Uyandığımda cüzdanıma baktım. Kuş kadar param kalmıştı. Ailemi arayacak kadar yüzsüz değildim ancak paraya hakikaten ihtiyacım vardı. Aile de kapıları kapattı kısa süreli. İdare etmem gerekiyordu. Sonra bir blues eseri açtım; "Blue and Lonesome"
Little Walter söylerken içten sesiyle, buzdolabına baktım. Deliler gibi açtım ve soğuk suya ihtiyacım vardı önceki geceden ötürü. Bir kutu bira ve dibi kalmış Jim Beam ile; gazı bitik; bir hafta önce aldığım 2.5 litrelik kolayı gördüm. Yiyecek namınaysa hiç bir şey yoktu. Önce dün gece sardığım kurumuş tütünü içtim. İki üç taneydi... Ardından yana yakıla evde tütün bazlı herhangi bir şeyler arayıp Sinan'ın zulasındaki ince puroları gördüm. Biranın yanında yaktım. Bira bitti, çıkmam gerekiyordu. Çıkmadım. Jim ile kolayı karıştırıp blues dinlemeye devam ettim. O iğrenç kokteyli içerken de, burada bir değil bir sürü yazıda bahsettiğim D'yi hatırladım. (İlgili linkleri yazmayacağım.)
Bir ay kadar önce siktiri çekmişti. İntikam almak için değil; uzun zamandır aklımda olduğu için yazmaya karar verdim.
Geçirdiğimiz ilk gecenin sonunda mutluydum aslında. On sene boyunca beklediğin bir kadın sonuçta. Sana bacaklarını açıyor. Sen ne istediğin konusunda kararsızsın. O, ağzını kamışının etrafında gezdirdiğinde ne kadar kötü bir iş yapsa da; işin içinde duygular var. Duygular, seni her zaman düzmek isteyen duygular...
Bitemiyorsun çünkü çok fazla içmişsin. Bitmek de umrunda değil. Ona sadece sarılmak ya da onun dudaklarına bir kere de olsa yapışabilmek arzundu. Gerçekleşti, sonunda. Ama nereden bilebilirdin ki sadece bir gece olacağını?
Hayat tarzımı, fuck buddy ilişkilerini, takılmaları, "loser" olmamı falan eleştirmişti; her zaman. Hayatım boyunca ne hayat tarzımla ilgili, ne de sağlığım veya düşüncelerimle ilişkili eleştirileri siklemedim. O gece yaşanınca da bırak eleştirileri dikkate almayı; Sidney planını rafa kaldırmayı bile düşünmüştüm.
Süreç ilginç ilerliyordu. Bazen beni itiyordu... Yazdığımda cevap vermiyor, sallamıyordu. Bazense çat diye telefon açıp kendi iş ve kişisel hayatıyla ilgili duyduğumda pek de sikime takmayacağım -evet, takmadım da- ayrıntılar veriyordu. Bazen "Ne yaptın?" demek için arıyordu, bazen benimle bir parça paylaşıyordu.
Ama kötüydü. Bir şeyler eksikti.
Suçladım. Taşınmak üzere olan arkadaşına bu kadar yardım etmek istemesi ya da anası gelince benimle görüşemeyecek olması, beni çok da umursamadığını düşündürdü. Bir gece kafam dünya haldeyken, mesajlaşmaya başladık. Her şeyimi anlattım.
Kaybolduğu bir sene boyunca ne bok yediğimi, kendisini ne kadar istediğimi, onun için burada kalabilecek kadar manyak olduğumu, her şeyi anlattım. Cevabıysa çok basitti.
"Sen beni o liseli ergen heyecanınla istiyorsun. Aramızda bir şeyler geçerse bile bunun sebebi senin heyecanın olacak ve o heyecan bitince yine mutsuz olacağız."
"Mutsuz olalım?"
Siklemedi. Sonra yıllardır eleştirdiği hayatımla ilgili bir şeyi bir kereliğine de olsa benimsediğini gösterdi.
"O gece çok sarhoştum."
Bu, benim hayatımda vardı ancak bir kere olsun hiç bir kadına "Çok sarhoştum." dememiştim. Sikti attı dünyamı. Zaten o mesajı attığı geceden beri tepe taklak ilerliyorum. İstanbul'da ne bok yaptığımı bilmiyorum. Başvurduğum iş sayısı yüze ulaştı. İşsiz ve evsizim. Duygusal bir şeyler zaten yok. Cinsel bir şeyler konusunda da şanslı olamıyorum eskisi kadar... Ters-sert.
12 Eylül 2013 Perşembe
10 Eylül 2013 Salı
Duyuru, istek, rica, adını sen koy, bok oldum.
Bilmeyenler için özet geçelim.
Okul uzadı.
İş dünyasına girmek isteyip iki mülakatını geçtiğim ve deliler gibi istediğim işi alamadım.
Hala yazar ya da editör, hiç olmadı çevirmen olabilmek için yanıp tutuşuyorum.
Nereden başlayabileceğim konusunda bir fikrim yok ancak belki sizlerin vardır. Bir iletişime geçin benimle.
( morningglorywine@hotmail.com )
Bok oldum.
Okul uzadı.
İş dünyasına girmek isteyip iki mülakatını geçtiğim ve deliler gibi istediğim işi alamadım.
Hala yazar ya da editör, hiç olmadı çevirmen olabilmek için yanıp tutuşuyorum.
Nereden başlayabileceğim konusunda bir fikrim yok ancak belki sizlerin vardır. Bir iletişime geçin benimle.
( morningglorywine@hotmail.com )
Bok oldum.
8 Eylül 2013 Pazar
Evsizin karaladığı bar peçetesi 6
Basit başlamıştı aslında. Takılıyorduk orada burada. Kadınlarla tanışmaya çalışıyorduk. Daha önce bu işin kutsal kitabını okuyup denemiş olduğum için tanrıydım onların gözünde. Oynadım, tekrar tekrar... Biraz düştüm, kaldırdılar. Sıhhiye, diye bağırıyordum. Anında yardımıma geliyorlardı. Arkadaşlarımdı... Ama öyle koftiden "Bizim bi arkadaş" cinsi değil.
Sonra bir kadın çıkageldi geçmişten, bir kez yattık. Biz birlikte olurken aklımda sadece "Boşalamayacağım galiba." vardı. Kadınlarla vajinal birleşmenin dışında çok farklı şeyler denemiştim, geçmişte sevdiğim hatta doğru frekansta aşık olabileceğim kadın karşımdaydı. Ama o gece çok içmiştim, beceremiyordum. Giriyordum içine fakat içeri bir "iz" bırakamıyordum. O geceden aklımda kalan tek şey minik göğüsleri ve iri kalçalarıydı. Ha bir de, misyonerde içine girdiğimde "Bak, hissediyor musun?" diyerekten karnına dokunmamı sağlamıştı. Aslında 1.80'in üzerinde boyu vardı, benim karnına kadar ulaşıyor olmam benim değil; ailemin ya da genlerimin gurur kaynağıydı. Genler...
Gecenin sonunda boşalamadım bile. Çok içmiştim. Yuvarladığım anti depresanların etkisi de vardı. Yanına, anneannesinin yatağına uzandım. Heart Shaped Box'ı, alkol ve sigaranın sikerttiği boğazımdan çıkabildiği kadar söyledim, "Galiba sana aşık oluyorum." dedi.
Olmadı. Bir aya falan da kalmadı, salladı beni. Hoş, ironik kısım şuydu: "Senin yaşadıklarına ya da yaptıklarına ben uyum sağlayamam. Sen çok farklı kadınlarla yatmışsın." demişti bana ancak bana kapıyı göstermesinin sebebi de yaşam tarzıma evrilen hayatıydı.
"O gece bir şeyler yaşadık ama çok alkollüydüm."
Evet, hala alkollüsündür.
İlk şehidi orada verdim. Duygusal ve cinsel hayatımı bıraktım orada.
Bir süre sonra ikinci şehidi verdim. Okulum uzadı. Kalelerimin hepsi birer birer zaptediliyordu ve elimden gelen bir şey yoktu. Ardından bir iki iş görüşmesine gittim. Kimi pozitif baktı ve arayacağını söyledi, kimiyse "Ne işin var buralarda?" soslu "ağabey tavsiyesi"nde bulundu. Oradan da temiz bir gol yedim. O kadar temizdi ki, yan hakem ofsayt bayrağını kaldırmayı bırak, parmaklarını oynatmayı bile düşünmemişti. On beş dakika bile sürmemişti kimi görüşmeler...
İş, okul ya da onlara paralel olan "kariyer" kısmı o kadar çabuk sonlandı ki; ikinci paragrafı yazabiliyor olmam bile başlı başına bir mucize.
Skor sadece 2-0'ken bir gol daha duygusal cepheden, yani sol kanattan yedim. Hatta sol kanat değil; direkt sol açıktan. Bombeli, sağ iç ile vurulan bir şut... Ters kanatta oynayan oyuncuların son vuruşları her zaman iyidir. Temiz bırakmıştı. Hagi'nin şaşalı dönemlerinde vurduğu gibi, tertemiz, köşeye...
Üç olduktan sonra çıkarması da güçtü ama ben San Marino'ydum. Andorra'ydım. Asla bir Belçika, Romanya, Sırbistan olamayacaktım fakat üçüncü golden sonra, maçı çevirme ihtimalim de yoktu. Önce dizlerimin üzerine çöktüm yeşil çimlere... Ardından havaya baktım. Topu diktim, sinirle, Allah'ın olduğu yere.
Mal gibi baktım etrafıma. Hala bakıyorum, bir yerlerden bir şeyler çıkar diye. Birisi topu şişirir, pivot santrforum topu ya kafayla kaleye gönderir, ya da yalancı dokuz numaranın önüne bırakır ve golü bu sefer kendi ağlarımda değil; rakibin ağlarında görürüm diye bekliyorum. Eğ başını usul usul yürü... Gol olmaz belki, ama bırakmıyorsan, bir sebebi vardır.
Sonra bir kadın çıkageldi geçmişten, bir kez yattık. Biz birlikte olurken aklımda sadece "Boşalamayacağım galiba." vardı. Kadınlarla vajinal birleşmenin dışında çok farklı şeyler denemiştim, geçmişte sevdiğim hatta doğru frekansta aşık olabileceğim kadın karşımdaydı. Ama o gece çok içmiştim, beceremiyordum. Giriyordum içine fakat içeri bir "iz" bırakamıyordum. O geceden aklımda kalan tek şey minik göğüsleri ve iri kalçalarıydı. Ha bir de, misyonerde içine girdiğimde "Bak, hissediyor musun?" diyerekten karnına dokunmamı sağlamıştı. Aslında 1.80'in üzerinde boyu vardı, benim karnına kadar ulaşıyor olmam benim değil; ailemin ya da genlerimin gurur kaynağıydı. Genler...
Gecenin sonunda boşalamadım bile. Çok içmiştim. Yuvarladığım anti depresanların etkisi de vardı. Yanına, anneannesinin yatağına uzandım. Heart Shaped Box'ı, alkol ve sigaranın sikerttiği boğazımdan çıkabildiği kadar söyledim, "Galiba sana aşık oluyorum." dedi.
Olmadı. Bir aya falan da kalmadı, salladı beni. Hoş, ironik kısım şuydu: "Senin yaşadıklarına ya da yaptıklarına ben uyum sağlayamam. Sen çok farklı kadınlarla yatmışsın." demişti bana ancak bana kapıyı göstermesinin sebebi de yaşam tarzıma evrilen hayatıydı.
"O gece bir şeyler yaşadık ama çok alkollüydüm."
Evet, hala alkollüsündür.
İlk şehidi orada verdim. Duygusal ve cinsel hayatımı bıraktım orada.
Bir süre sonra ikinci şehidi verdim. Okulum uzadı. Kalelerimin hepsi birer birer zaptediliyordu ve elimden gelen bir şey yoktu. Ardından bir iki iş görüşmesine gittim. Kimi pozitif baktı ve arayacağını söyledi, kimiyse "Ne işin var buralarda?" soslu "ağabey tavsiyesi"nde bulundu. Oradan da temiz bir gol yedim. O kadar temizdi ki, yan hakem ofsayt bayrağını kaldırmayı bırak, parmaklarını oynatmayı bile düşünmemişti. On beş dakika bile sürmemişti kimi görüşmeler...
İş, okul ya da onlara paralel olan "kariyer" kısmı o kadar çabuk sonlandı ki; ikinci paragrafı yazabiliyor olmam bile başlı başına bir mucize.
Skor sadece 2-0'ken bir gol daha duygusal cepheden, yani sol kanattan yedim. Hatta sol kanat değil; direkt sol açıktan. Bombeli, sağ iç ile vurulan bir şut... Ters kanatta oynayan oyuncuların son vuruşları her zaman iyidir. Temiz bırakmıştı. Hagi'nin şaşalı dönemlerinde vurduğu gibi, tertemiz, köşeye...
Üç olduktan sonra çıkarması da güçtü ama ben San Marino'ydum. Andorra'ydım. Asla bir Belçika, Romanya, Sırbistan olamayacaktım fakat üçüncü golden sonra, maçı çevirme ihtimalim de yoktu. Önce dizlerimin üzerine çöktüm yeşil çimlere... Ardından havaya baktım. Topu diktim, sinirle, Allah'ın olduğu yere.
Mal gibi baktım etrafıma. Hala bakıyorum, bir yerlerden bir şeyler çıkar diye. Birisi topu şişirir, pivot santrforum topu ya kafayla kaleye gönderir, ya da yalancı dokuz numaranın önüne bırakır ve golü bu sefer kendi ağlarımda değil; rakibin ağlarında görürüm diye bekliyorum. Eğ başını usul usul yürü... Gol olmaz belki, ama bırakmıyorsan, bir sebebi vardır.
Evsizin karaladığı bar peçetesi 5
Aynı olayı farklı ağızlardan bin beş yüz kez dinlemekten nefret ederim. Dolayısıyla size de işkence etmemek için kısa bir özet geçen wingim Oscar'ın yazdığı yazı şuradadır.
http://zamparaninseyirdefteri.blogspot.com/2013/09/5-kacma.html
Şimdiye kadar yüzlerce kadınla tanıştım. Tabii ki küçük bir kısmıyla yatabildim ya da iletişim bilgisi paylaşabildim. Ancak bu ikili biraz farklıydı.
Gamze'nin güzel olduğu belliydi. Burnunun estetikli olduğunu ilk gördüğüm an fark etmiştim. Sanem ise Londra'da uzun bir süre yaşamıştı ancak orada yeterince eğlenememiş veya burada göreceği ilgiyi görememiş olacak ki; tanıştığımızda tam bir yarrak delisi gibi davranıyordu.
Sanem'e davranmıştım çünkü beşinci kez falan bu iş için dışarı çıkıyorduk ve çirkin kadın genellikle daha "kolay" kadını oynar. Evet, Sanem tam tahmin ettiğim gibiydi. Rahat görünmeye çalışan kadındı. Çeşitli oyunlar, "the more is the merrier" (ne kadar insan o kadar iyi felsefesi) anahtar kelimeleri ve içilen bir dolu içki...
Velhasıl, iki kadınla tanışan iki alfanın ortama nasıl barzolar gelirse gelsin, orayı terk etmemesi ve oyununu ortama kabullendirmesi gerekir. Biz böyle yapmadık. Aslına bakarsanız neden böyle yapmadığımız da çok belliydi benim açımdan.
Oscar ile muhabbet eden Gamze gayet başarılı bir kadındı ve kafa yapısı bize çok yakındı. Sanem ise doğumgünü gazıyla hareket ettiğinden, masayı hıyar tarlasına dönüştürmeye, etrafındaki ucu likörlü lolipop sayısıyla (bu noktada ben lolipoptan ziyade elma şekeri oluyordum) orantılı ilgiyi "içinde" hissetmek istiyordu.
Hey, dürüst olun. Barda tanıştığınız ve o bardan bambaşka bir yere götürebildiğiniz iki kadından biri; ortama beş sapın girmesine sebep oluyorsa, modunuz düşer. Çünkü onlara yetememişsinizdir.
Oscar'ı yanıma çekip "Seninle bir şey konuşabilir miyiz?" dedim ve sorduğum ilk soru; "Telefonun, cüzdanın, sigara ve çakmağın yanında mı?" oldu. "Evet." dedi.
"Şimdi beni iyi dinle. Ciddi bir şey konuşuyor gibi yapıp ileriye doğru yürüyeceğiz ve ilk sokaktan sağa yürüyerek döneceğiz; ardından topukluyoruz. Dünya da sikimde değil açıkçası. Zaten ortam kılıç savaşına dönmüş. Kendine içki ısmarlatıp kaçan orospuları oynuyoruz bugün." dedim. "Anlaşıldı." dedi ve çok kısa bir sürede Asmalımescit'ten Odakule'ye varmıştık.
Ertesi gün kadınlarla iletişime geçmeyi denedik. Sanem her ne kadar "Ne zaman görüşebiliriz?" temalı mesajlar atmaya devam etse de; Gamze bizi siklememeye kararlıydı. Herhangi bir mesajıma cevap alamıyordum, Oscar da alamıyordu.
Bir gece yine aynı boku yiyip yeni kadınlarla tanışmaya aynı mekana gittik. Karşılaştığımızda gülümseyip selamlaştık. Gamze hesabı kitlemiş olmamız üzerine laflar sokuyordu, ben de açıkçası "He, soktuk hesabı kaçtık." diyordum. Mekanda açılacak set olmadığından ötürü bastık gittik.
Bazen durum, düşündüğünüz ya da düşünebileceğinizden çok daha kötüdür. Bir sürü sokak, bir sürü bar gezdik ancak açılabilecek tek bir set dahi yoktu. Aynı yere geri döndüğümüzde Sanem bize selam verdi ilk. İngilizce bir iki kelime sıkıştırmak istersin araya, İngilizce bildiğini göstermek adına çünkü götünden kan çekilmiştir yıllarca... Fakat Sanem Tuncelili olmasıyla gurur duyan bir kadın olarak benimle küllüm İngilizce konuşuyordu.
-How should I call you? Because I have added you as "Neat Whiskey" to my contacts.
(Sana nasıl hitap etmeliyim? Çünkü rehberime seni Neat Whiskey olarak kaydetmiş(em)).
-Forget it. You can call me "daddy".
(Salla gitsin. Bana "babacığım" diyebilirsin.)
Bunu dediğim an, yanımızda bulunan iki iri yapılı atletik siyahi arkadaştan bir tanesi bana hafif bir omuz çakarak Sanem'in yanına geçti ve onun elini tuttu. Dayak yememize ramak kalmıştı adeta.
"Abi gidelim bak zencilere siktirecekler bizi." dedi Oscar. Haklıydı.
O gece daha ne tarz boklar yedik hatırlamıyorum açıkçası. Ancak ortak kanı belliydi: hesabı kitleyip kaçmış olmamız bu kadınlara koymuştu. Bir gece ansızın Gamze'yle konuşmaya başladım. "İyi yalnız bizi dövdürmediniz o gece." dedim.
Belli zamanlarda kontrolün karşınızdakinde olduğuna izin vermeniz gerekir. Bu sadece kadınlar ya da karşı cins ile alakalı bir durum değildir. Tek amacınız iplerin onun elinde olduğuna, onu inandırmaktır. Gamze'ye karşı bu yaklaşımı kullanmam, onun hoşuna gitmişti. (Bu yaklaşım, damsız girilemeyen mekanlarda badigardlara yapıldığında da işe yarar ayrıca.)
Ardından geçen beş on cümleden sonra, Gamze'yi sildim. Sanem'i de sildim. Çünkü maceralarımızı bir blogda topluyorduk ve birinden omuz yememe sebep olan kadın; uzun vadede o birinden başka şeyler yememe de sebebiyet olabilirdi.
Cümlelerinden bir tanesinde Gamze, bizi arkadan düzeceğini düşündüğümüz siyahi arkadaşların memleketlerine döneceğini söylediğinde; aslında oyun bitmişti. Gamze ve Sanem birer asosyaldi. Gece boyu dışarıda takılıp, yanlarına gelen -bizim gibi- saplardan bir iki tanesini seçiyor ve bu şekilde sosyalleşiyorlardı. O gün bana omzu çakıp Sanem'in elini tutan siyahi -veya sikerim siyahiyi, zenci işte amk- eleman da bu sosyalleşmenin meyvesiydi.
Keza Gamze, Sanem'in eski sevgilisinin arkadaşıydı ve tanışmaları bu şekilde olmuştu. Türkiye'deyiz. Emin olun, bu şekilde bir tanışma ve kaynaşma olduysa bunun sebebi pasif tarafın (Gamze) aktif tarafla (Sanem) vakit geçirdiğinde çok eğlendiğini düşünmesinden kaynaklanır.
Ben bu ikisini sildikten sonra çatır çatır anlattım. Biz bu şekilde yediğimiz boklar için bir blog oluşturduk, orada Oscar ile beraber yazıyoruz, dedim. Siz de amcaoğullarını kapıp gelirsiniz, ağzımıza yüzümüze sıçarsınız diye korkuyorum, bu yüzden sizi sildim, dedim. Dedim dedim de; blogun anasayfasının adresini vermeyi unutmadım.
Oscar yazdı işte, tepedeki yazıyı. Güzel de yazdı, güzel de ifade etti fakat sonuçta elimize geçen tombul taşşak oldu. İki apayrı kadının götünü kaldıran bir yazı yazdık; cumartesi üzerine sözleştik, kafasını aldık ve bu hikaye de burada bitti.
Zaten, sikeyim Sanem'i de Gamze'yi de... Size bir şey olmasın.
http://zamparaninseyirdefteri.blogspot.com/2013/09/5-kacma.html
Şimdiye kadar yüzlerce kadınla tanıştım. Tabii ki küçük bir kısmıyla yatabildim ya da iletişim bilgisi paylaşabildim. Ancak bu ikili biraz farklıydı.
Gamze'nin güzel olduğu belliydi. Burnunun estetikli olduğunu ilk gördüğüm an fark etmiştim. Sanem ise Londra'da uzun bir süre yaşamıştı ancak orada yeterince eğlenememiş veya burada göreceği ilgiyi görememiş olacak ki; tanıştığımızda tam bir yarrak delisi gibi davranıyordu.
Sanem'e davranmıştım çünkü beşinci kez falan bu iş için dışarı çıkıyorduk ve çirkin kadın genellikle daha "kolay" kadını oynar. Evet, Sanem tam tahmin ettiğim gibiydi. Rahat görünmeye çalışan kadındı. Çeşitli oyunlar, "the more is the merrier" (ne kadar insan o kadar iyi felsefesi) anahtar kelimeleri ve içilen bir dolu içki...
Velhasıl, iki kadınla tanışan iki alfanın ortama nasıl barzolar gelirse gelsin, orayı terk etmemesi ve oyununu ortama kabullendirmesi gerekir. Biz böyle yapmadık. Aslına bakarsanız neden böyle yapmadığımız da çok belliydi benim açımdan.
Oscar ile muhabbet eden Gamze gayet başarılı bir kadındı ve kafa yapısı bize çok yakındı. Sanem ise doğumgünü gazıyla hareket ettiğinden, masayı hıyar tarlasına dönüştürmeye, etrafındaki ucu likörlü lolipop sayısıyla (bu noktada ben lolipoptan ziyade elma şekeri oluyordum) orantılı ilgiyi "içinde" hissetmek istiyordu.
Hey, dürüst olun. Barda tanıştığınız ve o bardan bambaşka bir yere götürebildiğiniz iki kadından biri; ortama beş sapın girmesine sebep oluyorsa, modunuz düşer. Çünkü onlara yetememişsinizdir.
Oscar'ı yanıma çekip "Seninle bir şey konuşabilir miyiz?" dedim ve sorduğum ilk soru; "Telefonun, cüzdanın, sigara ve çakmağın yanında mı?" oldu. "Evet." dedi.
"Şimdi beni iyi dinle. Ciddi bir şey konuşuyor gibi yapıp ileriye doğru yürüyeceğiz ve ilk sokaktan sağa yürüyerek döneceğiz; ardından topukluyoruz. Dünya da sikimde değil açıkçası. Zaten ortam kılıç savaşına dönmüş. Kendine içki ısmarlatıp kaçan orospuları oynuyoruz bugün." dedim. "Anlaşıldı." dedi ve çok kısa bir sürede Asmalımescit'ten Odakule'ye varmıştık.
Ertesi gün kadınlarla iletişime geçmeyi denedik. Sanem her ne kadar "Ne zaman görüşebiliriz?" temalı mesajlar atmaya devam etse de; Gamze bizi siklememeye kararlıydı. Herhangi bir mesajıma cevap alamıyordum, Oscar da alamıyordu.
Bir gece yine aynı boku yiyip yeni kadınlarla tanışmaya aynı mekana gittik. Karşılaştığımızda gülümseyip selamlaştık. Gamze hesabı kitlemiş olmamız üzerine laflar sokuyordu, ben de açıkçası "He, soktuk hesabı kaçtık." diyordum. Mekanda açılacak set olmadığından ötürü bastık gittik.
Bazen durum, düşündüğünüz ya da düşünebileceğinizden çok daha kötüdür. Bir sürü sokak, bir sürü bar gezdik ancak açılabilecek tek bir set dahi yoktu. Aynı yere geri döndüğümüzde Sanem bize selam verdi ilk. İngilizce bir iki kelime sıkıştırmak istersin araya, İngilizce bildiğini göstermek adına çünkü götünden kan çekilmiştir yıllarca... Fakat Sanem Tuncelili olmasıyla gurur duyan bir kadın olarak benimle küllüm İngilizce konuşuyordu.
-How should I call you? Because I have added you as "Neat Whiskey" to my contacts.
(Sana nasıl hitap etmeliyim? Çünkü rehberime seni Neat Whiskey olarak kaydetmiş(em)).
-Forget it. You can call me "daddy".
(Salla gitsin. Bana "babacığım" diyebilirsin.)
Bunu dediğim an, yanımızda bulunan iki iri yapılı atletik siyahi arkadaştan bir tanesi bana hafif bir omuz çakarak Sanem'in yanına geçti ve onun elini tuttu. Dayak yememize ramak kalmıştı adeta.
"Abi gidelim bak zencilere siktirecekler bizi." dedi Oscar. Haklıydı.
O gece daha ne tarz boklar yedik hatırlamıyorum açıkçası. Ancak ortak kanı belliydi: hesabı kitleyip kaçmış olmamız bu kadınlara koymuştu. Bir gece ansızın Gamze'yle konuşmaya başladım. "İyi yalnız bizi dövdürmediniz o gece." dedim.
Belli zamanlarda kontrolün karşınızdakinde olduğuna izin vermeniz gerekir. Bu sadece kadınlar ya da karşı cins ile alakalı bir durum değildir. Tek amacınız iplerin onun elinde olduğuna, onu inandırmaktır. Gamze'ye karşı bu yaklaşımı kullanmam, onun hoşuna gitmişti. (Bu yaklaşım, damsız girilemeyen mekanlarda badigardlara yapıldığında da işe yarar ayrıca.)
Ardından geçen beş on cümleden sonra, Gamze'yi sildim. Sanem'i de sildim. Çünkü maceralarımızı bir blogda topluyorduk ve birinden omuz yememe sebep olan kadın; uzun vadede o birinden başka şeyler yememe de sebebiyet olabilirdi.
Cümlelerinden bir tanesinde Gamze, bizi arkadan düzeceğini düşündüğümüz siyahi arkadaşların memleketlerine döneceğini söylediğinde; aslında oyun bitmişti. Gamze ve Sanem birer asosyaldi. Gece boyu dışarıda takılıp, yanlarına gelen -bizim gibi- saplardan bir iki tanesini seçiyor ve bu şekilde sosyalleşiyorlardı. O gün bana omzu çakıp Sanem'in elini tutan siyahi -veya sikerim siyahiyi, zenci işte amk- eleman da bu sosyalleşmenin meyvesiydi.
Keza Gamze, Sanem'in eski sevgilisinin arkadaşıydı ve tanışmaları bu şekilde olmuştu. Türkiye'deyiz. Emin olun, bu şekilde bir tanışma ve kaynaşma olduysa bunun sebebi pasif tarafın (Gamze) aktif tarafla (Sanem) vakit geçirdiğinde çok eğlendiğini düşünmesinden kaynaklanır.
Ben bu ikisini sildikten sonra çatır çatır anlattım. Biz bu şekilde yediğimiz boklar için bir blog oluşturduk, orada Oscar ile beraber yazıyoruz, dedim. Siz de amcaoğullarını kapıp gelirsiniz, ağzımıza yüzümüze sıçarsınız diye korkuyorum, bu yüzden sizi sildim, dedim. Dedim dedim de; blogun anasayfasının adresini vermeyi unutmadım.
Oscar yazdı işte, tepedeki yazıyı. Güzel de yazdı, güzel de ifade etti fakat sonuçta elimize geçen tombul taşşak oldu. İki apayrı kadının götünü kaldıran bir yazı yazdık; cumartesi üzerine sözleştik, kafasını aldık ve bu hikaye de burada bitti.
Zaten, sikeyim Sanem'i de Gamze'yi de... Size bir şey olmasın.
Evsizin karaladığı bar peçetesi 4
Boktan zamanlarım tam gaz devam etmekte... Tek adrenalinim ya da tek eğlencem; Oscar ile çıktığımız pick up geceleri. Kadınlarla tanışmak, heyecanı hissetmek, numaralarını almak ve ortadan ne yazık ki kaybolmak zorunda kalmak... İş desen hala yok. Somut gelişmeler var ama işin kendisi yok. Okul 1.99 ile bitiremediğim bir okul... Ailem mezun olduğumu sanıyor. Dilara vardı bir ara, bu aralar çok sık yazardım, o da "O gece çok sarhoştum." kartını çekip setle kapattı etrafını. Surların arasında bıraktı kendini ve onu yıkacak bir mancınığım yoktu. Kendi kendime siktir çekip defoldum gittim hayatından. (Biliyorum, kadınlardan çok fazla bahsediyorum fakat bir o kadar da yalnızım. Dolayısıyla Dilara ile ilgili yazdıklarımı tek tek linklerle ilişkilendiremem. Ama fikir vermesi açısından "D" başlıklı yazıya bakabilirsiniz. Zaten ona karşı kendi kendime siktir çekmemin üzerinden neredeyse bir ay geçti veya benim için o kadar uzun geldi)
Bir Candan vardı. http://bosmideyeikidubleviski.blogspot.com/2013/08/evsizin-karaladg-bar-pecetesi-3.html Şu yazıda bahsetmişim kendisinden. Hoş, bahsettiğimi de hatırlamıyordum. Onun adının blogda geçtiğini bile bilmiyordum. Geçiyormuş... Yani dün bunu iddia etti, ben de inanmadım. Yazsam hatırlardım. Sağlam bir iz bırakmamış demek ki.
Dün gece... Kadıköy'de yine Oscar ile pick up mevzularına girmeye çıkmışız. İkili bir kadın grubu ve yakın bir kadın arkadaş tarafından ekilmiş olmanın bitikliği üzerimde. Yitik hissediyorum kendimi. Sinirlerim bozuk. Egom örselenmemiş, adeta paramparça edilmiş iki gelişmeyle. Oscar yanımda ama, bunu hissetmek güzel. Düşersem onun ayakta olacağını biliyorum, tahmin edebiliyorum. Rexx'in önünden geçiyoruz tam... Bir kadın gözlerimin içine bakıyor. Aynı bakışı bir seneden daha uzun süre önce Cevahir'in önünde görmüştüm, Bourbon'u gezdirirken. Eve gittiğimdeyse Facebook'umda bir adet "Sen köpek mi aldın?" mesajı vardı bir senedir görmediğim bir kadından gelen. Sıçıp batırdım o açılmaya çalışan muhabbeti. Sinirliydim hala. Hayal kırıklığım ve acıyan canım hala ön plandaydı. Tabii bir JENGA oyununun yıkılan parçalarından farksız egom da vardı işin ucunda. Sustuk yine, ta ki dün gece o iki gözü ben görene kadar.
Saçlarının rengi açılmıştı. Muhtemelen yine o lanet Bodrum'da tatile gitmişti. Emin olamadım, kim olduğundan. Hatırlayamadım resmen. Dedim ya, canımı yakmış ama o kadar izi kalmamış.
Telefonum çaldı. Bir Facebook mesajı... "Ben az önce seni gördüm." Evet, Rexx'in orada karşılaştık dedim. Tipini, ismini, göğüslerini, canımı nasıl yaktığını hatırlayabilmiştim ancak nereden tanıştığımızı hatırlayamamıştım. Woodstock'a oturduk Oscar'la. Onu da çağırdım. Telefonunu verdi. Whatsapp'tan yol tarifini gönderdim.
Her ne kadar standart bir womanizer gibi tavrımı korumaya çalışsam da, beceremedim. Womanizer olamayacaktım. Bir maske lazımdı... O da "Ağzıma sıçtın sen yeterince, şimdi sıra bende." idi. Yüklendim, durmadan. Mutsuz, sıradan bir adamdım ve alınacak ufak bir intikamım vardı.
-Sen neler yapıyorsun?
-Bir bankada çalışıyorum.
-Oof, sıkıcı.
-Pazartesi alsam ben seni olmaz mı? Haftasonları işim oluyor da. (Bunu derken elimi gevşek bir yumruk haline getirip kimi için sakso kimi için 31 anlamına gelen hareketi yaptım.)
-Üzgünüm. Doluyum. Pazartesi erkek arkadaşımla olacağım.
(Attığı en güzel gol buydu.)
-Aaa oyuncaklarınız mı var?
-Yok bende gerçeği var.
(Gol sevinci)
-Nereden buraya geldin?
-Caddebostan sahildeydik. Hatta bak çantamda top var. (Bir voleybol topu var o eşşek kadar plaj çantasının içinde)
-Off kıro, gitmiş bir de kırtasiyeden top almış.
Bunun gibi, kimi zaman Oscar ile yaptığımız bir sürü aşağılama. Biliyorum, maçı kazanmaya gelmişti. Onu Facebook'tan silmemin intikamını almaya gelmişti ki oturduğu mekanda birasını söyleyip bir kenara bırakmıştı, söylediğine göre. Maçın kaderini belirleyecek ya da benim "babayı almamı" sağlayacak hareket ise yan masada oturan iki 30+ kadından geldi. Set açtılar, diyalog kurmaya çalıştılar...
Başlangıçta Oscar'ı serbest on numara pozisyonunda oynatmayı düşündüm. Candan'a biraz daha yüklenecektim ama sevgilisi vardı. Yüklenemedim. Sonra canım sıkıldı, dönüp yan masadaki kadınlarla konuşmaya başladım. Yüzü biraz ekşidi. Hoş, onun ekşiyen tek tarafı yüzüydü. Benimse zaten anal yoldan bir dildoyla vazelinlenip defalarca düzülmüş olan özgüvenim; zaten tatmaya çalışsam ekşi bir lezzet verirdi. Limedan bile daha ekşi...
Yan masayla olimpiyatlardan, karşıdaki midyeciden, garsonlardan konuşurken biz; o toplanıyordu. Ben gidiyorum, dedi. Tamam, dedim. Önce hesabımı ödeyeceğim, dedi. Ödeme, bir daha görüşmemize bahane olur, dedim. Dinlemedi. Gitti hesabı ödedi.
Aslına bakarsanız, ağzıma sıçmış olsa da mutluydum. Oscar'a "Memnun oldum." dedi. Ben de elini sıkmaya çalışırken oturduğum yerden, kalkmayacak mısın, dedi. Suratına değil de, vücuduna baktım. Bir mini şort ve beli açık salaş bir t shirt giymişti.
-Belin açık, tabii ki ayağa kalkarım.
Belinden hafifçe tuttum yanaklarından öpüp yolcu ederken. Belindeki elim tshirtün boşluğundan içeri girdi. Yerime otururken "En azından sırtını elledim eheh." dedim.
Onun gidişi, benim oturmamın ardından otuz saniye bile geçmeden yan masadaki kadın bana bakıp "Babayı aldın değil mi?" dedi, "Evet." dedim. Muhabbet ettik, telefonlar alındı, bastık gittik.
Düşmeyi bırak, çakılmıştım yere. Vücudunu aklımdan çıkaramadım. Kendisini de... Thales'e geçip bir şişe kokteyl söyleyip iki kafadar içtik. Bağırıyordum...
"Tüm gidenlere, reddedenlere, alayının şerefine."
Bir Candan vardı. http://bosmideyeikidubleviski.blogspot.com/2013/08/evsizin-karaladg-bar-pecetesi-3.html Şu yazıda bahsetmişim kendisinden. Hoş, bahsettiğimi de hatırlamıyordum. Onun adının blogda geçtiğini bile bilmiyordum. Geçiyormuş... Yani dün bunu iddia etti, ben de inanmadım. Yazsam hatırlardım. Sağlam bir iz bırakmamış demek ki.
Dün gece... Kadıköy'de yine Oscar ile pick up mevzularına girmeye çıkmışız. İkili bir kadın grubu ve yakın bir kadın arkadaş tarafından ekilmiş olmanın bitikliği üzerimde. Yitik hissediyorum kendimi. Sinirlerim bozuk. Egom örselenmemiş, adeta paramparça edilmiş iki gelişmeyle. Oscar yanımda ama, bunu hissetmek güzel. Düşersem onun ayakta olacağını biliyorum, tahmin edebiliyorum. Rexx'in önünden geçiyoruz tam... Bir kadın gözlerimin içine bakıyor. Aynı bakışı bir seneden daha uzun süre önce Cevahir'in önünde görmüştüm, Bourbon'u gezdirirken. Eve gittiğimdeyse Facebook'umda bir adet "Sen köpek mi aldın?" mesajı vardı bir senedir görmediğim bir kadından gelen. Sıçıp batırdım o açılmaya çalışan muhabbeti. Sinirliydim hala. Hayal kırıklığım ve acıyan canım hala ön plandaydı. Tabii bir JENGA oyununun yıkılan parçalarından farksız egom da vardı işin ucunda. Sustuk yine, ta ki dün gece o iki gözü ben görene kadar.
Saçlarının rengi açılmıştı. Muhtemelen yine o lanet Bodrum'da tatile gitmişti. Emin olamadım, kim olduğundan. Hatırlayamadım resmen. Dedim ya, canımı yakmış ama o kadar izi kalmamış.
Telefonum çaldı. Bir Facebook mesajı... "Ben az önce seni gördüm." Evet, Rexx'in orada karşılaştık dedim. Tipini, ismini, göğüslerini, canımı nasıl yaktığını hatırlayabilmiştim ancak nereden tanıştığımızı hatırlayamamıştım. Woodstock'a oturduk Oscar'la. Onu da çağırdım. Telefonunu verdi. Whatsapp'tan yol tarifini gönderdim.
Her ne kadar standart bir womanizer gibi tavrımı korumaya çalışsam da, beceremedim. Womanizer olamayacaktım. Bir maske lazımdı... O da "Ağzıma sıçtın sen yeterince, şimdi sıra bende." idi. Yüklendim, durmadan. Mutsuz, sıradan bir adamdım ve alınacak ufak bir intikamım vardı.
-Sen neler yapıyorsun?
-Bir bankada çalışıyorum.
-Oof, sıkıcı.
-Pazartesi alsam ben seni olmaz mı? Haftasonları işim oluyor da. (Bunu derken elimi gevşek bir yumruk haline getirip kimi için sakso kimi için 31 anlamına gelen hareketi yaptım.)
-Üzgünüm. Doluyum. Pazartesi erkek arkadaşımla olacağım.
(Attığı en güzel gol buydu.)
-Aaa oyuncaklarınız mı var?
-Yok bende gerçeği var.
(Gol sevinci)
-Nereden buraya geldin?
-Caddebostan sahildeydik. Hatta bak çantamda top var. (Bir voleybol topu var o eşşek kadar plaj çantasının içinde)
-Off kıro, gitmiş bir de kırtasiyeden top almış.
Bunun gibi, kimi zaman Oscar ile yaptığımız bir sürü aşağılama. Biliyorum, maçı kazanmaya gelmişti. Onu Facebook'tan silmemin intikamını almaya gelmişti ki oturduğu mekanda birasını söyleyip bir kenara bırakmıştı, söylediğine göre. Maçın kaderini belirleyecek ya da benim "babayı almamı" sağlayacak hareket ise yan masada oturan iki 30+ kadından geldi. Set açtılar, diyalog kurmaya çalıştılar...
Başlangıçta Oscar'ı serbest on numara pozisyonunda oynatmayı düşündüm. Candan'a biraz daha yüklenecektim ama sevgilisi vardı. Yüklenemedim. Sonra canım sıkıldı, dönüp yan masadaki kadınlarla konuşmaya başladım. Yüzü biraz ekşidi. Hoş, onun ekşiyen tek tarafı yüzüydü. Benimse zaten anal yoldan bir dildoyla vazelinlenip defalarca düzülmüş olan özgüvenim; zaten tatmaya çalışsam ekşi bir lezzet verirdi. Limedan bile daha ekşi...
Yan masayla olimpiyatlardan, karşıdaki midyeciden, garsonlardan konuşurken biz; o toplanıyordu. Ben gidiyorum, dedi. Tamam, dedim. Önce hesabımı ödeyeceğim, dedi. Ödeme, bir daha görüşmemize bahane olur, dedim. Dinlemedi. Gitti hesabı ödedi.
Aslına bakarsanız, ağzıma sıçmış olsa da mutluydum. Oscar'a "Memnun oldum." dedi. Ben de elini sıkmaya çalışırken oturduğum yerden, kalkmayacak mısın, dedi. Suratına değil de, vücuduna baktım. Bir mini şort ve beli açık salaş bir t shirt giymişti.
-Belin açık, tabii ki ayağa kalkarım.
Belinden hafifçe tuttum yanaklarından öpüp yolcu ederken. Belindeki elim tshirtün boşluğundan içeri girdi. Yerime otururken "En azından sırtını elledim eheh." dedim.
Onun gidişi, benim oturmamın ardından otuz saniye bile geçmeden yan masadaki kadın bana bakıp "Babayı aldın değil mi?" dedi, "Evet." dedim. Muhabbet ettik, telefonlar alındı, bastık gittik.
Düşmeyi bırak, çakılmıştım yere. Vücudunu aklımdan çıkaramadım. Kendisini de... Thales'e geçip bir şişe kokteyl söyleyip iki kafadar içtik. Bağırıyordum...
"Tüm gidenlere, reddedenlere, alayının şerefine."
3 Eylül 2013 Salı
Duyuru
Oscar ile yeni bir mevzuya başladık. Adı belli: PUA ya da Pick Up Artist. (merak edenler Google'layabilirler fakat kısa yoldan anlatmak gerekirse, bunun adı barda kadınlarla tanışma sanatı ya da sanatçılığı)
Linke şuradan ulaşıp takibe alabilirsiniz. İki kişi yazıyoruz yaşadıklarımızı.
http://zamparaninseyirdefteri.blogspot.com/
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)