Google+ boş mideye iki duble viski: "Death Don't Have No Mercy"

19 Ekim 2012 Cuma

"Death Don't Have No Mercy"

Bir arkadaşım, yazdıklarımı okuduktan sonra sormuştu.

-Sen bu kadar karanlık mısın?
-Evet.

Annem, neden böyle yazdığımı sorduğunda ona, huzursuz olduğumu söylemiştim. 
Her şeyimi neden paylaştığım sorulduğunda ise, sadece bu şekilde; kendimi ifade ederek sakinleşebildiğimi söylemiştim.
Ne ailem arasında, ne de arkadaşlarım arasında hiç bir zaman o parlak, mutlu, çevresindekileri neşelendiren adam oldum; ne de sevgilisiyle uzun vadeli planlar yapan aşk çocuğunu; iyi adamı oynadım. Senaryoda, iyi kalpli ana karakter, kahraman olmam imkansızdı. Çünkü senaryonun her sayfasını ben yazmıyordum ve biliyor musunuz, neden böyle olduğum sorulduğunda asla yaşadıklarımı öne sürmedim. "Sen benim neler yaşadığımı biliyor musun?" serzenişli acı tecrübe kralı; dram kraliçesi olmadım.
Sadece, kusmak istedim hep, veya elimden geldiğinde kendimi ifade edip biraz rahatlamak. Her yazı, alkol limitinin aşıldığı birer gecenin değil; tekilaların viskilerle karıştığı zor gecelerin tuvalette biten kusma finaliydi çünkü.

Bu hafta, veya bu yarım hafta; en ağırlarından birine sahibelik yaptı. Okul, akraba, arkadaş, aile gibi temel etmenleri umursamadım.Ne izlediğim diziden, ne oynadığım oyundan doğru düzgün keyif aldım. Kendime ayırdığım zaman umrumda bile olmadı çünkü üstüste geldi bazı şeyler.
Gecelerdir, hayatımdan yaklaşık üç ay önce sildiğim(bir senedir elimden gelen her şeyi denemiştim baştan başlayabilmek adına ve bu bir senenin sonunda öğrenmiştim aslında uzun zamandır biriyle birlikte olduğunu) eski sevgilimi görüyorum rüyamda. Soluk soluğa uyanıyorum; kabusum oluyor. Birinde eskisi gibiyiz; birinde arkadaşız, birinde günümüzdeyiz ve kavga ediyoruz benim tavırlarım yüzünden ve hiç birinden mutlu uyanmıyorum. Bilinçaltımda bu denli büyük bir yer edinmiş olmasına sinirleniyor, yüzümü yıkarken suyu sertçe çarpıyorum suratıma.
Kesememiş olmak, tümörlü dokuyu vücudumdan atamamış olmak çıldırmama sebep oluyor. Sakin kalmaya çalışıyorum, yapamıyorum. Siktir git artık diye bağırabilmek istiyorum, ama ona ulaşmak aklımın ucundan geçmiyor. Onun bu konuda bir suçu olmadığını aklıma getiriyorum, yatağa geçiyorum ve uyuyamıyorum.

Bu süreç devam ederken bir yandan, uzun zaman önce takılmayı bıraktığım; görmek istemediğim ve bana hatırlattıkları sebebiyle bana her ulaşmaya çalıştığında terslediğim bir kadın var. Dün sonunda şalterleri indirdim, belki bir nebze iyi olur diyerek terslemeden konuştum. Akşam bana gelmesi konusunda anlaştık. Farklı biriyle yatmıyordum uzun süredir, her şey çok güzel olacaktı. Kapıdan girdiğinde, sarhoş olmasıyla ilgili attığı mesajların doğruluk payının fazlasıyla yüksek olduğunu gördüm. Ayrıca değişmişti, saçları gitmişti; üzerinde deri bir ceket vardı, seksi görünüyordu.
Ayrıntı vermeden, evet yatağa gittik. Her şey oldu, bitti, korunmamıştım, dışarı boşalmıştım ama merak da etmiştim.
-En son ne zaman regl oldun?
-İki ay önce.
-Oha sen hamile misin?
-Hayır, kanserim.
Pişmanlık hissettim. Sonra bomboş hissettim. Tekrar pişmanlık, ardından üzüntü, acıma; hislerim karman çormanken,
-Ve en fazla korktuğum şey ölüm, dedi.
Daha önce konuştuğumuz bir iki ayrıntı, hastalığının genetiği konusunda ipucu veriyordu. Ancak detay da soramıyordum. Erken teşhis, ilaçlar, kemoterapi, saçların dökülmesi gibi binbir ayrıntıya girmek istemiyordum. Güçlü değildi ama ben ondan daha zayıftım.
Kanepeye uzandı, battaniyeyi çekti ve "Çaldıklarınla beni mutlu et." dedi. Üstüste dinledim, Gary Davis'ten, Death Don't Have No Mercy'yi. Üstüste sigaralar yaktım, bira şişeleri devirdim ve yanına gittim. Onu boynundan öpüp yatağa götürdüm kollarımda.
 Sabah rahattık, sakindik, konuşmayı düşünüyordum bu konuda ki Facebook'ta uzun zamandır konuşmadığım, muhabbet etmediğim, liseden ama samimi olmadığım bir arkadaşımdan mesaj geldi.
Naber napıyorsun faslını uzatmadan konuya girdi, dümdüz.

Lise hayatım çok sosyal olmadı. Lisede sadece bir tane çok çok yakın arkadaşım oldu. Hep onunla takıldık, hep onunla gezdik. Sürekli takıldığım bir grup da yoktu, kızlı erkekli bir ortamım da... Hep konuştuğum tek biri vardı. Misantrof bir yaklaşıma sahipti, ruh hastası cümleleriyle güldürürdü. 
-Halley ister misin?
-Evet. 
-Git al o zaman.
Bu cevabı verdiği gün kopmuştum. Halley'leri ise bütün halinde yutardı. Ailesi eğitimi konusunda baskıcıydı, İddaa oynamaya okuldan kaçtığı günler olurdu. Basketbol maçı için okuldan kaçtığı gün; annesinin not durumu konusunda hocalarla görüşmeye geldiği gündü.
Üniversiteye girdiğimden beri iki en fazla üç kez görüşmüştük, muhabbet etmiştik. Okuduğu bölümle ilgili sıkıntılarını anlatmış, mutsuz olduğundan bahsetmişti. Zaten son görüşmemiz de, Batman: Dark Knight'ı sinemada izlemek üzere olmuştu.
Daha çok ayrıntı vardı onunla ilgili paylaşmak istediğim, ancak devrik cümlelerden ve konudan konuya atlamamdan anlamışsınızdır, kafam allak bullak. Ayrıca yazım hataları ve anlatım bozukluklarıyla ilgili şimdiden özür dilerim. 

İntihar etmiş, dün.  Yakın olduğum için söyleme gereği duymuş, samimi olduğum arkadaş da. Yıkıldım, sustum, küllüğü doldurdum. Ardından gözlerim doldu, annemi aradım; sesimin titrediğini fark ediyordum ve bu sefer titrek sesimin sebebi, söylediğim yalan değildi.
Babamı aradım, cenazeye gitmesi için ayrıntıları verdim.
Ardından telefon trafiği, hafif diyaloglar ve "He." cevapları...
Koluma yazdırdığım "DIS", yani lakabımın bu denli benimle özdeşleşeceğini düşünmezdim hiç bir zaman.

Bu, benim hikayem ve bunu ben yazdım. Böyle bir anlatımla yazdım, böyle şeyler anlatıyorum çünkü hayat, hiç bir zaman bağımsız Avrupa filmlerindeki plaklara kaydedilmiş soundtrackler gibi olmadı. Asla pop parçalarının ışıltılı klipleri görsel olarak kullanılmadı yaşamımın arka planında. Ben hep kaybettim birilerini ve bir şeyleri. Mutluluk nakaratlarıyla ve özlü sözlerle başlamadım günlere veya başlamam için bir sebep olmadı.Belki bir gün olacaktı, düşük bir ihtimal...

http://bosmideyeikidubleviski.blogspot.com/2012/06/neden-dis.html

Hiç yorum yok: