Google+ boş mideye iki duble viski: Cornell ve Kazandırdıkları...

21 Temmuz 2012 Cumartesi

Cornell ve Kazandırdıkları...

Öncelikle, zamanında şöyle bir şey karalamıştım... Bu yazı, bir devam yazısı niteliğinde aslına bakarsanız.
http://bosmideyeikidubleviski.blogspot.com/2011/12/nirvana-ve-goturdukleri.html
Müzik, hayatım boyunca başroldü. Herkes hayatına film, ya da roman benzetmesini yapabilir; ve herkes karakterlerini seçebilir... Kimi başrole ailesini ve dostlarını koyar; kimi yan rolleri özenle seçer ancak mevzubahis oyuncular her zaman insanlardır.
Biraz asosyal ve misantropik olduğumdan ötürü ben de müziği koymuştum başrole, uzun zaman önce... Çünkü beni aldatmayacak, bana bir anda sırt çevirmeyecek, bana karşı tavrı değişmeyecek yegane "şey"di müzik. Ve ne tarz olursa olsun -Neşet Ertaş dinlediğim zaman da vardır, Kanye West de- kaliteli müzik dinledim, veya dinlediğime inandım. Her zaman beğendiğimi dinledim, her zaman beğendiğimi çalamasam da... Zaten müzisyenliğimin tavan notkası da beş bin velinin, mezun öğrencinin karşısında çaldığım gündür, gerisi muhtemelen gelmeyecektir.
Velhasıl, müzikle bu denli içiçe olmanın müzisyenlik bazında hiç bir getirisini görememiştim. Müzisyenlik olarak sayılmasa da, DJ olarak mekanlarda zaman zaman çalarak para kazandım altı üstü. Fena kazandığım da söylenemez. Hala da severek yapıyorum bu işi. Bir önceki yazıda bahsettiğim Cobain, veya her dönem keyif alarak dinlediğim Limp Bizkit, sırtıma mezarının üzerinde bulunan figürün dövmesini yaptırdığım Dimebag Darrell, belki bir sonraki yazıya konuk olacak Josh Homme, Layne Staley, Zakk Wylde, Aşık Veysel, Tolga Çandar, gibi dönemsel olarak hayatıma yön vermiş bir çok isim var. Ömrüm veya vaktim yettiği sürece hepsine ayrı ayrı parantezler açmayı da planlıyorum.
Gelelim Cornell'a... İnişleriyle, çıkışlarıyla, günahlarıyla ve sevaplarıyla sevdiğim bir adamdır. Soundgarden dönemleri benim için hala diğer zamanlarından daha özeldir. Lakin Soundgarden'ı bırakması da bir denli gözümden düşmesine sebebiyet vermiştir. Şununla yapalım açılışı:
http://www.youtube.com/embed/M1vBPvektSE
Ne zaman başımı ellerimin arasına alsam, ne zaman yaslansam geriye, playlistin zirve parçasıdır bu benim için. "Amerikan Arabesk" nasıl olur acaba diye sorulsa, "Böyle" cevabını verebilirsiniz. Evet, Arabesk; köken olarak "Arap" kelimesinden gelmektedir; biliyorum. Sadece bir uyarlamaydı... Şarkıyla ilgili yorumlara devam edecek olursak, Soundgarden'ın en bilinen albümü "Superunknown"un, değeri az bilinen şarkılarındandır. O albümde herkesin favorisi "Black Hole Sun" olmakla birlikte, "Fell On Black Days" en fazla plasedir, ancak bunun bir sebebi de sözlerinin derinlemesine araştırılmamasıdır. Hayatı alt üst, yaşamı darmadağan, bir bataklıkta; çırpınmak için hiç bir sebebi olmayan, çırpındıkça batacağının farkında olan kişinin mücadelesidir benim gözümde bu şarkı. Ve bahsi geçen kişi, aslında değişmek için veya değişiklik için hiç bir çaba sarf etmese de, asla değişmeyeceğini söylese de; değişiklik için yalvarıyordur. ("I sure don't mind a change.")
http://www.youtube.com/embed/bmIeTtU1h3M
Ardından bomba gelir... Audioslave'dir Cornell'ın grubu ve harika bir albümle patlama yaparlar. Keza bu albümün de favorisi "Like A Stone"dur, veya "Show Me How To Live"dir ki albüm baştan sona harika parçalardan oluşur. Lakin bir şarkı göze çarpar, kuyruk acısını unutamamış; ancak kendi kendine sorgulayan ve cevaba ulaşmaya çalışan adamın şarkısıdır. "What You Are" Adam yırtınır, dövünür, onu geri ister, elde edemez, üzülür, bekler, çarpışır, onsuz her şeyin anlamsızlaştığını düşünürken bir anda farkeder. Aslında o, hiç bir şeydir, o; kendisinin mazoşist yönüdür, o; üzgün hissetmesi gerektiğini düşündüğü zamanlarda sofradaki mezedir ve artık kan, ter, gözyaşı yerini can sıkıntısına bırakmıştır. Çünkü o, şimdiye kadar ona kazandırdıklarının yanında, kendisine hiç bir fayda sağlamamış; sıradan bir kızdır ve adam bunun farkına varmıştır...
http://www.youtube.com/embed/EnhIIGfOw4A
Out of Exile çıkmıştır, raflarda yerini almıştır ve "Be Yourself" müthiş bir giriş parçasıdır. Kaybettiği her şeyin, kendisinden kaynaklandığını gören kişinin, kendini değiştirmeye çalışırken bir şeyleri farketmesi durumudur. Kaybettiği her şey için kendine kızarken, kazandığı her şeyde de kendine teşekkür etmesi gerektiğini hatırlar. Giden gitmiştir, olan olmuştur; kaybettiklerini geri getirecek bir şey yoktur belki; ancak zaferlerini de gülümseyerek hatırlar kişi... Çünkü haklı gururunu yaşamaktadır kendi olmanın.
http://www.youtube.com/embed/nGSYSxHmj4Q
Fazlasıyla öznel gittiğimin farkındayım. Ve Cornell'ı üç şarkıyla özetlemenin yanlışlığının da... Harika bir "Billie Jean" yorumu, keza solo albümünden yine müthiş bir parça olan "Can't Change Me" de unutulmaması gerekenlerdir belki. Ancak şimdiye kadar saydığım üç parça da hayatımın kimi kesitlerinde unutamadıklarımdır.Ancak bir şarkı vardır ki, gözyaşları içinde değil de, kafa karışıklığı içinde sürekli dinlerim... #1 Zero. Fi tarihinde bir sevgilim olmuştu. Üniversite 1. sınıftaydım ve 17 yaşındaydım. İlk öpüştüğüm kadındı. Sanırım benden iki yaş küçüktü... Mersin'de tanışmıştık, ben İstanbul'a, o Ankara'ya döndü. İki hafta sonrasında Ankara'ya gidecektim, onun için. Çünkü o dönem kadınların Pantera sevebileceğini düşünmezdim ve o Pantera'ya hastaydı... Bu ortak nokta bile başımın dönmesine yetmişti. Hazırlandım, gidiş dönüş tren biletimi aldım, çantamı doldurdum, gün aşırı gidiyordum. Yolculuk öncesi arkadaşlarla Taksim'deydik. Gençlik işte, bol kadınlı ortamlara da alışık değilsin; harika eğlenceli bir gece geçiyor Nevizade'de, Akdeniz'de... Saat 10.00 olunca 110 otobüsüne binmek ve Haydarpaşa'ya gitmek üzere hazırlandım; herkese veda ettim. 110 boştu... Bindim otobüse, shuffledan gelen ilk parçayı açtım; aklım hala Akdeniz Bar'da neler olduğunda... İlk parça, "So What". O giriş, ve o serserilik... Gitmiyordum, hiç bir yere gitmiyordum. Bara, arkadaşlarımın yanına gittim. Biletleri yırttım, garsondan bir duble Jack istedim; kafaya diktim ve ikinci dubleyi istedim. Onu da kafaya dikip gecenin kalanını ölü gibi hissettim. Kadınlar gelip başımı okşuyor ve doğru şeyi yaptığımı söylüyordu. Ve ayrıldık benim bu satışımdan sonra. Aradan üç sene geçti, Ankara'da staj yaparken tekrar görüşmeye başladık ve o; üç sene boyunca bu parçayı her dinlediğinde aklına geldiğimi söylemişti. Bazen gariptir ya, bu sefer gerçekten garipti işte...

Hiç yorum yok: