Şunu dinleyerek okuyun, ki ben bunu dinleyerek yazdım:
Aile ilişkileriniz nasıl? İyi değil mi? Aslında çok da umrumda değil... Bir baştan, bir sondan şeklinde gideceğimiz bir yazı bu. Konusu? Konuyu boş ver, bırak dağınık kalsın, oralara gelemedik daha.
Gün boyu aklımdaydı bir şeyler karalamak, yazmak veya kusmak. Küfür etmek? Hayır tarzım değil, en azından bugün için. Her şeyin başlangıcı, evimde bulduğum Lombak dergileridir. Evimde derken, öyle öğrenci evinden değil; gerçek “ev”imden bahsediyorum. Üç ya da dört gün önce eve döndüm, orayı burayı kurcalarken üniversite birinci sınıfta aldığım Lombak dergilerini gördüm. Ki şu an dilendiğiniz, taptığınız çoğu karikatürist zamanında Lombak çizeriydi. Yiğit Özgürler, Uğur Gürsoylar, Umut Sarıkayalar...
Ancak bazen gülemezsin işte, karikatür dergilerine bile. Çünkü Lombak, bana iki durumu ve iki anıyı hatırlatır, deliler gibi sıkıldığım 2002 yazında Gökova’da, televizyonu bile olmayan bir evde geçirdiğim –yazlık- zamanını ve 2005 yazında, suratım ve sırtımın komple sivilceyle kaplı olduğu, ağızdan bile çekmeden içtiğim sigaraların üstümü leş gibi yaptığı, Merkez Final dershanesinde sevdiğim bir kadını hatırlatır. O kadın kim miydi? Şuradan buyrun(Heart Shaped Box)
Dün bir dal sigara yakmıştım onu düşünerek, aptalca... Eviniz sitede; apartmanlardan birinin en üst katındaysa, merdiven arasında sadece düşünerek sigara içebilirsiniz. Neden evin içinde içmediğimi soracaksınız; nedeni şu: aileme sigara içmeyeceğime dair verdiğim söz. İçtiğimi biliyorlar, alenen söylediğimi de; ancak evin içinde içmek, garip geliyor... Özellikle de sigarayı kırk sene içip iki yıl önce bırakmış bir babaya sahipseniz ki ailemin evini sigara dumanına maruz bırakmak istemem.
Kadının adı Dilara’ydı –kız/kadın ayrımı yapmaktan nefret ettiğimi daha önce de söylemiştim- içime oturdu, araştırdım. Facebook’tan buldum, -ekleme ve mesaj gönderme dahil- hiç bir şey yapamazdım. Beni engellediğinden ötürü olduğunu sanmıyorum, daha ziyade bulunsa da ulaşılmak istemiyordu. Twitter’ına ulaştım, bir ileti gönderdim; umursamadı. Umursamayacağı da belliydi başından beri, ama ne bileyim, belki bir umut, veya standart bir “çay”.
Uyandım, havuza girdim, takıldım; içtim ve eve döndüm. Aslına bakarsanız Mersin’in en çekici mekanlarından birinde güzel güzel içtik, eğlenir taklidi yaptık ve eve dönüş yolundayken arkadaşlarım bir gece kulübüne gitmek istediler. Üzerimizdeyse şortlar vardı, eve döndük –siteye- ve ben umarsızca “Yok abi ben buraya geldikten sonra hayatta bir daha dışarı çıkmam” demiştim, onlar şortları pantolonla değiştirme planları yaparken.
Onlar yola çıktı; bense bakkaldan iki bira alıp, eve girdim. Orucu kaçırmayan annemi gördüm, öptüm ve şunu söyledim; “Burası senin kutsalın, biliyorum ancak bir şeyler karalamam lazım. Bugüne mahsus evde içmemin sakıncası var mı?”
Bunu söylemeden de gayet içebilirdim evde, el altından; veya göstere göstere. Ancak büyüyordum. Veya büyüdüğümü hissediyordum. Onu kırmak; daha doğrusu bu noktaya gelmemdeki en büyük katkıyı sağlamış iki insandan birini kırmak (diğeri tabii ki babamdır) hayatımda isteyeceğim en son şeydi. Siz her ne kadar ailenize küfreden ergen takımından olsanız da; ailemde en çok benimsediğim taraf babamın tarafı olsa da; annemi üzmeyi asla istemem.
Velhasıl; geçtim bilgisayarın başına ki aklımda şunları yazmak varken...
Büyümek mi istiyorsunuz? Ya da olgunlaşmak? Hatalarınız elbet olacaktır, ancak yapmanız gereken bazı şeyler de vardır.
Bir numara... Asla, ancak asla sadece o gecelik kadınınız olacak kişiye; veya sadece bir kaç günlük kadınınız olacak kişiye; hatta “takılıyoruz abi yeaaa, fuckbuddy kıvamı” dediğiniz kadına kötü davranmayın. Neden mi? O kadın sizin ter kokan kıllı aletinizi yalamak zorunda değil. O kadın sizinle yatmak zorunda da değil. Ne olursa olsun o kadın sizi çekici bulmuş ve size katlanmayı kabul etmiş bir kadın. O size “vermiyor”; siz, onunla bir şeyler paylaşıyorsunuz. Ona kendini iyi hissettirmek sizin amacınız olmalı. Yoksa, onunla birlikte olduktan sonra kıçını dönüp yatan kendi çapında “ıssız adam” olmanın manası ne? Çok mu serseri hissediyorsun kendini? Böyle serseri olunmaz. Böyle olsan olsan; öküzün önde gideni olursun. “Hayır ben hiç bir şey hissetmiyorum; sadece sevişmek istedim ve seviştikten sonra pişman oldum” diyen ve ne yaptığının farkında olmayan ergen gerisi sefilsen sen; en azından işin bittiğinde onun boynuna veya dudaklarına yapışmayı bileceksin.
İki numara... Yine kadınlarla ilgili; bazı şeyleri hala öğrenemediysen anlatayım. Onlar sadece seninle yatsalar da; seninle daha fazlasını düşleyenlerdir. Asla ama asla onlarla sadece o çok dilendiğin şekil “fuckbuddy” olamazsın. Sana katlanırlar; ancak sen, bu sırada asla onlara eski sevgililerinden bahsetme, veya onlar yanındayken başka kadınlarla yazışma. Çünkü senin karşındaki bir “nymphe”. Seni sadece birlikte olduğunuz zaman arzulayan bir seks makinası değil; daha fazlası ki o bunu asla belli etmez.
Üç numara... “Aileni seninle ilgili yanlışlar konusunda suçladığın kadar, seninle ilgili doğru olan şeyler için sevmeyi bil.” –The Game, Neil Strauss. Ailen olmadan sen ne olurdun? Neye yarardın? Onlar olmasa nereye gelebilirdin? Bana burada liseli şekli yapma, anında suratının üzerinde bira şişesini kırarım. “Ailem olmasa ben şu anda harika bir kemancıydım.” Biliyor musun, benim ailem beni dizginlemese ben belki de konservatuar üzerinden devam edecektim, veya basketbol hayatımı bitirmeyecektim. Fakat onlar olmasa; aynı şekilde İstanbul’da kendi cehennemimin kralı olamayacaktım. Bunu da gözönünde bulundurarak konuşuyorum. Ha bir de, annen ile baban ayrıysa; bu, onların kararıdır. Anladın mı?
Dört numara... Kendini sevme, insanları da. Dairelerin olsun, birinci dairen; ikinci dairen; üçüncü dairen... Birinci daireye sadece aileni ve en sevdiğin arkadaşlarını koy. Yani dostlarını; sen düşerken de yanında olanları ve varsa sevgilini. İkinci daireye arkadaşların, yakından tanıdığın diğer insanlar girsin ve üçüncü daireye sadece selamlaştıkların girsin. Kimi, hangi daireye koyacağını iyi bil.
Beş numara... Eski sevgililerini düşünerek üzülme. Bittiyse, bitmiştir; sen dünyaya isyan etsen de... Ve geçmişe dönüp baktığında yüzünde her daim gülümseme olsun; sahte olmayan. Çünkü onları yaşamak senin hakkındı, onlara üzülmek de senin hakkındı; ancak dedim ya, “bittiyse bitmiştir.” Bunu söyle kendine sadece, “İyi ki yaşamışım.”
Bu gecelik bu kadar.
Kendi özelime gelirsek;
“They call me the matador,
I settle all the scores.”