Basit başlamıştı aslında. Takılıyorduk orada burada. Kadınlarla tanışmaya çalışıyorduk. Daha önce bu işin kutsal kitabını okuyup denemiş olduğum için tanrıydım onların gözünde. Oynadım, tekrar tekrar... Biraz düştüm, kaldırdılar. Sıhhiye, diye bağırıyordum. Anında yardımıma geliyorlardı. Arkadaşlarımdı... Ama öyle koftiden "Bizim bi arkadaş" cinsi değil.
Sonra bir kadın çıkageldi geçmişten, bir kez yattık. Biz birlikte olurken aklımda sadece "Boşalamayacağım galiba." vardı. Kadınlarla vajinal birleşmenin dışında çok farklı şeyler denemiştim, geçmişte sevdiğim hatta doğru frekansta aşık olabileceğim kadın karşımdaydı. Ama o gece çok içmiştim, beceremiyordum. Giriyordum içine fakat içeri bir "iz" bırakamıyordum. O geceden aklımda kalan tek şey minik göğüsleri ve iri kalçalarıydı. Ha bir de, misyonerde içine girdiğimde "Bak, hissediyor musun?" diyerekten karnına dokunmamı sağlamıştı. Aslında 1.80'in üzerinde boyu vardı, benim karnına kadar ulaşıyor olmam benim değil; ailemin ya da genlerimin gurur kaynağıydı. Genler...
Gecenin sonunda boşalamadım bile. Çok içmiştim. Yuvarladığım anti depresanların etkisi de vardı. Yanına, anneannesinin yatağına uzandım. Heart Shaped Box'ı, alkol ve sigaranın sikerttiği boğazımdan çıkabildiği kadar söyledim, "Galiba sana aşık oluyorum." dedi.
Olmadı. Bir aya falan da kalmadı, salladı beni. Hoş, ironik kısım şuydu: "Senin yaşadıklarına ya da yaptıklarına ben uyum sağlayamam. Sen çok farklı kadınlarla yatmışsın." demişti bana ancak bana kapıyı göstermesinin sebebi de yaşam tarzıma evrilen hayatıydı.
"O gece bir şeyler yaşadık ama çok alkollüydüm."
Evet, hala alkollüsündür.
İlk şehidi orada verdim. Duygusal ve cinsel hayatımı bıraktım orada.
Bir süre sonra ikinci şehidi verdim. Okulum uzadı. Kalelerimin hepsi birer birer zaptediliyordu ve elimden gelen bir şey yoktu. Ardından bir iki iş görüşmesine gittim. Kimi pozitif baktı ve arayacağını söyledi, kimiyse "Ne işin var buralarda?" soslu "ağabey tavsiyesi"nde bulundu. Oradan da temiz bir gol yedim. O kadar temizdi ki, yan hakem ofsayt bayrağını kaldırmayı bırak, parmaklarını oynatmayı bile düşünmemişti. On beş dakika bile sürmemişti kimi görüşmeler...
İş, okul ya da onlara paralel olan "kariyer" kısmı o kadar çabuk sonlandı ki; ikinci paragrafı yazabiliyor olmam bile başlı başına bir mucize.
Skor sadece 2-0'ken bir gol daha duygusal cepheden, yani sol kanattan yedim. Hatta sol kanat değil; direkt sol açıktan. Bombeli, sağ iç ile vurulan bir şut... Ters kanatta oynayan oyuncuların son vuruşları her zaman iyidir. Temiz bırakmıştı. Hagi'nin şaşalı dönemlerinde vurduğu gibi, tertemiz, köşeye...
Üç olduktan sonra çıkarması da güçtü ama ben San Marino'ydum. Andorra'ydım. Asla bir Belçika, Romanya, Sırbistan olamayacaktım fakat üçüncü golden sonra, maçı çevirme ihtimalim de yoktu. Önce dizlerimin üzerine çöktüm yeşil çimlere... Ardından havaya baktım. Topu diktim, sinirle, Allah'ın olduğu yere.
Mal gibi baktım etrafıma. Hala bakıyorum, bir yerlerden bir şeyler çıkar diye. Birisi topu şişirir, pivot santrforum topu ya kafayla kaleye gönderir, ya da yalancı dokuz numaranın önüne bırakır ve golü bu sefer kendi ağlarımda değil; rakibin ağlarında görürüm diye bekliyorum. Eğ başını usul usul yürü... Gol olmaz belki, ama bırakmıyorsan, bir sebebi vardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder