Google+ boş mideye iki duble viski: Haziran 2009

25 Haziran 2009 Perşembe

Çakma Bukowski Öyküsü FİNAL

Adamlardan, zayıf, gür bıyıklı, sırtında atlet, kafasına t-shirt bağlamış olanı seslendi;
-Öğrenci misin?
-Evet usta.
Bunu söylerken kesik sorular ve kısa cevaplar sürecinin başladığını bilmiyordu.
-Hangi okulda?
-İstanbul Teknik Üniversitesi.
-Hangi bölümde okuyon?
-İnşaat mühendisliği.
-Kaçıncı sınıf?
-3 bitti işte usta.
-4. sınıfsın yani?
Ağzını açmaya yeltenirken orta yaşlı, göbekli ve bir dal uzun Marlboro'yu kulakarkası yapmış olan;
-Tabii ki 4 olacak lan salak. 3'ten sonra 4 gelir çünkü.

"Allahım ben nasıl bir işe giriştim? Zeka yaşı 6'yı geçmeyen adamlarla başbaşayım. Sigaraları da bitti ama pezevenkler iş yapmamak için muhabbete sarmaya çalışıyorlar. Aklımı sikeyim aklımı..." diye homurdandı içten içe.

-Prof olmak için ne yapmak gerekiyor? dedi yaşlıca olan, kamyonlar karlı.
-Bilmem ki usta. Bir dolu prosedürü vardır. Yavaştan başlasak olur mu?
-Abdullah! Hadi kalkın çocuğun işi gücü vardır.

Adamlar, eşyaları Halil'in yönlendirmeleriyle yerleştirmeye başladılar. Taşınma işlemi bitmek üzereydi ancak Melis hala dönmemişti. Bu herifler sonuçta para da isteyecekti ama Melis yoktu, cebinde para da yoktu, hatta parlak basketbol şortunda cep de yoktu... Anahtarını kapıp çıkmıştı evden...
-Bak hele yiğenim!
Kamyonlar kralının sesiydi bu...
-Buyur usta.
-3 5 parça bir şey kaldı. Ödemeyi sen mi yapacan?
-Yok usta. Sizinle birlikte gelen kız yapacak. Zaten ben bir üst katta oturuyorum.
-Ee, biz şimdi karıyı mı bekleyeceğiz? Gür bıyıklıdan çıkmıştı bu soru.

Bir an her şeyi unutup, bu adamlarla ne kadar çok ortak noktası olabileceğini düşündü... Sonuçta "Karı olsun, çamurdan olsun, sikmeyen ibne olsun" felsefesiyle hareket eden homosapienslerdi bunlar. Kendisinin de pek farklı olduğu söylenemezdi. Öte yandan "karı" diyorlardı kendi aralarında konuşurken bir karşı cins mevzubahis olduğunda. Düşünse daha ne ortak yönler çıkacaktı kim bilir...

-Birazdan gelir usta. Durun ben size su getireyim, yorulmuşsunuzdur.

Bir koşu eve çıktı. Göt cebinde ezilmiş Winston softunu ve yakınca üstündeki kadın figürünün bikinisinin ortadan kaybolduğu pezevenk çakmağını almayı da unutmadı 5 litrelik şaşalla plastik bardak indirirken aşağıya...

Sessizlik, plastik bardağın doldurulurken çıkardığı blop blop sesiyle yarılıyordu ara ara. Onun dışında ter kokusu, asık suratlar ve sararmış dişler apartmanın girişinde tam bir feng-shui oluşturuyordu.

Melis ufukta göründü. Bir bardağı, daha doğrusu bir şat bardağını anca doldurabilecek göpüsleri yüksek bir frekansta zıplıyordu koşar adım yürürken. Şoföre yaklaştı;
-Beyefendi buyrun paranız. Kusura bakmayın geciktim.
-Biştik burada bacım ba. dedi şoför ve toplanıp yola koyuldu "Satılmışoğlu Nakliyat" kamyonu...

-Ya, Halil... Gerçekten çok özür dilerim bir türlü düşüremedim Mısır'a. Nedenini de bilmiyorum. Gerçekten çok özür dilerim.
-Önemli değil. Halledebildin mi bari sonunda?
-Evet evet hallettim.
-Neyse geçmiş olsun. İstersen bakalım eve, yerini değiştirmek istediğin ağır eşyalar olursa birlikte çekeriz.

Böyle bir teklif yapabildiği için kendine şaşıyordu. "Keşke kolsuz bir şeyler giyseydim. Kol kaslarım, terli vücut... Hoop seks olurdu. Aksilik..." diye düşünürken Melis:

-Ama çok yordum seni.
-Yok yok önemli değil. Sadece adamların başında durdum, dedi ve gülümsedi.

Birlikte yukarı çıktılar. Melis önden giderken, Halil de Melis'in çatalına bakmayı ihmal etmedi tabii.
-Aaa, tam istediğim gibi. Salon konusunda da zevklerimiz yaklaşık olarak aynı hihi. Çok teşekkür ederim.
-Lafı bile olmaz. Ev arkadaşının odasına eşyaları yığdık. Sorun olur mu?
-Yok zaten o evine gitti. 1 ay kadar yok.
-Peki. Ben artık gideyim öyleyse...
-Ya, otur biraz. Sonuçta o kadar başında durdun adamların, oyaladın onları. Hem hiç bir şey yok gibi görünebilir ama iki üç ithal biram var eski evden. İçelim beraber.
-Olur.
İyice coşmaya başladı. Şimdi olmasa bile ileride kesin bir şey olacaktı, buna emindi.
-Ama önce ben bir tuvalete gideyim, ok?
-Tamam ben de kolilerden bulayım biraları.

Vücudundaki boşaltım sistemi, aç karnına içtiği sigarayla hızlı bir biçimde çalışmaya başlamıştı. Ancak sıçmaya fırsat bulamamıştı bir türlü ve bırakmayı planladığı kütle, baş göstermişti. Hemen tuvaletine girdi yeni taşınılmış evin. Oturdu ve kendisini bekleyen sürprizden habersiz, bırakıverdi. Daha sonra gözleri, kıçının kıllarına asılmış komando bokları silebileceği bir rulo tuvalet kağıdı aradı. İşte o an dank etti kafasına. "Aşkın gözü kördür, yeni taşınılan evde tuvalet kağıdı mı olur amuğa goyim" dedi. Terlemeye başladı... Ne anlama geldiğini bilmeden "Ya hevro ya mevro" diyip çekiverdi don ve basketbol şortundan oluşan kombinasyonu. Sifona asıldı. Tık yoktu su vanası açılmamış olduğu için. Dolayısıyla şimdi ciddi anlamda bir problem vardı.

Beş dakika kadar "Melis'e seslenmeden bu sorunu nasıl çözebilirim" diye düşünüp bir beş dakika kadar da Melis'e tuvaletten durumu nasıl anlatabileceğini düşündü. Cesaret edemiyordu. Melis'in evine kendini davet ettirebilmişti kızın, ama bu kokunun yanına bile yaklaşmaması lazımdı Melis'in. Zaman tik tak ilerlerken gözlerini kapattı. Derin bir nefes aldı ve elini klozetin içine soktu. Kütleyi ileri itecek veya parçalayacak, çıkınca da elini donuna silecek ve muhabbetin ortasında "depoda bir miktar su kalmış ama suyu açayım ben vanadan yine de" diyecek, vanayı açtıktan sonra tuvalete "çok terledim elimi yüzümü yıkayayım" bahanesiyle tekrar girip sorunu kökten çözmeyi planlıyordu. Melis'se içeriden ses gelmemesine iyice meraklanmaya başlamıştı. Tuvaletin kapısına geldi...
-Halil, iyi misin? Bayağıdır içeridesin de... diyip kapıyı tıklattı lakin kapı tam kapanmamıştı ve birazcık esinti amaçlanarak açılmıştı evin tüm camları. Bunun sonucunda da kapı tek bir tıkla aralandı... Halil'in klozetin içindeki kolunu, şaşkın ve eblek bir ifadeyle kendisine bakan sivilceli yüzünü görünce afalladı Melis. Halil'se utancından yerin dibine girdi. Açıklama yapabileceği bir durum da yoktu ortada. Kolunu klozetten çıkardı ve kahverengi sıvı taneciklerini kolundan sıçrata sıçrata koşarak evden ayrıldı.

O günden sonra da Halil'i gören olmadı.


-SON-

24 Haziran 2009 Çarşamba

Çakma Bukowski Öyküsü Pt. 4

Onun yolunu gözler olmaya başlamıştı. Ne zaman taşınacaktı? Ne zaman o yüzü bir daha görebilecekti, yaklaşık 8 saattir bunu düşünüyordu... Balkonda sigarayı Türk gibi dibine kadar içip içeri geçti.

Tabanına kuruttuğu ve yuvarlak yaptığı sümük parçalarını yapıştırdığı yatağından ani bir biçimde uyandı dışarıdan gelen sesler sebebiyle. Odasının, eve yerleştiğinden beri bir kez bile silinmemiş camından aşağı baktı. Ufak ama -Hint usulü- bir sürü eşyanın üstüste konulup iple sabitlendiği kamyon yolu tıkamıştı. Kamyonun etrafına bakarken onu gördü.

"Ulan şimdi ben aşağı insem, bu adamların başında dursam, kızın işlerini hafifletsem, kız kesin daha sonra verir bana. Evet kesin verir. Yardım ediyoruz sonuçta." diye düşündü.

Yüzünü yıkadı, dişlerini fırçaladı. Rahat bir erkek imajı oluşturabilmek için lise basketbol yıllarından kalma dizaltı şortu ve parmakarası terliklerini giyip, iniverdi aşağıya.

-Günaydın, dedi Melis.
Kalbi hızlı hızlı atmaya başladı Melis'i görünce.
-Günaydın. Yardımcı olmamı ister misin? Yani yapılacak bir şey var mı? En azından adamların başında durup eşyaları istediğin şekilde yerleştirmeleri konusunda onları yönlendirebilirim.

Kendisi bile inanamadı bu kadar akıcı ve düzgün bir cümle kurabildiğine.

-Yahu çok iyi olur aslında. Annemi aramam lazım çünkü. Yukarı çıkalım göstereyim ben sana kendi odamın düzenini. Ondan sonrasında istediğin gibi dekore et evi, nasılsa daha sonra sürükleyerek biz eşyaların yerlerini değiştiririz.
-Tamamdır.

Melis 15 dakika kadar direktifleri ve brifingi verdi.
-Burada nerede kontörlü telefon var biliyor musun? Yurtdışını arayacağım da...
-Az ileride bakkal var oradan arayabilirsin.

"Ooo, ailesi yurtdışında yaşıyor veya yurtdışına seyahat ediyor, kesin verir bu." diyordu beyninin hayvanlık ve osbir komutlarını veren kısmı... Arabesk yanı ise kalbinin, "Ayrı dünyaların insanıyız." diyor ve iç çekiyordu.

-Peki. Birazdan dönerim ben.

Adamların yanına gitti.
-Ağabey başlayalım mı artık taşımaya?
-Olur yiğenim. Sigaralarımız bitsin hele, başlarız.

Sigaralara baktı. Yeni yakılmıştı Samsun'lar...

NOT: Yakın zamanda final bölümüyle birlikteyiz. İki bölüm birlikte yayınlanacak finalde... Lost hesabı yani. Ama merak etmeyin. Bir sezonluk yazı dizisi bu. Kafanızdaki tüm sorulara -böyle iğrenç bir öyküde de aklına soru takılan varsa bana ulaşsın, gerekli muameleyi yapayım- cevap bulacaksınız...

23 Haziran 2009 Salı

Çakma Bukowski Öyküsü Pt. 3

Arkasını döndü.

-Merhaba, ev arkadaşımla bu apartmana taşınmayı düşünüyoruz da, burası nasıl bir yerdir acaba? Güvenli midir? Mahalle baskısı falan hani...

İlk kez böyle bir soruyla karşılaşıyordu. Yurttan ayrıldığından beri burada kalmasına rağmen, sosyal çevresi ve gece hayatı olmadığı için; muhiti hiç geçerken gözlemlemiyordu. Okul dönüşlerinde de bir an önce eve gitmeyi düşünüyordu hep, etrafına bakmadan, elinde sigarası... Hatta hanesinde yaşayanlar dışında şimdiye kadar konuştuğu kişiler bakkal, "çöp var mı yiğenim?" diye soran kapıcı, kapıcının karısı, bir de meşhur Hilmi Bey'den ibaretti. Lakin hormonları pompolanmaya, şahin marka boxer'ının içindeki de terlemeye başlamıştı ve cevap vermesi gerektiğinin farkındaydı...

-Imm, şey... Yani... Ne bileyim? Ben 3 senedir burada yaşıyorum ve hiç bir sıkıntım olmadı.
-Teşekkür ederim. Yakında büyük ihtimalle komşu olacağız öyleyse... Ben Melis.
-Iı, evet ben de Halil. Memnun oldum.
-Kendine iyi bak Halil, yakında görüşürüz.

Çıldırıyordu adeta. İçi kıpır kıpırdı. Sigarasını söndürdü. Artık hiç bir şeyin eskisi gibi olmayacağını düşünerek otobüse bindi. Melis'in çıtı pıtı vücudunu, gülümseyen yüzünü, minik ellerini ve zamazingosunun o ellerin arasında ne kadar büyük görüneceğini düşündü yol boyunca.

Medeni bir biçimde ilk kez bir kadınla tanışmıştı ve egosu bu yüzden tavan yapmıştı.

"Neyse evdekilere anlatmayayım da onlar yazmasın karıya" diye düşündü otobüsten inerken.

NOT: Kafama estikçe devam edeceğim hikayeye. Hikaye kimseye karşı bir saldırı içermemekle beraber, karakterler tamamiyle hayal ürünüdür. Hadi sağlıcakla kalın.

18 Haziran 2009 Perşembe

Çakma Bukowski Öyküsü Pt. 2

Karşı komşusu Hilmi Bey kapıdaydı. Hilmi Bey'in asık bir suratla kapıda olmasına alışıktı, zira dişi sineğin bile evinin civarında gezinmediği post-final [böyle kullanınca da güzel oluyormuş lan bu "post" kelimesi] döneminde günler süren batak partilerinin okey partilerinin ertesi günü Hilme Bey hep kapıda olurdu.

Ancak bu sefer durum farklıydı. Hilmi Bey, kapıcının karısı Hacer'in bir ineği andıran göğüslerini basmalı fistan üzerinden avuçlamaya çalışıyor, Hacer de kalkan tarağı indiren ses tonuyla "yapma kurbanın olayım Hilmi Bey" diyerek Hilmi'nin eşi öldüğünden beri çektiği osbirlerin hıncını çıkarmasına engel olmaya çalışıyordu.

Ne yapacağını şaşırmıştı koridorda karşılaşan üç apartman sakini... En atik davranan Hacer içi bok rengi suyla dolu kovayı kaptığı gibi merdivenlerden kaçıverdi, Hilmi Bey ise kızarmış sıfatsız ve benekli suratıyla içeri girip kapıyı kilitledi.

O ise merdivenleri ağır ağır inmeye başladı. Kafası karışmıştı. Hayatında ilk kez dijital olmayan bir ortamda, kanlı canlı bir biçimde sekse yakınsayan bir duruma şahit olmuştu. Çünkü ona göre öpüşmenin akabinde seks olmuyordu. En azından evde tombul şişeleri hafifletip "belki bugün karı kaldırırım" diye düşünerek haftada bir kez uğradığı ve başarısız olduğu, 15-20 yaş aralığındaki gençlere hitap eden kafede millet manitasıyla öpüşüyor, ama sonuç hiç bir zaman malabadi köprüsüyle bitmiyordu. Ayrıca izlediği pornolarda ön sevişme kısmını atladığı için, bu konuda haksız sayılamayacak bir abazaydı o...

Apartmandan çıktı. Omzunda bir el, arkasında bir kadın kokusu hissetti. Hormonları tavan yaparak geriye baktı ki.....

NOT: Kafama estikçe devam edeceğim hikayeye. Hikaye kimseye karşı bir saldırı içermemekle beraber, karakterler tamamiyle hayal ürünüdür. Hadi sağlıcakla kalın.

17 Haziran 2009 Çarşamba

Çakma Bukowski Öyküsü Pt. 1

Uyandı...

Attırdığı kağıt peçetelere, üstüste dizdiği kağıt havlulara baktı. Düşündü. Ne kadar zamandır eline kadın eli değmediğini düşündü. Rüyasında Jesse Jane'i gördüğü için düşünmeye başlamıştı eline kaç senedir kadın eli değmediğini.

Lisede "onu sevsem, bunu sevsem, şunu sevsem" muhabbetlerinin ötesinde bir de banyo fasıllarında aklına gelen "onu s.ksem buna kaysam" düşünceleriyle akıp giderken hayatı, gidişata dur demek için bir amguard'dan daha fazlası olmayan ve asla olamayacak Nebahat'le çıkmıştı... Sırf bahar geldiği için... Hormonlarını ve güdülerini halı saha maçlarında, ekran başında elinde malafat terleme seanslarında baskılayamadığı için, arkadaşlarının adeta bir McDonalds logosunu andıran kaşlarıyla dalga geçtiği Nebahat'i uygun görmüştü kendine. Sadece iki hafta sürdü ve bu aynı zamanda kaşlı insan Nebahat'in de ilk tecrübesi olduğu için bırak kaş konusunda aşmış bir insan olan "çıktığı kişinin" elini tutmayı, okul dışında buluşamamışlardı Nebahat'in haftasonu öğrencileri at gibi koşturmayı seven dershanesi sebebiyle.

Dolayısıyla yeni uyanan her insan gibi ağır işleyen kafası, bulunduğumuz yıl olan 2009'dan doğum tarihi olan 1985'i çıkardı ve 24 yıldır eline kadın eli değmediğini farketti. Anahtarını, göt cebinde lime lime olmuş öğrenci sigarası Winston paketini, telefonunu, cüzdanını, ha bir de Dinamik notlarını alıp çıktı evden.

Evinden memnundu. İstediği kadar asılabiliyor, istediği kadar içebiliyor, istediği kadar ders çalışabiliyordu. Evet ders çalışmak artık bir istek halini almıştı çift anadal programını sürdürdüğü teknik üniversitesinde. Hala mezun olamamasını da ailesi bu nedene bağlıyordu. Sık sık "Benim oğlum çift diploma alacak di mi evladım? Bu yüzden 4 senede bitiremiyor Nevriye ablası..." diyordu annesi çatkapı komşu Nevriye'ye.
3 artı 1'di arkadaşlarıyla beraber tuttuğu ev. 4 kişi yaşıyorlar, kendi odalarından dışarı nadiren çıkıyorlardı. Zaten o çıkışları da genelde işemek, bulaşık konusunda aldıkları sıra numarasını kullanmak ve bakkala gitmek için oluyordu.


Kapıyı kilitledi, merdivenlerden inmeye başladı ve bir de ne görsün?

NOT: Kafama estikçe devam edeceğim hikayeye. Hikaye kimseye karşı bir saldırı içermemekle beraber, karakterler tamamiyle hayal ürünüdür. Hadi sağlıcakla kalın.


15 Haziran 2009 Pazartesi

Aşık olmaya aşık olan erkek modeli

bazı adamlar vardır. aşık olmazlar kimseye, aşık olmaya aşık olurlar. gönül adamı denir bazen bunlara, bazı kadınlarsa bu tip adamların duygusal olduğunu düşünür...

gecemi aydınlatan ateş böeceği misalidir bu adamlar. sıradan bir insan kimi zaman bir kadını güzel bulur sadece dışarıdan bakıp. ama sadece güzel bulmak, beğenmektir yaptığı... bunlarsa kadınla daha iletişime geçmeden, karşı tarafın sadece ilişki konusunda değil, genel olarak tutumunu, davranışlarını, konuşmasını ve dünyasını anlamadan hoşlanırlar. medeni cesareti ve iyi bir ilk adımı olanlar "o"nunla tanışma fırsatı bulur, bu meziyetlere sahip olamayanlarsa pek bir ilerleme gösteremezler.

ancak tünelin sonunda ışık, sürecin sonunda ilişki olsun olmasın, belli bir süre avarel gibi gezer bu adamlar. yanlış anlaşılmasın aşk sarhoşu değil... bildiğin avarel. "abi kız şöyle", "abi kız böyle" şeklinde olur genel dertleşmeleri bu süreç içerisinde. tamam abicim, anlıyorum, kızı beğeniyorsun da neden "ben bu kızdan hoşlanıyorum" gibi iddiali bir cümlenin altına imza atıyorsun? belli ki tek gecelik bir ilişki veya fuckbuddy olmaktan öte; dilberle, uzun süreli bir ilişki peşindesin fakat "o"nunla ilgili bildiklerin "o"nun saç rengi, göz rengi, belki yuvarlak vücut hatlarından öteye gitmiyor.

"kendine gel" de diyemiyorsun bunlara... hele bir de adam kafayı kırmış bir arabesk ise, geri adım atmanın tam sırası... "o"nunla ilgili buz gibi gerçekleri -genelde "o"nun kötü yönlerini-, mr. arabesk'in yüzüne söylersen bir arkadaş daha kaybetme potansiyelin oluyor resmen. "silkelen artık" dediğin zaman duruyor... müziğin sesini açıyor... iyice kuduruyor, rakıyı fondip yapıyor ve halının ortasına kusuveriyor.

lisede bir arkadaşım vardı, ayda 5 kızdan hoşlanan... arabeskgiller familyasındandı bu eleman. akşama rakı teklifinde bulunmuştu. ben de onayladım.

alışkanlıkları arasında olmamasına rağmen bir paket malbuş çıkardı, bana uzattı. ailem ve arkadaşlarım herhangi bir maddeye karşı zaafım olduğunu bilmesin istediğimden sosyal sigara içicisi değildim. reddettim kırmızı beyaz mucizeyi...

-ne oldu abi derdin nedir?
-kardeş çok seviyorum ya....
-başladınız mı hatunla?
-2 haftadır çıkıyoruz. kardeş çok seviyorum yaaa...
-peki.

sessizlik oldu. müziğin sesini arttırdı... rakısını yudumladı kendi etrafına efkar ve negatif enerji saçarak... ağzımı bile açmadım belki yukarıda bahsettiğim sebeplerden ötürü... belki de yaş olarak, hatta hayat tecrübesi olarak benden çok daha ileride olduğunu düşünerek.... lakin şimdi düşünüyorum da;

"ulan e be ******* **********. hatunla birliktesin. aynı şehri bırak, aynı okuldasınız. güzel bir ilişkiye başlamışsınız daha neyine efkar keder yapıyorsun ortamı bozuyorsun? amaç ne? ne zaman mutlu olacaksın?"

lakin şimdi düşünüyorum da;
"o masada elinde nokie n95le mutsuzum diyen emodan farksızmışsın..."

13 Haziran 2009 Cumartesi

Lan?

Sıradan bir yaz gecesi... Taksim'e çıkacağız Caner'le. Ecem ve Gün diye iyi insanlardan oluşan bir çiftin yanına gideceğiz, hiç bir beklenti yok bir iki arjantin dışında... Gün aldı bizi Tünel'den, yürüyoruz Asmalımescit'te... İlk kez geçiyorum oradan, göz bebeklerim büyüdü tabi. Bir sürü yabancı, herkes eğleniyor çıldırıyor.

Sakin bir mekana geçtik, hoş bir teras... Biralarımızı yudumlarken 5 (sayıyla 5) adet yabancı kız geldi, masa bakarlarken Caner de bunlara bakıyor. Bense hem kızlara hem Caner'e bakıyorum. Süper perspektifteyim ama ne yalan söyleyeyim benim de dikkatimi çekti hatunlar...
-Yavaş ulan yavaş bu kadar bakma, dedim.
-Yok ben garsona bakıyorum göz teması kurmaya çalışıyorum.

Ecem'le Gün'ün kahkahaları akabinde kızlar oturdular terasın bir köşesine. Biz de Caner'le birlikte kızlarla göz kontağı kurmaya çalışıyoruz, ne yapıp oturulabilir yanlarına bunu düşünüyoruz. Çok taş değiller de bir tanesi Paris Hilton'un klonu... Kafayı çevirip muhabbetimize devam ettik orada olduklarını bilerek... Bir iki göz teması tuvalet kalkışları sırasında. Sonra Gün bize masayı gösterdi... Beynimden vurulmuşa döndüm. 4 saplı masadan 1 sap, daha doğrusu 1 apaçi ilk adımını çok iyi kullanmış ve kızların yanına oturmuştu. Ben çıldırmalardayım... Kızlarla bir şey yaşamak değil amacım, [yaşasak güzel olabilir lakin muhabbet tamamen yüksek egolarımdan kaynaklanıyor] ama az buz bir şeklimiz var ve kendime kızıyorum neden onlar bunu becerebiliyor da ben beceremiyorum diye. Akabinde bir kahkaha geldi o masadan... Kafayı bir çevirdim 4 sap kurmuşlar merkez üssü kızların masaya.

-Ama bu nispettir, dedi Caner.
-Çekip vuracam kendimi anasını satayım, şeklinde cevapladım.

Ecem içinde bulunduğumuz duruma kopuyor. Gün 15 20 dakika sonra asılan suratlarımızı bir gözlemiyle, bir tespitiyle tekrar eski moduna geçirtti.

-Abicim rahat olun, bakın masaya kızlar deli gibi sıkılıyor ve birazdan elemanlar ne yapacaklarını düşünecekler çünkü muhabbet kesiliyor. Muhtemelen ya kızlar gidecekler, ya da elemanlar kalkacaklar masadan ve meydan size kalacak.

Bekliyoruz, hiç öyle olmuyor... Nispetler devam ederken tuvaletin yolunu tutuyorum. Kapıyı 2 tıklattıktan sonra içeri girmeye çalışıyorum... Kilitli. Kapı açılıyor, yabancı kızlardan biri çıkıyor ve ben nazikçe "excuse me" diyor içeri giriyorum. İşte o anki hislerimi size anlatamam sayın okur. Kız sucuğu bırakmış tuvalete... Sifonu çekiyorum sucuk uzak diyarlara kaçıyor, evini terk edip göç ediyor büyük şehre. Evet, kızlar da sıçabilir ama sorun şu ki, neden? Neden sifonu çekmek konusunda hiç bir hassasiyet göstermiyor bu kız, bu Elaine, bu Helen, bu Andrea? Bak ben çektim gitti. Tüm konsantrasyonumu yitiriyorum işemekle ilgili. Korkuyor içimde büyüyenler, "o canavarın girdiği deliğe girmeye hazır değiliz" diyorlar sanki. Üzülüyorum. Hem kendi sağlığım için, hem de içimdekilerin psikolojisi için... Masaya geçiyor olayı anlatıyorum kopuyorlar. Sinir yine had safhalarda... Suratım iyice asılıyor. "Yabancıların masasına gidip Türk elemanlara kızın sucuğu nasıl bıraktığını anlatsam mı?" diye düşünüyorum.

Kalkıyoruz mekandan ağır ağır. Barın girişinde paralar ödenirken nispetin hası geliyor. Sucuğu bırakan hatun omzumdan hafifçe dürterek ateş istiyor. Yakıyorum sigarasını. Bir şeyler bekliyor, elim ayağıma dolaşıyor, konuşamıyorum. Sucuk geliyor aklıma, apaçilerin suratları geliyor aklıma, egolarım geliyor aklıma ve kilitleniyorum. O da arkasını dönüp gidiyor. Ama ne diyebilirsin ki kıza, şunun İngilizce'sini o an düşünebilirsin küçük bir ihtimal de nasıl söylersin?

-Güzel kızsın çekicisin, Natalie'sin ama sucuğu bırakmışsın utanmadan. Ayıp değil mi ulan?

Çıkıyoruz bardan, dolambaçlı yollardan geçerek yürümeye devam ediyoruz... Yol boyu sigara üstüne sigara yakıyorum çünkü gururu örselenmiş hissediyorum kendimi her ne kadar sucuğu bırakan kız ateş istese de... Gecenin en güzel kısmını da işte o aralar yaşıyorum. Leman Kültür'ün oradan geçiyoruz. Bardan kızlarla birlikte çıkan saplar sap sap ortam aramaya devam ediyorlar. Sırıtıyorum. "Durum 1-1" diye düşünüyorum ama bu gidişatın nasıl değiştirilebileceği, bu egolarımın nasıl dizginlenebileceği sorusu da kafamı kurcalıyor... Eve gidiyorum, büfeden 10 liralık rezil bir şarap alıyorum. Demleniyorum evde... Ruh yolculuğum yatağımda bitiyor.


6 Haziran 2009 Cumartesi

Mersin'de 1 Haftalık Yaz Tatili Günceleri Pt. 3

Tarih: Haziran Başı 2009

NP: David Bowie - The Man Who Sold The World

(loop mode: on)

3 saat sonra evden çıkmam gerekiyor... havaalanı şirketinin servisine atlayıp adana havalimanı yolları... oradan da istanbul.

ancak acı olan şu ki, bugün, bir an için de olsa, yaz okulunu güzelim mersinim'de okuyabileceğimi düşündüm. annemin fikriydi tabii...

-oğlum bir araştırsana burada okuyanlar var yaz okulunu...
-oha çok mantıklı.

araştırdık, içimizde patladı tabii... okulun forumuna sordum, olmaz dediler. bir an bunun için umutlanmak bile ne kadar sevindirdi beni anlatamam. tekrar ana ocağında okula gitmek gibisi var mıdır be... hani yemeğini bulaşığını geçtim, ailenin değeri apayrı. her ne kadar çoğu zaman bunu reddetsek de, çoğu zaman arkadaşlarımıza havalı görünebilmek için bunu inkar etmeye çalışsak da, gerçekten çok ayrı bir değeri var ailenin. bunu geçen yıl anladım ben... telefonla konuşmaktan zevk almıyorum annemle veya babamla, onun dışında msn kişi listemde annem var ve engellenmiş vaziyette. ama her mersin'den istanbul'a geçişte, bir daha anlıyorum onları ne kadar çok sevdiğimi.

tarihi tam olarak hatırlamıyorum, 9.30'ta adana'dan kalkıyordu uçağım... 9.30'ta kalkan uçağa yetişebilmek için de arabayla 15 dakika mesafede olan mezitli migros'un önüne geçmek gerekiyordu 6 sularında. hesapta babam götürecekti beni migros'un önüne, ancak akşamdan kalma olduğu için annemle yola çıkmıştık.

daha güneş bile doğmamıştı... sokak lambalarıyla aydınlanan mavi gözlü kızın asfaltını, yavaş yavaş geçiyorduk. hiç bir şey düşünmüyordum...

servis daha gelmemişti migros'un önüne vardığımızda. annemle birlikte beklemeye koyulduk. gözünden uyku, yüzünden hüzün akıyordu. bakmamaya çalışıyordum pek yüzüne, gözlerimden o sıcak, tuzlu ve duygusal sıvıyı dökeceğimden korkarak. çünkü böyle bir durumda hüngür hüngür ağlamaya başlayacaktı ve ağlaması, gidişime üzülmesi, duygulanması istediğim son şeydi.

servis geldi, valizlerimi yerleştirip içeri geçtim. hala bekliyordu. "kalksa da şu anı bir atlatsak" diye geçiriyordum içimden, kulağımda limp bizkit'ten everything şarkısıyla birlikte. derin bir şarkıydı, melankolikti ve deneyseldi. 1 dakika, 2 dakika, 3 dakika... servis kalkmak bilmiyordu. motor çalıştı nihayet. bu sefer tutamamıştım işte kendimi, ona camdan bakıyordum yaşlı gözlerle. gözleri doldu, yüzünü eliyle kapatıverdi... perdeyi örttüm ve iğrenç bir ruh haliyle yola koyuldum.

bu benim hikayemdi, bu benim yazgımdı. süper bir evlat olamamıştım belki, duygularımı hep saklamıştım belki, ama ailemin değerini geç anladım. bana koyan da buydu işte...

Mersin'de 1 Haftalık Yaz Tatili Günceleri Pt. 2

klasik sıkıntılı bir denizhan - 2 gecesiydi... her zamanki geyikler;

"abi şu sitede neden hiç kız yok?"
"lan sitenin resmini ben x'deki arkadaşlara gösteriyorum, inanmıyorlar burada yaşadığıma."
"kayıp nesiliz resmen. 90 ve altıyla 85 ve üstünde bir dolu hatun var biz yaşlarda hiç yok anasını satayım."

sivri bir arkadaş atladı;
"abi gidelim dışarıya. kızlarla tanışıp buraya çağıralım."

plan mantıklı geldi de onu yapmak için belli bir first-step'le birlikte, cesaret lazımdı. ihtimal vermiyordum ben, açıkçası kız olması için de çabalamıyordum 1 haftadan fazla kalmayacağım için.

gittik forum'a... o sivri arkadaşa, "hadi lan tanış kızlarla bak bir sürü kız var burada." diyordum, çocukta tık yok tabi söylemesi kolay. akabinde dumurlardan dumur yaşayacağımı nerden bileyim...

dolmuş durağında beklerken biz, bir kız geldi yanımıza. bu sivri arkadaşa "pardon..." dedi. arkadaş döndü, biz de kendi muhabbetimize baktık hayvanlık olmasın diye. sivriye sorduk dönünce...

-ne konuştun lan karıyla? (bkz: vizontele)
-"çok şanslısın arkadaşım senden hoşlanmış telefon numaranı istiyor" dedi kız.
-oha. bayılın ha.
-ben msn'imi verdim buradan numara almadığım için.
-vay anasını... helal olsun lan.

siteye dönünce çocuklara anlattık olayı. ohannesburgerledi arkadaşlar bir güzel. lakin 3 kız 1 erkek takılmaları gerçeğini belirtince biz, elemanlardan bir tanesi;

-lan erkek için istemiş olmasın numarayı?
-hakikaten ha, çocuğun saçlar falan da emo gibiydi. oha lan...
-hevesini kursağında bırakmayın adamın.

dur bakalım sonunda nolacak... heyecanla beklemedeyiz.

3 Haziran 2009 Çarşamba

Mersin'de 1 Haftalık Yaz Tatili Günceleri Pt. 1

14 saatlik bir otobüs yolculuğundan sonra ayak bastım memlekete... direk bir sigara tellendirdim. sitemin kapısına baktım uzun uzun... yürüdüm yavaş yavaş, esnafa ve sabahın köründe dışarıda olan tanıdıklara birer selam çaktıktan sonra eve geç. bir duş, ardından hemen dışarıya damlamalar.

okay'la forum alışveriş merkezi. gittik, mayo beğenecekmiş bu. bakıyoruz, fiyatları çok pahalı buluyor paşa, çünkü para biriktirmesi lazımmış falan fişman. geldiğimden beri maksimum 4 saat geçmiş. 1. bomba patladı...

yer: forum avm'de billabong, quiksilver mayoları satan bir dükkan
girdik içeriye, ufak bir saçmalama yaptım;
"merhaba mayo bakıyorduk da. yani mayo ama şort. yani slip olmayacak kesinlikle. evet olmayacak."
kız bizi buyur etti gösterdi mayoları, okay bakıyor ben okay'a dönüp "oğluşum hangisini alalım sana" diyorum çocuğunu şımartan baba hesabı. kız bu espriyi kahkahalarla olmasa da, işi gereği gülümseyerek karşılıyor. okay mayolara daha rahat bakabilsin diye bir adım geri atıyor kız...

okay mayoya bakıyor, etikete bakıyor, kızın arkasında olmadığını düşünerek bana dönüp;
-95 milyon diyor ammına koyiim.
cümlesini patlatıveriyor. yüzümü avcumun içine alıyorum. hafif bir rezillik ama sadece küfürden ötürü değil, çingene pazarlığı da yapabilirmişiz potansiyeli yarattığımızdan ötürü. akabinde kız geçen sezondan kalan tek ürünü gösteriyor, okay "ben bunun içine girmem" diyor. inceden uzuyoruz...

devamı gelmiyor olayın. ama benzer dumurlar yaşayacağımızın garantisini alıyorum bu 1 haftalık süre içersinde.