Hepimiz veya hepiniz, herkes veya hiç kimse, öyle ya da böyle...
Belki de hayatım boyunca ilk kez "üç nokta"yı doğru yerde kullanıyorum. Ancak genellemenin elmasını çıkarmaya çalışıyorum.İnsan dediğin, yaşamak için ya da hayata bağlanmak için tutunacak bir dala ya da umursayacağı bir sebebe ihtiyaç duymuştur her daim. Aile, sevgili, kariyer, eğlence, seks, arkadaşlar, yaşama sevgisi, aşk, ilişki, sevgi.
Kendi hayatımı düşündüğümde, aklıma gelen yegane sebep: burada yaşamaya, çift haneli rakamlarla içtiğim biraya, gerizekalı insanımıza(hoş, tüm dünya gerizekalı aslında) karşı duyduğum nefret ve yurtdışında yaşamak üzere kurduğum gelecek planlarım. Kısaca pamuk ipliğine bağlı benim "yaşama sevincim." Bu konsantrasyon ya da bu motivasyonun zedelenmesiyse çok basit. Özellikle de üstüste gelen travmatik olaylar, her şeyi bir anda unutabilmenize sebep olabiliyor. Depresyonu bir arkadaşım, evde "fare gibi yaşamak" olarak tanımlamıştı.
Sadece bir cumartesi gecesi rakı içmek üzere bindiğim taksi hariç, çıkmamıştım günlerce evden. Yıkamam gereken çamaşırlar birikmişti, bir haftadır bulaşık makinesini boşaltmamıştım, masamın üstü bira ve şarap şişeleri, dolu küllükler, küflenmiş çay-kahve kupalarıyla dolmuştu. Çöp kutusu atmıklı peçeteler, öksürük şurupları ve gribal enfeksiyona karşı aldığım ilaç kutularıyla doluydu.
Salonda uyuyordum. Telefonumun şarjını salona takmıştım, havalar serinleyince yorgan ve yastığımı da kanepenin üzerine atmıştım. Leş gibiydim, giyindiğim her şey sigara dumanı kokuyordu. Sakalım bir haftalıktı artık. Dünya umrumda değildi, sadece içmek istiyordum. Bir öğün sabahları ve ardından alkol zorlamaları...
Her gecem zordu ve gözkapaklarım ağırlaşana kadar içiyordum. Bir haftada insan, kendi hayatını nasıl düzebilir; bunun giriş dersini alıyordum sanki. Konuşmamaya çalışıyordum. En sevdiğim dizileri izlemek bile boş geliyordu.Sadece müzik dinliyordum ve monitöre bakıyordum aval aval. The Gutter Twins ve Dengesiz Herifler, en yakın arkadaşlarım olmuştu.
Bir yandan da, ne kadar samimiydim bilmiyorum ancak durumumu bilen iki kadını yanımda istiyordum. Ayrı ayrı veya beraber... İkisini de evde görmeyi çok istemiştim. Ayrı ayrı ya da ikisi birden. Üçlü cinsel ilişki ya da ayrı ayrı cinsel ilişki miydi aradığım, emin değilim. Hoş, ikisiyle de her durumda sevişebilecek kadar azgın ya da seks bağımlısı olduğum söylenebilir belki; ancak ikisi de neden beni dışarıda görmüyorlardı da eve geliyorlardı kafamda, bunu bilmiyordum. Ya sadece tanıdıkları kahramanın(sadece tanıdıkları, daha önce birlikte olmadık) aslında o kadar da komik bir adam olmadığını bazen "düştüğünü" onlara göstermek istiyordum, ya durumumdan acitasyon yaparak onlarla yatmak istiyordum, ya da sadece onlarla dışarıda konuşmaya fazlasıyla üşeniyordum. Dedim ya, bilmiyorum... Zaten ikisi de gelmedi.
Bir sabah uyandığımdaysa, aslında sadece kadınlarıma değil, benimle ilgili şüphesi olan herkese, nasıl bir dönemden geçtiğimi anlamayan ya da bilmeyen herkese kocaman bir siktir çektim. Hayatım boyunca yalnız yürüdüğümü hatırladım. Bu bokun içinden çıksam çıksam, yine ben çıkacaktım. Cankurtaran yeleği giyen seksi bir kadın ya da yakın bir arkadaş, herhangi bir aile bireyinin tiradı, can simidi fırlatan herhangi biri benim bu durumdan çıkmamı sağlamayacaktı. Gerçekler asla değişmeyecekti, beynim hiç bir şeyi unutmayacaktı evet; ancak alışmamı sağlayacaktı.
Geçmişimizi asla unutmayız, travmalarımızı da; sadece onların yaşanmışlığına alışırız. Bunu bir kez daha aklıma getirdim. Evimle ve hayatımla ilgili ertelediğim her şeyi yaptım bir sabah uyanır uyanmaz. Beşiktaş'a gittim, tütün aldım. Eve döndüm, saatlerce bilgisayar oyunu oynadım. Yattım, uyandım. İlk kez tam konsantrasyon ile ders dinledim. Ödevimi yaptım. Günlük aktivitelerimi bitirdikten sonra bir kez daha baktım ve tekrarladım:
"Siktirin gidin lan. Hepiniz siktirin gidin. Ben, bana yetiyorum. Asosyal, manik depresif puştun teki olsam da; siz yokken daha iyiyim. Size bel bağlamadan daha iyiyim."
http://bosmideyeikidubleviski.blogspot.com/2012/10/death-dont-have-no-mercy.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder