çift ya da bir insandı ki "kanka" diye hitap eden amatörler bunun için biçilmiş kaftan değildi.
Yılmaz, Sedat'a, bir plan anlattı. Ayrılacak, yalnız takılacaklardı. Muhtemelen oteldeki herkes -personel dahil- gay bir çift olduklarını düşünüyordu. İki yakın dosttan öte, iki aynı kandan arkadaşlardı ve bu cehennem misali tatilden beklentileri aynıydı aslen. Ayrıldılar, Yılmaz sahildeki bara adımlarken; Sedat lobi civarında olacaktı. Müsait birini bulduklarında tepesine çökeceklerdi.
Yılmaz, müsait kimseyi bulamadı. Kendi başına efkarlanarak içmek istedi; bu sefer de efkarlanacak bir şey bulamadı. Dört kırk yaş üstü erkeğin önünde çılgınca dans eden, giysilerini parçalamak isteyen otuz küsür yaşındaki Alman kadına baktı. "Bu saplardan hangisi, bu hatunun sevgilisiyse, bayağı şanslı." diye geçirdi içinden. Ancak içinden geçen, dışarı sıçramıştı ister istemez. Barmense, kesilen ortayı gole; Yılmaz'ın kalesine gömme derdindeydi.
-Kel ve uzun boylu herifin sevgilisi o.
-He, tamam.
Üç gün önce, cennet gibi bir tatile çıkacağını düşündüren aramayı yapan kuzeni; yine hattın öbür ucunda ona ulaşmaya çalışıyordu.
-Ne yaptın?
-Sahildeki bardayım işte. Hiç bir şey yok. Yani deli gibi dans eden sarhoş bir kadın var ama onun da sevgilisi var. Onun dışında boş...
-Tamam lobiye gel, ben iki kadının yanına çöktüm, ikisi de Çek Cumhuriyeti'nden.
Heyecanlandı ve koşar adımlarla lobinin yolunu tuttu Yılmaz.
Gördüğü manzara ise, aslında umutlarının bir dinamitle patlatılmasına yetecek düzeyde bir manzaraydı.
-Bunlardan mı bahsediyorsun?!
-Ne güzel kart oynuyoruz işte.
-Evet, çok güzel.
Kadınlardan biri kırklarının başındaydı, diğeriyse kırklarının orta yaş bunalımını çeken hatunun annesiydi. Kaçmak istiyordu ikisi de, ancak bunu nasıl kibarca ifade edeceklerini bilmiyorlardı. Yılmaz, kendi ayağına sıkmakla kalmadı; Sedat'ı da çileden çıkaracak o sözleri söyleyiverdi.
-Siz odanıza çekilin isterseniz. Saat geç oldu. Yarın kahvaltıda görüşürüz.
Yılmaz ile Sedat, son aksiyondan itibaren; gece boyunca konuşmadılar. Sabahleyin biri İstanbul'un, diğeri Ankara'nın yolunu tuttu.
Sedat; şu an üst düzey bir şirketin yöneticisi konumunda. Artık yapmak istediği tatillere, şirket tarafından gönderiliyor. Yurtdışına yaptığı iş gezileri ve seyahatlerini çok seviyor. Yılmaz ile artık küs değiller, kimi zaman görüşüp yine eski günleri ve yaptıkları rezil tatili yad ediyorlar.
Yılmaz; 30 yaşına geldi. Arkadaşları ona "Einstein" diyor. Çünkü ne iş bulabildi, ne okulunu bitirebildi, ne de evlenebildi. Beylikdüzü'nden batıya gidemedi, bu mevzudan sonra tatile gitmemeye yemin etti. İstanbul Kocamustafapaşa'da bir evde, kendi fare deliğinde nefes almaya çalışıyor.

Hiç yorum yok: