Google+ boş mideye iki duble viski: Glikozla kuvvetlendirilmiş mısır tarlalarındaki anason aroması 17

26 Nisan 2013 Cuma

Glikozla kuvvetlendirilmiş mısır tarlalarındaki anason aroması 17

"Neyi, neden yaptığının farkında mısın?"
Bu, hayatımda gördüğüm en basit cümlelerden biri olabilir. Hatta bu, hayatımda duyduğum en basit, aynı zamanda en çok şey ifade eden cümlelerden biri bile olabilir; tıpkı "Bu sefer, mutsuzum ama keyfim yerinde" gibi.
Peki, kendi çapımdaki monologa veya sizin çapınızdaki diyaloga neden bu şekilde girdim? Sırtımda gururla taşıdığım Dimebag dövmesini rötuşlaması için; hayatında ilk kez gerçek deriyle çalışacak amatör bir kadına güvenmiştim. Neden güvendiğimi soracak olursanız; size verebileceğim tek cevap; muhtemelen onun bir kadın olması olur. Daha önce birlikte olduğum, güzel, İrlanda asıllı bir Amerikalı kadın olduğundan bahsedebilriim. Burada, gerçek anlamda bir dövmeci olarak çalışmak isteyen bir kadın... Hanginiz, size daha önce dokunduğu veya dokunabildiği için bir amatöre güvenebilirsiniz?
Ben, bunu becerebildim. Neden ona güvenebildiğim konusunda bir fikrim yok. Sadece, sırtımdaki dövmenin hatlarını bir kez daha çizecekti. Bir iki biranın ardından perttim. Plastik, siyah eldivenin ardından ellerini hissetmeye çalıştım. Olmadı. O kadar olmadı ki, işi bitince; gittiğimiz barda, saçma sapan bir internet sitesi vasıtasıyla tanıştığım kadınla ilgili bana taktik veriyordu. Söyledikleri az çok bu şekildeydi:
-Herkes dürüstlüğü ve piç kurularını sever. Fakat, biraz daha; "sakin" olmalısın. O, senden hoşlanıyor ama sen onun zekasını yere çalıyorsun.
İyi çocuğu oynamayı denedim. Defalarca... Şimdiyse hatırlıyorum Hemingway'i... Yo hayır, o Hemingway değildi; bambaşka biriydi belki de ama güzel söylemişti:
"Write drunk, edit sober."
Açıklamasını ya da olayla ilgili tüm ayrıntıları belki yarın yazabilecek mecalim olur, ama ben yatıyorum. Konuyu hiç bir sikime bağlamadan yatıyorum. Saksoya niyetli biri yoktur aranızda da... Artık demir alma vakti gelmişse zamandan, meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan... Ah ulan şair, bizi de indiriverdin, helal olsun...

edit: İmlayı falan sikip atmışım. Şimdi devamı...
Hikayenin devamı şu; gece boyu Selen'le birbirimize laf soktuk. Hatta Selen, kendisine Facebook'ta daha güzel olduğunu söylediğim için, Turgut abinin yerinde defalarca göğüslerini sıkıştırarak açtı. İradeli olmam gereken zamanlar vardır. Onlardan birini kullanıp Selen'in göğüslerine değil, gözlerinin içine baktım. Ardından, birlikte taksiye bindik, Selen'in evine gidiyorduk. Sırtıma Bepanthene lazımdı ve Selen'in evinde Bepanthene vardı. İplerin elimden kaçtığını, Selen'in, bizi uzun yoldan kendi evine götürmeye çalıştığını görünce fark ettim. Bardan çıkar çıkmaz oldu bittiye getirmiş, sözde "Wingman"im Emma'nın yolda kendi evine dönmesine izin vermemişti. Emma'nın evi Beşiktaş'ta, Selen'in eviyse Ortaköy'deydi ve resmen Fulya'dan gidiyorduk Ortaköy'e. Oldu bittiye getirilmiştim ve gecenin sonunda uyuyamayacağıma emindim.
Yavaşça taksinin arka koltuğunda oturan Emma ve Selen'e baktım...
-Emma, bilmediğin bir şey var. Bizim evde de var Bepanthene. Müsait bir yerde durabilir miyiz?
Taksiden atladım, şaşkın bakışlar eşliğinde. En azından kendi evime gidecek, kendi kurallarımla, kendi bok çukurumda oynamaya devam edecektim. Yolda bir bira alıp, Fulya sokaklarında bağıra bağıra şarkı söyleyerek arşınladım yolu. Evde bir iki bira daha içerken, tekrar yanlarına gitmek aklıma geldi. Yazdığım mesaja cevap yoktu... Neyi, neden yaptığımın farkında değildim.

Bugün...
Yine beceremediğimi, bileğimde olması gereken yaraları avcumun içinde görünce fark ettim. Jilette çok az kan vardı. Elimin etrafınaysa bez parçası bağlamıştım ama çıkmıştı. Konuşmayı denedim; Selen'le. Emma'ya oral yapmış. Sahneyi görememek değil de, oraya gitsem ne olacağını bilememek içimi kemirdi. "Hiç bir şeyi bulandırmaya gerek yok. Ben eski sevgilimle barışmaya çalışıyorum. Ayrıca, ilk buluşmaya başka bir kadınla gelmen büyük düşüncesizlikti." minvalinde bir şeyler söyledi. İlk görüşme tamam da, tanıştığımız gün "kankayız biz" diyen de oydu. Yani; ilk görüşme de olsa kankaydık. Ayrıca, getirdiğim kadın sebebiyle "gözünde biten" bendim, getirdiğim kadınla yatan oydu. Hoş, "yatmadık." diyince ona dönüp "Yatmanız için onun da sana oral yapması lazımdı öyle değil mi?" dedim.
"Her şey size güzel." diye başladığım mesajlaşmayı, az buçuk şu şekilde devam ettirdim ki, yazıya devam etmemin sebebi de o mesajlaşmadır.
İnsanlarla akıl oyunları oynar, imalı konuşursunuz. İstediğiniz konuyu kapatır, istediğiniz konuyu açarsınız. Ne zaman köşeye sıkışsanız, "Yeter artık, konuşmayalım bunu." dersiniz. Beni istediğiniz gibi yargılarsınız. Tuvaletten, el altından, başkasının duymasını istemeyeceğiniz şeyleri mesajla sorarsınız, gizli oynarsınız. Kafanıza göre at koşturursunuz. Akıl oyunlarınızdan birini kaybederseniz ya da karşı tarafın iyi rol yaptığını (Emma, oraldan etkilenmediğini söyledi; bunu Selen'e ilettiğimdeyse Selen, Emma'nın iyi bir oyuncu olduğunu belirtip insanlardan nefret ettiğini ekledi... Hıh...) fark ederseniz; insanlardan nefret edersiniz. Bir süre durulur, iyileşmeye çalışırsınız. Ardından bu döngü tekrar başlar. Zaten bu döngünün sabit bir kaybedeni vardır. Çünkü o adam sabittir ve değişkenleri yoktur. Direkt konuşur, kaybeder ve gecenin sonunda evine gidip ya doğmayacak çocuklarını öldürür, ya da kendini... Onun kazanabileceği hiç bir şey yoktur. "Ama" ile ortalanan bir cümle duyar sürekli... "Dürüstlüğünü takdir ediyorum ama..." Zaten hayatı boyunca en çok "Ama"yı, intihar eğiliminde olduğu zaman duyar. Onun için sabahlar, herkese göre olduğundan daha zordur. Baş ağrısı veya mide bulantısı değil de; becerememiş olmak bitirir onu. Bir kez daha becerememiş olmak...

Hiç yorum yok: