İçmeyeceğime dair söz vermiştim kendime.
Uyandığımda başım zonkluyordu. Gerizekalının teki "Ben yatağı almak için daha önce aramıştım da pazartesi gelsem alabilir miyim? Satıldı mı yatak?" minvalinde bir şeyler saçmaladı. Onun telefonuyla uyandırıldığım için, sinirlemiştim. "Evet, yatak hala burada, hatta üstünde yatıyorum şu an." dedim. "Ehehe" gibi salak ve ezik bir şekilde güldü. Yaptığım iğnelemeyi anlamamıştı.
Bi bok satamadım zaten, evden çıkmaya karar verdiğim iki ay içersinde. Ancak bu şekilde götü başı ayrı oynayan herifleri gördükçe daha da nefret etmiştim bir şeyleri, ihtiyacı olana minimal fiyatlarla satmaktan. Bu gerizekalı da, beni uykumdan uyandıracak kadar ileri gidince "Tamam pazartesi görüşürüz alırsın yatağı." dedim. Uykum da kaçtığı için dayanamadım, tanıdığım tek ikinci elciyi aradım. "Aga yarın gelin eşyalara bakın, beğendiklerinizi söyleyin ama bence hepsini alın götürün." dedim. Böylece bir ay içinde dört kez fikir değiştiren bu dangalak gibi tiplerden kurtulacaktım. Yüz, iki yüz, hatta üç yüz lira daha az geçsin elime; sikimde bile olmazdı. Zaten eşyalarımı satın alan ikinci elci; bunun gibi heriflere her şeyi iki katına iteleyecekti ve ben kolektif düşünmeyi bırakmıştım.
Ardından, o baş ağrısıyla önüne geçtiğim bilgisayarın başındayken; bugün ve yarın içmeyeceğime yemin ettim. Ta ki, Mersin'den bir arkadaşım arayıp, "Ben İstanbul'dayım. En son buluştuğumuz yerdeyiz." diyene kadar. Gittim, o buluştuğumuz, içtiğimiz yerde herkes içiyordu. Ben de söyledim, bir, iki, üç ve kalktım. Yeterli, tadında içmek diye bir şey yoktur bizim için. Kalkmamın sebebi net olarak atmosferdi. Sırf sap veya sırf kadın bulunan masalarda da içmiştim, eğlenmiştim ancak masadaki standart gerizekalı direnişçi kadın kafamda fillerin değil, titanların oynaşmasını sağlayacak kadar sinirlerimi bozuyordu. Beşiktaşlılar'ın direnişle alakası olmayan tezahüratlarına da katılıyordu, "Şerefine Tayyip" diye tek başına da bağırıyordu, çıkan tabak çanak sesine de destek veriyordu. Hali, "En çok ben biber gazı yedim!" diyen bir Erol Büyükburç'tan farksızdı. Bir de, her boka inanması; Beşiktaş'tan 350 kişinin direkt olarak hapse tıkıldığını iddia etmesi ve "Ay ben tuvaletteydim tabak çanak direnişi bitti mi? Of, neden bunlar hep ben tuvaletteyken oluyor, hadi kalkın Taksim'e gidelim!" demesi, ona karşı dizginlediğim öfkemin artışının sebebiydi. "You fucking cunt!" (Seni lanet olası amcık!") diyen sinirli ve sert bir penisi, fermuarın içinde zor tuttuğum için voltamı almıştım.
Direnmek? Evet, ben de direndim. Hatta sabahları tez yazarken, akşamları direniyordum. Yiyeceğim kadar biber gazı yedim. Ne eksik ne fazla... Sonuçta ÖTV ve KDV lerim bana elektrik, su, yol olarak değil de biber gazı olarak geri dönüyordu. En iyisini almalıydım. Ancak hiç bir alkollü masada bunu bağıra bağıra konuşup, ahmakça diyaloglarda bulunmuyor, bulunsam da beş yaşındaki bir çocuğun penisiyle oynamayı keşfetmesiyle gözünde oluşan parıltıyı belirtmiyordum.
Velhasıl, önce Turgut Abi'ye uğrayıp bir yolluk aldım, ardından; bir tekel büfesinden ufak bir Efes aldım. Yürümeye başladım, evime doğru, Beşiktaş'tan... Bunu son kez yaptığımın farkındaydım. Bunu ilk kez yaptığım zaman ve Meltem aklıma geldi. Hala ipod kullanıyorum. Açtım cihazı... Mark Lanegan, ilk kez yaptığımda olduğu gibi, yanımda oldu. Başladı, "One Way Street" ile.
İlk kez bu tecrübeyi edindiğimde, bir fark vardı. Aklımda sadece Meltem vardı ve etrafta kimse yoktu. Bu sefer ise, biramdan bir yudum almak istediği zaman "Yaşın daha çok küçük." diyerek ittirdiğim tinerci çocuk etrafımdaydı, aklımdaysa titanlar ön sevişmeyi geçmişlerdi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder