Google+ boş mideye iki duble viski: Bir üniversiteli gencin dramı

13 Haziran 2013 Perşembe

Bir üniversiteli gencin dramı

Bu da Puhuu'ya yazdığım 2. yazıydı. Mizahi içeriğin sebebi, mizah dergisi olan Puhuu'dur. Güzeldir.

Uyandığında karşısında, bir tepsi üzerinde muzlu süt ve omlet vardı. Başlangıçta anlam veremedi, neler döndüğünün farkına varmak istiyordu. Pantolonu yerdeydi, çorapları döner sandalyenin üzerinde duruyordu. Burayı hatırlıyor olmalıydı...
"Oğlum günaydın."
"Anne?!"
"Hoşgeldin."
Her üniversiteli gencin yaşadığı klasik travmayı yaşıyordu. Hafif bir travmaydı bu. Önceki gece otobüse atlayıp dönmüştü memleketine ve dünün getirilerine adapte olmaya çalışıyordu. Kalktı ve kahvaltısını yaptı.
Ardından Türk insanının sudan daha fazla aradığı tek içecek olan çayla kahvaltısını yaptı. Babasıyla, okul durumu üzerine kısa bir diyaloğa girmişlerdi. Aslında aradığının tam ortasındaydı, fakat farkında değildi. Bu, Beyoğlu'ndaki barlarda arkadaşlarına sık sık bahsettiği hayat tarzıydı. Basit, güvenilir, dertsiz ve tasasız... Göbeğindeydi, hesaptaki hayatının.
Duşa girdi, üzerini giyindi ve "Ben çıkıyorum, akşama gelirim." diyerek evden çıktı. Arkadaşlarını aramamıştı. Zaten çok arkadaşı olmamıştı, memleketinde bulunduğu süre boyunca. Evden dışarı adımını atar atmaz bir sigara yaktı. Ailesi hala sigara içtiğini bilmiyordu. Önce boş bakışlarla arşınladı mahallesinin sokaklarını, ardından telefona sarıldı.
"Şehir dışındayım abi ben yahu."
"Yeni uyandım, akşam bir şeyler yapsak?"
"Çalışıyorum, öğleden sonra çıkacağım."
Aldığı üç cevap, yeterliydi hevesinin kırılmasına. Aval aval gezdi, memleketinin çarşısını, pazarını, kafesini, orduevinin önündeki parkını... Neden buraya gelmişti, buradan beklentileri neydi, bilmiyordu. Sadece gezgin bir ruhtu onunki. Daha doğrusu ılık bir ruh. Daha da doğrusu ne aradığını bilmeyen ergenin tekiydi.
Bir iki sigara içti, bir iki kafe gezdi ve evine döndü.
"Hoşgeldin oğlum."
Farkındaydı çünkü evi kürkçü dükkanıydı. Dönüp dolaşıp uğrayacağı yerdi. Akşamı bekliyordu. Bir iki bira, belki bir iki kızın olacağı hafif bir kafe ortamı... Heyecanlanmıştı. İlk geceden dışarı çıkacaktı.
-Baba, akşam dışarı çıkabilir miyim arkadaşlarla?
-Tamam, ama akşam 10'dan önce gelmeye çalış.
-Off, tamam ya.  Erken dönerek sizi sevindirebilirsem, ne mutlu bana.
Duşunu aldı, güzelce giyindi. Akşam yemeğini yedi ve dışarı çıktı.
-Ooo hoşgeldin!
-Eyvallah Samim. Nasıl gidiyor?
-Boşver oğlum nasıl gittiğini...  Melis'le iki tane kız arkadaşı gelecek akşam.
-Ooh, aktık!
Hüseyin, kızların güzelliğini düşünüyordu; Samim'le dolmuşa bindikleri sırada. Güzeller miydi, evleri var mıydı, evleri yoksa; otele gelirler miydi? Yirmi yaşındaydı ve yirmi senedir seks yapmamıştı. Heyecanla barın yolunu tuttular.
Küçük bir şehirdi burası. Gençlerin gidebileceği, alkol satılan toplam üç tane bar vardı Bilecik'te. Kızlar, bira ve bar fikri sebebiyle Hüseyin'in heyecanı katlanıyordu. Aslen Hüseyin, ezelden beridir Melis'e yanıktı; fakat Melis'in ona sarhoşken üç; ayıkken sekiz kez söylediği cümle aklından çıkmıyordu.
-Hüseyin, ya; üzgünüm. Ama ben seni gerçekten arkadaş olarak görüyorum. Yani, hani böyle insanın yüzüne bakarsın; gözlerinin içine bakarsın ve kendini çok iyi hissedersin ya, işte aynen bunu hissediyorum gözlerinin içine baktığımda. Hem, sen İstanbul'da okuyorsun. Ben sınava tekrar hazırlanıyorum ve uzaktan yürütülecek bir ilişkiye zaten açık değilim ben. Ayrıca bu sene sınava konsantre olmam gerekiyor. Bir erkek arkadaş istediğime emin değilim...
Hüseyin'in yaklaşık olarak aynı cümleleri duyduğu sayı üç kezdi. Çünkü sadece sarhoşken Melis'e açılabilmiş ve şansını "konuşarak" deneyebilmişti. Ayıkken ise Melis'e mesaj atar ve bu açıklamayı harfiyen okurdu. Muhtemelen Melis'in telefonunda Hüseyin'e gönderilmek üzere hazırda bekletilen bir mesaj şablonu bulunuyordu ve ne zaman bu konu açılsa, Melis Hüseyin'e bu mesajı gönderiyordu.
"Sınava konsantre olması lazımmış. Hadi lan oradan! Kızlarla dışarı çıkıp bira içmeyi biliyon ama. Geçen sene de hazırlanıyordun sınava ama Bilecik Üniversitesi'nin gülü Tayyar ile gününü gün ediyordun, sanki bilmiyoruz. Neyse, şu arkadaşların gelsin de, ben onlara güzelce bir yazarım, kıskançlıktan çatlarsın kevaşe!" diye düşündü Hüseyin. Fakat Hüseyin, bırakın duygusal zekayı, normal zeka seviyesi bile yerlerde sürünen bir çocuk olduğundan, düşünürken dolmuşçuya parayı uzatmayı unutmuş; ayrıca kaşlarını çatarak Melis'i düşündüğünden ötürü dolmuşçunun gözünün içine aval aval bakma gafletinde bulunmuştu.
-Hayırdır?
-Melis, sen görürsün kızım. Seni bitireceğim.
-Kardeşim hasta mısın, bineceksen bin, binmeyeceksen de defol git, in lan aşşağı!
Hüseyin'in aklı başına gelmişti.
-Iı abi şey, bir öğrenci.
Hüseyin parayı verdi, arkalara doğru Samim'in yanına geçti ve dayanamadı:
-Kızlar güzel mi lan, tanıyor musun kızları?
-Biri güzel, ötekini tanımıyorum.
-Melis'ten güzel mi?
-Bilmem.
Bara gittiklerindeyse Hüseyin şok üstüne şok yaşıyordu. Melis, 184 boyunda ve 40 kilo ağırlığında, tüy siklet; düşük omuzlu Hilal ve 155 boyunda, ağır siklet Grekoromen güreş şampiyonu Ayşe ile tanıştırmıştı Hüseyin'i.
Hüseyin, acil durum eylem planını yürürlüğe koymak zorundaydı. Zeka bakımından hala 15 yaşında bir ergendi, ancak yurtta kalırken internet ile Türkiye'nin imtihanı sırasında oluşturulmuş, nasilkizkaldirilir.com isimli bir siteden; kadınları kıskandırma yollarını öğrendiğini sanmıştı.
Hemen cep telefonunu çıkardı, okuldaki tek arkadaşına mesaj gönderdi.
-Aytuğ naber? Ben memleketteyim oralar nasıl? Bensiz akıyor musunuz alemlere?
Aytuğ ile mesajlaşırken telefonunu masanın altında tutuyor, kimi zaman birasından bir yudum alırken de Melis'in gözünün içine bakıyordu. Hilal ve Ayşe ise zaten konuşmaktan ziyade bira içerken "Ikh, mıkh" şeklinde sesler çıkarıyorlar, Melis ile Samim; yakınlaşmaya çalışıyorlardı.
Bu, yaklaşık bir saat sürdü. Hüseyin; hem Aytuğ'dan gelen, "Abi ben kaçıyorum, kendine iyi bak, gelince görüşürüz." mesajıyla acil durum eylem planından bir nebze de olsa vazgeçmişti (aslında Mehmet'e, Feyzi'ye, Reha'ya, Özgür'e de mesaj yazacaktı)  hem de Samim ile Melis'in yakınlaşmalarından rahatsızlık duymaya başlamıştı. Konuya girdi.
-Ee Melis sen neler yapıyorsun, nasıl gidiyor çalışmalar? Ahahahahahahahaha. Geçen sene kaç puan çekmiştin?
-Iı, şey; Hüseyin, bir şey konuşuyoruz da, birazdan cevap versem olur mu? Özel yani...
Hüseyin geriye yaslandı. Hilal ve Ayşe'yi; üçüncü birasını garsondan aldığında süzmeye başladı. Aslında Hilal gidebilirdi yani. Gideri vardı Hilal'in. Evet evet Hilal'in kesinlikle gideri vardı.
-Siz nereden arkadaşsınız?
-Aynı mahallede oturmuştuk.
-Peki.
Hilal yüz vermeyi kesince, Hüseyin çıldırma noktasına vardığını hissetti.
-Samim iki dakika gelir misin benimle?
-Geleyim abi.
Tuvalete doğru yürüdüler.
-Samim ayıp olmuyor mu kardeş?
-Ne gibi abi?
-Oğlum benim kıza yazıyorsun.
-Abi Melis benim de arkadaşım. Ayrıca yazmıyorum, muhabbet ediyoruz.
-Sus ulan! Cevap verme. Ne bok yediğinizi görmüyor muyum?! Sen yoksun kanka bundan sonra. Sildim seni defterden. Senin gibi arkadaşım olacağına, hiç olmasın daha iyi. Yazıklar olsun!
Hüseyin, hem alkol hem de saatin akşam ona yaklaşıyor olmasının etkisiyle bu kadar rahat konuşabiliyordu. Ayrıca, bardan bir hışımla çıkarsa hesabı da masadakilere kitleyebileceğini bildiği için, oyunu bir adım öteye taşıdı. Duygusal çöküntüsünü, maddi dadanmasıyla birleştirdi. Samim'e baktı, "Benim artık Samim diye bir arkadaşım yok!" diye bağırdı Samim'e, tuvaletin önünde. Bu çığlık, bardaki herkesin ilgisini çekmişti.
Masasına döndü, cekedini aldı ve evinin yolunu tuttu.
-Samim, niye böyle yaptı Hüseyin? Oha yoksa ondan hoşlandığını söyledin mi?
-Hayır, ağzımı açmadım. Tek kelime konuşmadım.
-Canım boş ver ya... Her şey yoluna girer.


Hiç yorum yok: