Google+ boş mideye iki duble viski: Düşkün değil, düşmüşün anıları 11

28 Aralık 2013 Cumartesi

Düşkün değil, düşmüşün anıları 11



(Aşağıdaki yazı, Karga Mecmua tarafından reddedilmeyi bırak, kaale bile alınmamış yazılarımdan biridir. İki hafta önce gönderdim, hala ses seda yok. Ama siz buyrun, belki eğlenirsiniz.) 

“Çünkü benim duvarlarım çok kalın Melis, ben kötü bir adamım, benden uzak durmalısın.”
Şişkin egolarla doğmayız hiç birimiz.
Sadece çocukken diğerlerine göre biraz daha bencil ya da kıskanç oluruz. Ardından lise başlar. Özgüven eksikliği yaşayan ve bu yüzden içine kapanan çocuklar,  ya "psikopat" olur diğerlerinin gözünde, ya da "şamar oğlanı". Ama o çocuklar, küçük yaşta uzak durmaları gerektiğini fark ettikleri için, aslında benim çekeceğim sıkıntıların hiç birini çekmeyeceklerdir...(Dipnot: Günümüzde; Amerika'da 6. sınıf ile 10. sınıf arasında okuyan  her dört çocuktan biri, diğerleri tarafındankum torbasıolarak kullanılmaktadır.Amerika değiliz, fakat lise anılarından ve lise arkadaşlarından ötürü üniversiteyi farklı bir şehirde okumak için üniversite sınavı senesi geldiğinde canını dişine takan ve kötü anılarını geride bırakmak için gün sayan bir çok genç var ülkede. )
Üniversiteye kapağı attığımda, bir şeylerin değişeceğine inancım tamdı. (Hayatımız boyunca duyduğumuz en büyük yalanlar Bölüm 21: Üniversiteye bir kapağı at, ondan sonra rahatsın.)
Tabii ki evdeki hesap çarşıya uymadı. Yurtta tanıştığım iki kafa açan Antakyalı arkadaşıma karşı mesafeyi koruyamamış ve onların neden kareli gömlek giydiklerinden, hazırlık sınıfındaki hangi kızlardan hoşlandıklarına kadar bilimum hikayeyi dinleyerek kendi kafamın içinde fillerin çiftleşmesine sebep olmuştum.
Ardından Yurtsever Cephe'den bir çocukla tanışmıştım. Davasını desteklemeyeceğimi söylediğim  halde bana attığı tiradları unutamam. Darlıyordu, boyuna. Çünkü becerememiştim, yine o her filme konu olan duvarları örememiştim etrafımda. En son, "Abi şimdi metal müzik, isyanın müziği değil midir? Türk bayrağını yeleklerine kazıyan faşistler ne yaptıklarının farkındalar mı ki?" dediğini duyduğumu hatırlıyorum.
Zamanla öğrendiğimi düşündüm. Her şeyi bildiğinizi ya da öğrendiğinizi sandığınız anlar olur hayatta... Genellikle bu anlar, minicik bir başarıyla yaşatırlar kendilerini; içinizde. Küçük bir başarı değil, küçük bir başarılar serisinden geçiyordum ve özgüvenim yükselmişti. Sonuçta okulumu yedi değil de, beş senede bitirebilecektim. Artık herkese samimi yaklaşmayacak, burnu biraz daha havada, daha mesafeli bir adam olacaktım.
Olamadım.
Yine herkesle bir anda samimi olan, Umut Sarıkaya'nın deyimiyle "Kızların en iyi arkadaşı Meriç" haline evrildim. Tek sıkıntı, etrafta "kız" yoktu. Ben herkesle konuşan ve iyi geçinen adamdım. İçimden gelmiyordu böyle bir yaratığa dönüşmek, ama seneler geçtikçe; alkollü olduğum gecelerin sayısı da artıyordu ve alkollüyken mutluydum. Alkollüyken taksiciyle Galatasaray’ın stadının yenileme çalışmasını bile konuşurdum, eve gelen ustaya sigara bile uzatırdım, şeker gibi bir adamdım.
Che Guevara'nın lafı beynimde çınlıyordu sürekli... (Hoş, Che Guevara'yı da karşılarına "setleri çekemediğim" çevremin Facebook paylaşımlarıyla görüyordum.)
"Hayatta hiç düşmanın yoksa, bir şeyler başaramamışsın demektir."
Düşmanım da olmuyordu, dostum da... Okulu bitirdiğim an; günlük hayatta ya da işe başladığım ofiste karşılaştığım insanlarla samimiyeti dozunda tutmaya yemin ettim. Kararlı olduğumu düşünüyordum bu sefer. Gündüzler kolay geçiyordu. Bakkalından, berberine, kendimi dizginliyordum. Kimseye "Abi senin iş de zor yaaa..." bağlaması çekmiyordum.
Stajlarımda yaptığım hataları yapmıyor, "Nasıl, üniversitede kız arkadaşlarınızla bir şeyler yapıyor musunuz?" sorularına denk gelmiyordum.
Hayat güzel gidiyordu, ta ki; kendimi alkollü ve dostane yapımla, yeni taşınan ev arkadaşımla tanıştığım an aynada gördüğüm saniyeye kadar...
Bu sefer duvarlarıma değil de, direkt olarak duvarların içindeki nüve çekirdeğe tecavüz ediliyordu.
-Sende durumlar nasıl, iyi s..iyor musun? [Teknikerlerden sık duyduğum sorular]
-Yalnız ben çok s..erim. Sorun olur mu senin için? [Onun duvarsız olduğunu fark ettiğim an]
-Dün gelen kız kimdi? Nerden tanıştın? [Nüve çekirdeğin değil, direkt benliğimin tecavüze uğradığını hissettiğim an]
-Bir gün ayarla beraber gidelim o dün gittiğin arkadaşına. [Tamam, burada hata benim. Nerede kaldığımı sorduğunda söylemiştim.]
Ne mahremime ayak basılmasını engelleyebiliyordum, ne de sıkı hatlarımı savunabiliyordum. Ne ara bu kadar samimi olmuştuk, hiç bilmiyordum. Tamam, tanıştığımız gün alkollüydüm ve biraz (yaklaşık yarım saat) muhabbet etmiştim onunla.Ancak yarım saat süren muhabbetin sonunda nasıl elimi verip kolumu kaptırdığımı kavrayamamıştım.
Bir gün, kıçına giydiği don dışında çırılçıplak halde, odama dalıverdi; kapıyı iki kere yalandan tıklattıktan hemen sonra: (Samimi bulmadığım insan tipleri Bölüm 36: Kapıyı tıklatır tıklatmaz odaya dalan insan modeli)
-Kanka ben çok bağırtıyorum da rahatsız oluyor musun? dedi.
Sorun yok, dedim. Çünkü ne bağırtı duyuyordum, ne de gürültü patırtı...
Aradan iki hafta geçmişti, ona "Kapıyı tıklattıktan sonra cevap vermemi bekle." dedikten ve "Kardeş racon koymaya ne gerek var?" temalı bir nutuğu uzun uzadıya -yaklaşık on beş dakika- dinledikten ve, "Sen sarhoş musun ahaha" gibi gereksiz ve sebepsiz geyiği duymamın ardından...
Bir anda kapıdan içeri kapıyı kırarcasına girip odamın en ücra köşesine çöktü, sıçar pozisyonda. Elinde tuttuğu telefonu kulağına götürmüştü, birini arıyordu. "Sevgilim aradı .... koyayım." diyordu.
Basit ya da kompleks yapımlarda tımarhane, beyaz renkli florasan lambaların bir yanıp bir söndüğü, suyun damladığı, nemli koğuşların olduğu yerlerdir. Yirmi beş yaşındayım, evimde ne florasan lamba var; ne de damlayan tavan...
Fakat bu tımarhaneyi, mahremime veya uzak durmaya çalıştığım on metrekarelik alana daha fazla tecavüz edilmemesi adına terk etmek zorundaydım. Bu yüzden varımı yoğumu ortaya koyup Kadıköy'de minicik, bodrumdan bozma bir ev tuttum.



Hiç yorum yok: