Google+ boş mideye iki duble viski: Aralık 2013

28 Aralık 2013 Cumartesi

Düşkün değil, düşmüşün anıları 11



(Aşağıdaki yazı, Karga Mecmua tarafından reddedilmeyi bırak, kaale bile alınmamış yazılarımdan biridir. İki hafta önce gönderdim, hala ses seda yok. Ama siz buyrun, belki eğlenirsiniz.) 

“Çünkü benim duvarlarım çok kalın Melis, ben kötü bir adamım, benden uzak durmalısın.”
Şişkin egolarla doğmayız hiç birimiz.
Sadece çocukken diğerlerine göre biraz daha bencil ya da kıskanç oluruz. Ardından lise başlar. Özgüven eksikliği yaşayan ve bu yüzden içine kapanan çocuklar,  ya "psikopat" olur diğerlerinin gözünde, ya da "şamar oğlanı". Ama o çocuklar, küçük yaşta uzak durmaları gerektiğini fark ettikleri için, aslında benim çekeceğim sıkıntıların hiç birini çekmeyeceklerdir...(Dipnot: Günümüzde; Amerika'da 6. sınıf ile 10. sınıf arasında okuyan  her dört çocuktan biri, diğerleri tarafındankum torbasıolarak kullanılmaktadır.Amerika değiliz, fakat lise anılarından ve lise arkadaşlarından ötürü üniversiteyi farklı bir şehirde okumak için üniversite sınavı senesi geldiğinde canını dişine takan ve kötü anılarını geride bırakmak için gün sayan bir çok genç var ülkede. )
Üniversiteye kapağı attığımda, bir şeylerin değişeceğine inancım tamdı. (Hayatımız boyunca duyduğumuz en büyük yalanlar Bölüm 21: Üniversiteye bir kapağı at, ondan sonra rahatsın.)
Tabii ki evdeki hesap çarşıya uymadı. Yurtta tanıştığım iki kafa açan Antakyalı arkadaşıma karşı mesafeyi koruyamamış ve onların neden kareli gömlek giydiklerinden, hazırlık sınıfındaki hangi kızlardan hoşlandıklarına kadar bilimum hikayeyi dinleyerek kendi kafamın içinde fillerin çiftleşmesine sebep olmuştum.
Ardından Yurtsever Cephe'den bir çocukla tanışmıştım. Davasını desteklemeyeceğimi söylediğim  halde bana attığı tiradları unutamam. Darlıyordu, boyuna. Çünkü becerememiştim, yine o her filme konu olan duvarları örememiştim etrafımda. En son, "Abi şimdi metal müzik, isyanın müziği değil midir? Türk bayrağını yeleklerine kazıyan faşistler ne yaptıklarının farkındalar mı ki?" dediğini duyduğumu hatırlıyorum.
Zamanla öğrendiğimi düşündüm. Her şeyi bildiğinizi ya da öğrendiğinizi sandığınız anlar olur hayatta... Genellikle bu anlar, minicik bir başarıyla yaşatırlar kendilerini; içinizde. Küçük bir başarı değil, küçük bir başarılar serisinden geçiyordum ve özgüvenim yükselmişti. Sonuçta okulumu yedi değil de, beş senede bitirebilecektim. Artık herkese samimi yaklaşmayacak, burnu biraz daha havada, daha mesafeli bir adam olacaktım.
Olamadım.
Yine herkesle bir anda samimi olan, Umut Sarıkaya'nın deyimiyle "Kızların en iyi arkadaşı Meriç" haline evrildim. Tek sıkıntı, etrafta "kız" yoktu. Ben herkesle konuşan ve iyi geçinen adamdım. İçimden gelmiyordu böyle bir yaratığa dönüşmek, ama seneler geçtikçe; alkollü olduğum gecelerin sayısı da artıyordu ve alkollüyken mutluydum. Alkollüyken taksiciyle Galatasaray’ın stadının yenileme çalışmasını bile konuşurdum, eve gelen ustaya sigara bile uzatırdım, şeker gibi bir adamdım.
Che Guevara'nın lafı beynimde çınlıyordu sürekli... (Hoş, Che Guevara'yı da karşılarına "setleri çekemediğim" çevremin Facebook paylaşımlarıyla görüyordum.)
"Hayatta hiç düşmanın yoksa, bir şeyler başaramamışsın demektir."
Düşmanım da olmuyordu, dostum da... Okulu bitirdiğim an; günlük hayatta ya da işe başladığım ofiste karşılaştığım insanlarla samimiyeti dozunda tutmaya yemin ettim. Kararlı olduğumu düşünüyordum bu sefer. Gündüzler kolay geçiyordu. Bakkalından, berberine, kendimi dizginliyordum. Kimseye "Abi senin iş de zor yaaa..." bağlaması çekmiyordum.
Stajlarımda yaptığım hataları yapmıyor, "Nasıl, üniversitede kız arkadaşlarınızla bir şeyler yapıyor musunuz?" sorularına denk gelmiyordum.
Hayat güzel gidiyordu, ta ki; kendimi alkollü ve dostane yapımla, yeni taşınan ev arkadaşımla tanıştığım an aynada gördüğüm saniyeye kadar...
Bu sefer duvarlarıma değil de, direkt olarak duvarların içindeki nüve çekirdeğe tecavüz ediliyordu.
-Sende durumlar nasıl, iyi s..iyor musun? [Teknikerlerden sık duyduğum sorular]
-Yalnız ben çok s..erim. Sorun olur mu senin için? [Onun duvarsız olduğunu fark ettiğim an]
-Dün gelen kız kimdi? Nerden tanıştın? [Nüve çekirdeğin değil, direkt benliğimin tecavüze uğradığını hissettiğim an]
-Bir gün ayarla beraber gidelim o dün gittiğin arkadaşına. [Tamam, burada hata benim. Nerede kaldığımı sorduğunda söylemiştim.]
Ne mahremime ayak basılmasını engelleyebiliyordum, ne de sıkı hatlarımı savunabiliyordum. Ne ara bu kadar samimi olmuştuk, hiç bilmiyordum. Tamam, tanıştığımız gün alkollüydüm ve biraz (yaklaşık yarım saat) muhabbet etmiştim onunla.Ancak yarım saat süren muhabbetin sonunda nasıl elimi verip kolumu kaptırdığımı kavrayamamıştım.
Bir gün, kıçına giydiği don dışında çırılçıplak halde, odama dalıverdi; kapıyı iki kere yalandan tıklattıktan hemen sonra: (Samimi bulmadığım insan tipleri Bölüm 36: Kapıyı tıklatır tıklatmaz odaya dalan insan modeli)
-Kanka ben çok bağırtıyorum da rahatsız oluyor musun? dedi.
Sorun yok, dedim. Çünkü ne bağırtı duyuyordum, ne de gürültü patırtı...
Aradan iki hafta geçmişti, ona "Kapıyı tıklattıktan sonra cevap vermemi bekle." dedikten ve "Kardeş racon koymaya ne gerek var?" temalı bir nutuğu uzun uzadıya -yaklaşık on beş dakika- dinledikten ve, "Sen sarhoş musun ahaha" gibi gereksiz ve sebepsiz geyiği duymamın ardından...
Bir anda kapıdan içeri kapıyı kırarcasına girip odamın en ücra köşesine çöktü, sıçar pozisyonda. Elinde tuttuğu telefonu kulağına götürmüştü, birini arıyordu. "Sevgilim aradı .... koyayım." diyordu.
Basit ya da kompleks yapımlarda tımarhane, beyaz renkli florasan lambaların bir yanıp bir söndüğü, suyun damladığı, nemli koğuşların olduğu yerlerdir. Yirmi beş yaşındayım, evimde ne florasan lamba var; ne de damlayan tavan...
Fakat bu tımarhaneyi, mahremime veya uzak durmaya çalıştığım on metrekarelik alana daha fazla tecavüz edilmemesi adına terk etmek zorundaydım. Bu yüzden varımı yoğumu ortaya koyup Kadıköy'de minicik, bodrumdan bozma bir ev tuttum.



Düşkün değil, düşmüşün anıları 10



(Aşağıdaki yazı, Karga Mecmua ve Koza Dergi tarafından reddedilmiş yazılarımdan biridir. Hadi iyi eğlenceler.)
2003'tü. Liselere giriş sınavının adı o dönem LGS idi. Sınav bitiminde, salondan sırıtarak çıkan tek tip olduğumu söylemişti babam. Bir iki ay sonunda, sırıtan da babam oldu. Onun öğretmenlik yaptığı liseye düşmüştüm. Sınav sonucumu duyduğumda ağlamıştım.
Zaten boktan geçen ergenlik dönemimin uzunca bir süre daha devam edeceğini, babamın çalıştığı okulda okuyacağımı öğrenmemle anlamıştım. O dönem, kendimi iyi hissetmem için tek sebebim; oturduğumuz apartmanın hemen yanında yaşayan Cansu'ydu.
Cansu ile yaşıttık. Renkli gözlü, 1.70 boylarında, güzel bir kızdı. Siteye yeni taşınmıştı. Herkes peşindeydi çünkü hormonlar, sadece vücudumuzu değil; beynimizi de kontrol ediyordu o dönem. Bir şekilde tanıştım onunla. Cansu, iyi aile kızıydı. Balkondan balkona yaptığımız konuşmaları annemin dinlemesine sebebiyet verecek kadar iyi aile kızıydı hatta. Ondan hoşlandığımı bile söyleyememiştim çünkü mesajlaşmalarımızdan birinde sarf ettiğim "canım" kelimesine bile vurgu yapmış ve bu samimiyete ulaşmadığımızı belirtmişti.
Ortaokulda "winner" kelimesinin hakkını veren çocukların hobileri arasında piyano çalmak, basketbol takımının kaptanlığını yapmak, liselilerle muhabbet etmek, kızlarla voleybol oynamak vardır. Kaybeden ya da "loser" kelimesinin hakkını veren çocuklar ise okuldan arta kalan zamanlarını içerek değerlendirirler. Tam bir loser olmamdan ötürü, her gece içerdim; arkadaşlarımla, yaz geceleri...
İçtiğimiz de bira ya, neyse.
Bir gece alkolün dozunu fazla kaçırmış olacağım ki, en fazla 100 metre uzağımda olacağını bildiğim halde, Cansu'yu aradım.
-Ne yapıyorsun?
-İyiyim Mahmut, sen nasılsın?
-İyi benden de.
-Ee?
-Hiç.
-Sen içtin mi? (Ses tonu yargılayıcıydı ve o yaşta içiyor olmamı anormal bulmuştu)
-Evet.
-Bir bak bakalım yaşıtlarından içen var mı? Aman neyse bana ne. İyi geceler.
-------------------------------------------
Sınav sonucumu öğrendikten sonra dövme yaptırmak için gittiğim dükkanda dilim düğümlenmişti. Cebimde param vardı, ancak sadece on altı yaşındaydım. Murphy kanunlarına göre dilediğiniz şeyleri yapmak için zamanınız varken, paranız olmaz. (Öğrencilik/bekarlık) Dilediğiniz şeyleri yapmak için paranız varken, zamanınız olmaz. (İş hayatı/Emeklilik)
Dövmecinin, yaşımı anlayıp kimlik soracağını düşündüğümden ötürü[Hoş, ilk dövmemi yaptırırken de aynı adamla karşı karşıyaydım, 17 yaşındaydım ve kimliğini göstermek istemeyen ancak dövme yaptırmak isteyen liseli çocukla dalga geçiyordum] "Piercing yaptırmak istiyorum." demiştim.
Nerene? diye sorduğunda geri dönüşü olmayan yola girdiğimi fark etmiştim. Sol kulağıma, endüstriyel ya da köprü adı verilen zamazingodan taktırmakla kalmamış, sol kaşımı da deldirmiştim.
Eve vardığımda birazcık sarhoştum. Adamın yaptığı piercing kulağımı rahatsız etmekle kalmamış,  kulağımın adeta kırmızı bir elf kulağına benzemesine sebep olmuştu. Görüntü çirkin olduğu kadar, can da yakıyordu.
Köprünün üst tarafındaki topu hafifçe gevşetmeye çalıştım. Bunu yapabileceğimi düşünecek kadar alkollüydüm herhalde. Topu döndürmemle mermerden hafif bir tıkırtı gelmesi bir oldu. Top çıkmıştı ve tuvaletin hemen yanındaki kilere kaçmıştı...
Annem, o tıkırtıya uyanmıştı. (Anne, ya da kadın içgüdüsü, adını sen koy.) Saçlarımla kapattığım piercing ve köprü gün be gün ortadaydı.
-Ne oldu?
-Bir şey yok ya.
Bir yandan yerde topu arıyordum. Kan damladı kulağımdan.
-Oğlum ne oldu?!
Annemin ses tonu sadece endişe değil, kızgınlık da içeriyordu.
Önce kulağımı, saçımı sıyırınca da kaşımdaki piercingi gördü. Deliye dönmüştü. Saat gecenin ikisi falandı...
-Kalk, uyan! dedi babama.
-Hah, ne olmuş?
-Mahmut yine piercing yaptırmış, bi yerini deldirmiş, kulağı kanıyor şu an.
-Eşşoğlueşşek, diyip geri yattı babam.
Annemin evhamı doruk noktasına ulaşmış olacak ki, bir anda üstünü değiştirdi, arabanın anahtarını aldı ve beş dakika içinde özel bir poliklinikte buldum kendimi.
Doktor, yeni uyanmıştı ve ağzı açlık-sigara kokuyordu. Pansuman yapıldıktan sonra, sabah erken saatlerde bir de kontrole gelmemi istemişti.
Eve gittiğimiz gibi kendimi yatağa attım. Annemin zorlamasıyla uyandırıldım. Babamla beraber, aynı polikliniğe gidiyorduk...
-Oğlum, ben piercinge falan karşı olan bir baba değilim.
-Sağol.
-Ama şimdi yarın bir gün üniversitede radikal bir grup sana bu piercing midir nedir, onu gördüğü için çatabilir.
-Bir şey olmaz.

-Peki, sen en iyisini bilirsin.
Kontrolden sonra eve geldik. Annem ve halam, kahvaltı masasında beni karşılarına oturttular. Halam; suratımı deldirmiş olduğumdan ötürü benimle konuşmuyordu, annem ise ağzını açtığı an, şunları söyledi.
-Bir bak bakayım etrafında böyle şeyler yaptıran var mı?
-----------------------------------------------------------------
Okulu bitirdiğim an soluğu bir dijital reklam ajansında almıştım. Yazmayı seviyordum ve metin yazarlığının doğru tercih olduğunu düşünüyordum.
Başladığım işte, gelirim çok yüksek değildi çünkü başlangıç seviyesindeydim. Herkes beni tebrik etmişti. Ailem, arkadaşlarım... İşe girdiğim için tebrik telefonları alıyordum.
Geçen bir buçuk iki aydan sonra, sadece yaşımla ilgili olduğunu düşündüğüm soruların aslında hayat tarzımla alakalı olduğunu anladım. Sorular, yeniden başlıyordu...
-Neden mesleğini yapmıyorsun? Etrafında senin bölümünden mezun olup da böyle şeylerle uğraşan kimse var mı? Yoktur tabii!
Anlatmaya çalışıyor, anlatamıyordum. Daha önceki tecrübelerimde karşıma aldığım insanlarla ortak paydayı bulamamış olmamı yaşıma bağlıyordum. Fakat bu sefer, kendimi iyi ifade ettiğim için girdiğim işte neden çalıştığımı insanlara ifade edemiyordum.
İşle beraber, yeni mezun erkeklerin sıklıkla karşılaştığı standart sorulara karşı da bir kaleci edasıyla baraj kurduruyordum.
-Eh, artık işe de girdin, ciddi bir ilişkin olur?
-Askere ne zaman gideceksin?
-Bir yüksek lisans yaparsın artık.
Üçü de, aklımda olmayan ve uzun bir süre de olmayacak şeylerdi. Barajı kurarken, yani soruları cevaplarken bir yerden sonra sesimi yükseltmeye başlıyordum. Sonunda da nedense serbest vuruş nizami olmasa da hakem golü veriyordu. Maç bitmişti, ben hala gol yiyordum...
Belli normların dışına çıktıkça, toplumun kafasında soru işareti bırakıyor olmanız muhtemeldir. Ancak toplumun ya da çevrenizdekilerin büyük çoğunluğunun zihinlerinde büyük, kalın ve kesinlikle Comic Sans MS fontuyla yazılmamış soru işaretleri bırakıyorsanız, sıkıntının sizde olduğunu düşünürsünüz. Bir noktadan sonra o soru işaretleri, sizin de beyninize yerleşir. Bu minik kemirgen figürler, zamanla yerini ünleme bırakır.
İşte o ünlem işareti büyüdükçe, etrafınızdakileri kaybetmeye başlarsınız. Peki ne uğruna? Normal tanımına girmemek uğruna. Sizce buna değer mi?
Ya da soruyu şöyle soralım; yalnızlığı göze alabilecek kadar yetebilir misiniz kendinize?


3 Aralık 2013 Salı

Düşkün değil, düşmüşün anıları 9

Hayatım boyunca öğrenemediğim tek bir şey vardı.
Sınır çizmek...
Kalın duvarları olan bir adam olarak doğmadım. Sık görüşmediğim ve görüşmek zorunda olmayacağım insanlara karşı sınırlarımı rahatlıkla çizebilmeyi; üniversitede zamanla öğrendim. Dangalaklara karşı kapalı kartlı oyun, sessizlik, gereksiz muhabbetten kaçınma gibi özellikleri kazanmam 20 yıl sürdü anlayacağınız.
Ama bir yerde koptu işte hep film.
O nokta da alkol oldu...
Nasıl mı? Örneklendireyim.
4 Levent'te ahırdan hallice bir eve taşınmıştım Eylül'de. Çünkü ev hazırdı. Ev arkadaşı arıyordu yakın bir arkadaşım. Ben de geçici olarak orada kalacağımı söylemiştim. Odadaki eşyalara kadar her şey fazlasıyla vardı. O kadar fazlasıyla vardı ki her şey, temizliğe kalkıştığım gün (temizlik değil, kabasını almak diyelim) 8 jumbo poşet çöp çıkmıştı evden.
Biz üç kişiydik. Ben, yakın arkadaşım, bir de benim taşınmamdan bir ay sonra, bir gece ansızın eşyalarını toplayıp arkasında yaklaşık 1000 lira fatura borcu ve dört koli ıslak çöp bırakan bir andaval...
Zaman içersinde kendi odamı adam ettim. Üçüncümüzün aniden evden ayrıldığı gün, kiraya zam gelmesi; kalemize giren gol olmuştu. Üçüncü bulalım dedik... Diyalog, ilanı vermemizin ertesi gününde gelen çocuğun evi görmesi ve beğenmesinin ardından şu şekilde gelişti.
-Of, var ya; evi görmeye gelebilir miyiz, diye soranlar oluyor. Hepsini lisenin en popüler kızı gibi reddetmek harika bir şey.
-Hadi bakalım.
Arkadaşımın kendini bir prom queen gibi hissettiği günün hemen ertesinde, eve 3. olarak gelecek arkadaşın da soğan erkekliğini kanıtlaması kalemizde gördüğümüz ikinci gol olmuştu. Maç bitmişti, biz hala gol yiyorduk.
"Abi ben eve çıkamayacağım. Kız arkadaşım ailemden ayrı yaşamamı istemiyor. Çok özür dilerim. Kusura bakmayın."
Bu sefer eve daha önce talip olan çocuklara, "Teklifin hala geçerli mi?" diyen ve üniversiteyi kazanamamış, McDonald's'ta kasiyer olarak çalışan ve obezite, şeker, kolesterol hastası 150 kiloluk sarışını oynuyordu arkadaşım.
Bir elemanla anlaştığını söyledi. Azeri bir çocuk,.. Çocuğun ismini söyledi, araştırdım. Hakikaten tanıyordum elemanı okuldan. Üçgen vücutlu, Crixus misali bir herifti. Tanışmamıştık daha önce.
Bir gece alkollü geldim eve. Elimde bir dürüm, keyfim yerinde, biralarım dolapta. Herifle tanıştık. Çok muhabbet etmek isteyeceğim bir tip değildi. Ama darlıyordu. Ben de sarhoştum, "Biraz yalnız kalabilir miyim?" diyemiyordum; arkadaşlık algım açıktı.
Ben bu algıyı kapatmadıkça, herifin diyaloğu beni daha da tiksindiriyordu.
-Kanka sen sikebiliyor musun iyi?
-Kanka haftada bir yeni kız sikebiliyor musun?
-Nerden düşürüyorsun?
-Ben çok sikerim, sorun olmayacağını söyledi diğer arkadaş.
Sanki üniversiteden bir öğrenciyle değil de, şantiyeden bir teknikerle konuşuyordum. Bir iki gün geçti. Çok da merak ediyordu, benim ne yaptığımı, ne ettiğimi... Kimleydin, kime gittin, siktin mi gibi sorular. Arada da kendi anlattığı hikayeler ve hikayeler. Sallıyor muydu, bilmiyorum. Aslına bakarsanız sanmıyorum da, telefonda küfrederek ev adresini tarif eden bir adamdı bu ve Türk kadınların çoğunluğunun dangalaklık katsayısı fazlaydı.
Fakat ne yaparsa yapsın, dalgasına bakamıyordu bir türlü ki aslında keyfinin benden kaynaklanmaması için elinde her sebep vardı. Odasından çıkmadığı ve benim kapımı çalmadığı anlar, odasında bir kadınla birlikte olduğunu tahmin edebiliyordum. Sonrasında ya duş almak için, ya da "Kanka ben çok bağırtarak sikiyorum, rahatsız etmiyorum değil mi?" (şimdiye kadar herhangi bir gürültü duymadım gerçi) demek için çıkıyordu.
Yavaş yavaş çizgileri çekmem gerekiyordu ama ya alkollü oluyor ve dostane yaklaşıyor, ya da alkolün etkisiyle ters bir şeyler söylüyordum.
Bir gün dayanamadım. Kapıyı tıklatıp cevabımı beklemeden içeri girdiği an, "Kapıyı tıklattıktan sonra benim cevabımı bekle." dedim. Atar yaptı. Hiddetlendi. Hoş, o da ayrı enteresandı. İçten içe kedi gibi bir insan gibi hiddetlenmişti adeta.
-Ben hassas adamım böyle soğuk konuşmaları sevmem. Sen istemezsen ben senin odana bile girmem kanka ama bu ayıp, dedi.
Garip bir adamdı, iyi kalpli, ama muhabbet etmekten yorulacağım cinsten. 
Sanırım üçümüz birlikte üçüncü ayımıza giriyoruz. Ben, bir Twitter fenomeni ve bir dövüşçü... Aslında kanımız uyuşsa süper üçlü falan olur, süper kahraman hikayesi bile yazabiliriz.
Bense dünyanın yeni bir süper üçlüye ihtiyacı olmadığını düşündüğüm için, çıkıyorum artık.
Yalnızken ne kadar rahat olduğumu hatırlıyorum, her gün, her dakika. Fulya'da kralken, 4 Levent'te köle olmayı herkes beceremez.

Unutmadan, evet, yine becerememiştim kalın setleri etrafıma örmeyi.
Kadıköy'de, yeni ve yalnız yaşayabileceğim ev arayışları içersindeyim. Ay ortasına kadar da kontratı patlatıp, dünyaya kocaman bir orta parmak çıkaracağım.
Dönüyorum artık, İstanbul'a. Geçici olmadığımı fark ederek, ruhen...

Ha bir de, "Madem ki döndüğüne inanıyorsun; ne yapıyorsun ki?" diye soracak olanlarınız varsa; 11 Aralık'ta Thales Rock'ın terasında çalıyorum, Roadhouse günlerinde olduğu gibi, Roadhouse Originals programıyla.
Beklerim. 

1 Aralık 2013 Pazar

Düşkün değil, düşmüşün anıları 8

Orijinal dillerinde, en sık duyduğum sıfat ve lakaplar.
Piç
Serseri
Ukala
Egoist
Sexaholic
Alkolik
Sarhoş
Göt
Bencil
Fallen angel
Grey
Bukowski
Çakma Bukowski
Teoman
Ergen
Kaybedenler kulübü
Don Draper (bu birazcık da meslek tabanlı ancak hoşuma gidenlerden sayılabilir)

Bu listeyi çok fazla düşünerek hazırlamadım. Belki de üzerime yapıştırdıkları etiketleri siklemediğim bir tabur insan vardır. Ancak birey olarak, ya çok iyi ya da çok kötü adlandırılıyor olmak da bir şeyleri doğru yaptığım anlamına geliyor. Beni sevebilirsin, bana saygı duyabilirsin, benden nefret edebilirsin ancak iki uç noktada gidip geliyorsan, keskin olduğum için mutlu olmamı sağlarsın. Kutuplu, düşünmeden hareket eden; içgüdüsel yaşayan fakat gerektiği zaman seni manipüle edebilecek kadar diplomatik biriyimdir belki de. En azından elimdeki veriler bana bunu gösterir.
Çünkü insanlar dengesiz. İnsanlar enteresan. Hatta insanlar, ne yazık ki; insan. Ne yazık ki kalıbını kullanıyor oluşumun sebebi zayıflıkları değil. Tam tersine, kuvvetli yönleri...