Google+ boş mideye iki duble viski: Düşkün değil, düşmüşün anıları 2

10 Ekim 2013 Perşembe

Düşkün değil, düşmüşün anıları 2

Dün geceden sonra, bugün daha da emin oldum. Deli kadınlar beni buluyor değil, deli kadınların bulunduğu yerlerde çok fazla bulunuyorum. Aşk ya da ilişki aradığım yok. Geceyi sonlandırabileceğim bir kadın arayışındayım, her gece ki önceki geceyi yalnız geçirmesem bile, sürekli arıyorum. Daha doğrusu aranıyorum.
Ağlamaya başladı... Neden ağladığı konusunda hiç bir fikrim yoktu. Bir kadının ağlaması, belki seneler önce beni duygulandırırdı. Mekandaki diğer kadınlara bakmaya başladım, çünkü gecenin sonunda bir şey olmayacağını baştan belirtmişti, kısa bir diyalog ile.
-Neden benimle buluştun?
-Sabah mutlu uyanırım diye.
-Öyle bir şey olamaz. Reglim.
-Sakso yapabilirsin belki?
-İlk randevuda yapmıyorum onu.
Zorlamadım, ama egosunu yerle bir ettim. Yurtdışında yaşadığı süre içersinde verdiği pornografik pozlardan girip, uyuşturucu bağımlılığından ve aptallığından dem vurdum. Onun gibi, yurtdışında yüksek lisans hayali kuran; onun yerinde olmak için yırtınan insanlardan bahsettim. Baba gibi öğüt vermiyordum, yüzüne karşı gerizekalının teki olduğunu söylüyordum.
Biseksüel bir kadındı, kısa boylu. Biseksüel olmadığını, sadece arayış içersinde olduğunu söyledim. Ağlamaya devam etti. Herkes bize bakıyordu, bense ne onu; ne de herkesin bize bakıyor oluşunu sikliyordum. Ama dayanamadım, neden ağladığını sordum.
"Çünkü benden etkilenmedin, beni hiç sevmedin."
Neden sevecektim ki? BeN zaten kimseyi sevmiyordum. Sevmeye çalıştığımda da ya onun gibi delilere, ya da kariyer hedefleri peşinde koşup giderken yabancılaşan, arkadaşlarına ya da karşı cinse vakit ayıramayan ve sürekli şikayet eden kadınlara rastlıyordum... Dolayısıyla birini insan olarak bile sevmek, yapıma aykırı hale getirmeye çalıştığım yegane şeydi.
Doğrulup, kendime gelmeye çalıştım çünkü bir diğer deliyle, bir diğer barda karşı karşıyaydım. Hesabı ödedik, soldan devam edip eve gitmek istedi. "Sağdan." dedim ve arkama bakmadan yürüdüm. Gelmedi, ağlaya ağlaya evine gitti; ben Turgut Abi'nin yolunu tutarken. Üç shot viskiyi üst üste çaktım, minibüs duraklarına yürümeye başladım.
Telefonum çaldı, "Üzgünüm, yapamazdım." gibi dram dolu aptal bir mesaj yazmış. Telefon açtım, "Senden bi sik olmaz. Bunu bilmen yeterli." dedim. Tekrar özür diledi. Bir daha görüşmeyeceğiz, diyip kapattım telefonu.
Telefonu kapatmamla, yere düşürmem bir oldu. Ellerim titriyordu yine. Son bir ay içinde yere düşürdüğüm sigaranın, sodanın, bira bardağının haddi hesabı yok. Bir de telefon eklendi buna, gider ayak.
Bugün yazarken, aklıma önce 90d göğüsleri, ardından da girdiğimiz bir diğer diyalog geldi.
-Bu kadar şeyi biliyorsun, ilişkilerin ve insanların tüm tepkilerini, reaksiyonlarını ezberlemişsin. Her şey sana oyun gibi geliyor.
-Konunun adı "Oyun" zaten.
-Evet de, mutlu musun?
-Mutluyum, çünkü birine aşık olmaya; birini deliler gibi sevmeye, uyuşturuculara, "Çok para lazım." dedirtecek şeylere ihtiyacım yok. Benim uyuşturucularım belli zaten; güç, kadınlar ve yazmak.
-Peki nasıl anlaşabiliyorsun insanlarla?
-Ağlayan palyaçoyu oynayarak. Onları eğlendirsem ya da etkilesem de, etkilenmiyorum.
En son ne zaman birinden etkilendiğimi düşündüm. Kısa süre önceydi. Harika bir kadındı ama 2. kategoridendi. Kariyer endişesine sahipti, zengin bir ailenin çocuğu olsa da. Gücü seviyordu, benim gibi...

Hiç yorum yok: