(Aşağıdaki yazı, Karga Mecmua tarafından reddedilmeyi bırak, kaale bile alınmamış yazılarımdan biridir. İki hafta önce gönderdim, hala ses seda yok. Ama siz buyrun, belki eğlenirsiniz.)
“Çünkü benim duvarlarım çok kalın Melis, ben kötü bir adamım, benden
uzak durmalısın.”
Şişkin egolarla doğmayız hiç birimiz.
Sadece çocukken diğerlerine göre biraz daha bencil ya da
kıskanç oluruz. Ardından lise başlar. Özgüven eksikliği yaşayan ve bu yüzden
içine kapanan çocuklar, ya
"psikopat" olur diğerlerinin gözünde, ya da "şamar oğlanı".
Ama o çocuklar, küçük yaşta uzak durmaları gerektiğini fark ettikleri için,
aslında benim çekeceğim sıkıntıların hiç birini çekmeyeceklerdir...(Dipnot: Günümüzde; Amerika'da 6. sınıf ile
10. sınıf arasında okuyan her dört
çocuktan biri, diğerleri tarafındankum torbasıolarak kullanılmaktadır.Amerika
değiliz, fakat lise anılarından ve lise arkadaşlarından ötürü üniversiteyi
farklı bir şehirde okumak için üniversite sınavı senesi geldiğinde canını
dişine takan ve kötü anılarını geride bırakmak için gün sayan bir çok genç var
ülkede. )
Üniversiteye kapağı attığımda, bir şeylerin değişeceğine
inancım tamdı. (Hayatımız boyunca
duyduğumuz en büyük yalanlar Bölüm 21: Üniversiteye bir kapağı at, ondan sonra
rahatsın.)
Tabii ki evdeki hesap çarşıya uymadı. Yurtta tanıştığım iki
kafa açan Antakyalı arkadaşıma karşı mesafeyi koruyamamış ve onların neden kareli
gömlek giydiklerinden, hazırlık sınıfındaki hangi kızlardan hoşlandıklarına
kadar bilimum hikayeyi dinleyerek kendi kafamın içinde fillerin çiftleşmesine
sebep olmuştum.
Ardından Yurtsever Cephe'den bir çocukla tanışmıştım. Davasını
desteklemeyeceğimi söylediğim halde bana
attığı tiradları unutamam. Darlıyordu, boyuna. Çünkü becerememiştim, yine o her
filme konu olan duvarları örememiştim etrafımda. En son, "Abi şimdi metal
müzik, isyanın müziği değil midir? Türk bayrağını yeleklerine kazıyan faşistler
ne yaptıklarının farkındalar mı ki?" dediğini duyduğumu hatırlıyorum.
Zamanla öğrendiğimi düşündüm. Her şeyi bildiğinizi ya da
öğrendiğinizi sandığınız anlar olur hayatta... Genellikle bu anlar, minicik bir
başarıyla yaşatırlar kendilerini; içinizde. Küçük bir başarı değil, küçük bir
başarılar serisinden geçiyordum ve özgüvenim yükselmişti. Sonuçta okulumu yedi
değil de, beş senede bitirebilecektim. Artık herkese samimi yaklaşmayacak,
burnu biraz daha havada, daha mesafeli bir adam olacaktım.
Olamadım.
Yine herkesle bir anda samimi olan, Umut Sarıkaya'nın
deyimiyle "Kızların en iyi arkadaşı Meriç" haline evrildim. Tek
sıkıntı, etrafta "kız" yoktu. Ben herkesle konuşan ve iyi geçinen
adamdım. İçimden gelmiyordu böyle bir yaratığa dönüşmek, ama seneler geçtikçe;
alkollü olduğum gecelerin sayısı da artıyordu ve alkollüyken mutluydum.
Alkollüyken taksiciyle Galatasaray’ın stadının yenileme çalışmasını bile
konuşurdum, eve gelen ustaya sigara bile uzatırdım, şeker gibi bir adamdım.
Che Guevara'nın lafı beynimde çınlıyordu sürekli... (Hoş,
Che Guevara'yı da karşılarına "setleri çekemediğim" çevremin Facebook
paylaşımlarıyla görüyordum.)
"Hayatta hiç
düşmanın yoksa, bir şeyler başaramamışsın demektir."
Düşmanım da olmuyordu, dostum da... Okulu bitirdiğim an; günlük
hayatta ya da işe başladığım ofiste karşılaştığım insanlarla samimiyeti dozunda
tutmaya yemin ettim. Kararlı olduğumu düşünüyordum bu sefer. Gündüzler kolay
geçiyordu. Bakkalından, berberine, kendimi dizginliyordum. Kimseye "Abi
senin iş de zor yaaa..." bağlaması çekmiyordum.
Stajlarımda yaptığım hataları yapmıyor, "Nasıl,
üniversitede kız arkadaşlarınızla bir şeyler yapıyor musunuz?" sorularına
denk gelmiyordum.
Hayat güzel gidiyordu, ta ki; kendimi alkollü ve dostane
yapımla, yeni taşınan ev arkadaşımla tanıştığım an aynada gördüğüm saniyeye
kadar...
Bu sefer duvarlarıma değil de, direkt olarak duvarların
içindeki nüve çekirdeğe tecavüz ediliyordu.
-Sende durumlar nasıl, iyi s..iyor musun? [Teknikerlerden
sık duyduğum sorular]
-Yalnız ben çok s..erim. Sorun olur mu senin için? [Onun
duvarsız olduğunu fark ettiğim an]
-Dün gelen kız kimdi? Nerden tanıştın? [Nüve çekirdeğin
değil, direkt benliğimin tecavüze uğradığını hissettiğim an]
-Bir gün ayarla beraber gidelim o dün gittiğin arkadaşına.
[Tamam, burada hata benim. Nerede kaldığımı sorduğunda söylemiştim.]
Ne mahremime ayak basılmasını engelleyebiliyordum, ne de
sıkı hatlarımı savunabiliyordum. Ne ara bu kadar samimi olmuştuk, hiç
bilmiyordum. Tamam, tanıştığımız gün alkollüydüm ve biraz (yaklaşık yarım saat)
muhabbet etmiştim onunla.Ancak yarım saat süren muhabbetin sonunda nasıl elimi
verip kolumu kaptırdığımı kavrayamamıştım.
Bir gün, kıçına giydiği don dışında çırılçıplak halde, odama
dalıverdi; kapıyı iki kere yalandan tıklattıktan hemen sonra: (Samimi bulmadığım insan tipleri Bölüm 36:
Kapıyı tıklatır tıklatmaz odaya dalan insan modeli)
-Kanka ben çok bağırtıyorum da rahatsız oluyor musun? dedi.
Sorun yok, dedim. Çünkü ne bağırtı duyuyordum, ne de gürültü
patırtı...
Aradan iki hafta geçmişti, ona "Kapıyı tıklattıktan
sonra cevap vermemi bekle." dedikten ve "Kardeş racon koymaya ne
gerek var?" temalı bir nutuğu uzun uzadıya -yaklaşık on beş dakika- dinledikten
ve, "Sen sarhoş musun ahaha" gibi gereksiz ve sebepsiz geyiği
duymamın ardından...
Bir anda kapıdan içeri kapıyı kırarcasına girip odamın en
ücra köşesine çöktü, sıçar pozisyonda. Elinde tuttuğu telefonu kulağına
götürmüştü, birini arıyordu. "Sevgilim aradı .... koyayım." diyordu.
Basit ya da kompleks yapımlarda tımarhane, beyaz renkli
florasan lambaların bir yanıp bir söndüğü, suyun damladığı, nemli koğuşların
olduğu yerlerdir. Yirmi beş yaşındayım, evimde ne florasan lamba var; ne de
damlayan tavan...
Fakat bu tımarhaneyi, mahremime veya uzak durmaya çalıştığım
on metrekarelik alana daha fazla tecavüz edilmemesi adına terk etmek zorundaydım.
Bu yüzden varımı yoğumu ortaya koyup Kadıköy'de minicik, bodrumdan bozma bir ev tuttum.