Geçen hafta kuzenim bende kaldı. Parka geçmiştik Bourbon'u gezdirirken bir şeyler atıştırmak üzere. Parkta ufak bir prefabrik var, büfe gibi işliyor...
-Napacan peki?
-900 lira veriyorum 3+1 eve İçerenköy'de, daha küçük ve daha merkezi bir yere geçeceğim artık.
-Beraber çıkak mı?
Söyleyiverdim. Okulla alakam kalmıyordu, bu yakanın kalabalıklığından tiksinmeye; Taksim'e çıkmaz olmaya başlamıştım sonuçta. Karşıda ev tutacağı da belliydi. Moda veya Bahariye Caddesi üzerinde bir anda karar kılındı. İnsanlarla konuşuldu; ev arkadaşımdan da tamamı aldım. Mayıs civarı çıkmaya karar verdik.
Ama bu kadar basit olmadı işte akşam Ali Abi'nin meyhaneye gidince. Kafama dank etmeye başladı bir bir; burayı bırakıyordum, üç senelik evimi değil; üç senelik mahallemi arkamda bırakıyordum. Meyhaneden, esnafa; komşulara, bildiğin ailem olmuştu burası. Rakı da girince bünyeye, düşünmeye başladım. Burada kalmanın yolu var mı diye, laf ağzımdan çıktı diye ayrılmıyordum. Gerçekten olması gereken bu olduğu için ayrılıyordum Fulya'dan.
Burada kaldığım üç sene boyunca ayrılıklar, kan, ter, gözyaşı, dostluklar, muhabbetler, eğlence, içmeler, sapıtmalar, diyaloglar... Üniversiteye geldiğimden beri en uzun süre yerleştiğim yer burasıydı çünkü. Kral bir ev arkadaşım oldu ablamdan sonra, gün geldi beraber içtik; gün geldi ayrı ayrı... Ama düğümlenmişti işte boğazım. Söyleyemiyordum hiç bir şey; çünkü ayrılıyordum, çünkü vakti gelmişti.
Elbet bir gün gelecekti tabii, ancak o günün bugün olacağını tahmin edememiştim. Ev arkadaşımsa keza; "Burada olmuyor zaten abi, ben elbet bir şeyler bulurum. Hem eğlenmesine eğlendik, içtik; sana bir yanlışım olmadı diye umuyorum. Olduysa da hakkını helal et." dedi. Gözümün önünde eriyordu Fulya kardeşliği, kuzenim, ablam, arkadaşlarım ve gelen gidenden oluşan; muhtelif zamanlarda bizim evde veya Ali'nin meyhanede buluşan kardeşlik. Ali abi çekti beni karşısına bunları anlattığımda...
-Bak Mahmut, ben seni buraya geldiğin ilk gün tanıdım; sana notunu ilk gününde verdim. Hatırlıyor musun ne yapmıştın?
-Şuraya oturmuştum, diyerek ilerideki masayı gösterdim.
-Sen oraya, camın karşısına oturmuştun. İlk kez geldiğin, meyhaneci bir ihtiyar ve bir genç kızın çalıştığı yere geldin; ne kıza sarktın, ne ihtiyara salça oldun. Oturdun, sırtını mekana döndün ve efendi gibi içtin; kalktın. Hatırlıyor musun?
-Evet abi, hatırlıyorum.
-Sen kaliteli bir çocuksun Mahmut. Böyle şeyleri bu kadar takmayacaksın kafana. Telefonum sende var, e burayı da biliyorsun. İstediğin zaman gel otur, gel içelim. Hem sadece içki değil, ne zaman başın sıkışırsa beni arayacaksın.
-Babam sana ne dedi abi geçen hafta biz buradan çıkarken?
-"Oğluma iyi bak." dedi, ben de "Oğlunuz, kimsenin bakmasına ihtiyacı olmadan dik bir şekilde yürüyor" dedim.
-Eyvallah abi. Ama...
İşte o an inceden gözlerim dolmaya başladı. Yıllarca az da olsa ders çalışmamdaki tek sebep, bu ülkeyi terk etmekti. Yurtdışına yerleşmekti, her şeyi geride bırakıp. Ve yarım saat sonra babama soracağım soruyu, soruverdim...
-Peki abi, ben daha mahallemi terk edemiyorken, ülkeyi nasıl terk edebileceğim?
20 Mart 2012 Salı
14 Mart 2012 Çarşamba
Blogger vs. Twitter
Dün Bourbon'un üzerine sçması için Hürriyet almaya gittim bakkala. Uzun zamandır eski gazete vermiyor bakkal -sabıkalı(dolandırıcılık)- Bülent. Neyse baktım Hürriyet yok, bir Zaman, bir de Radikal aldım. Radikal'i yatmadan önce okurum diye...
İlginç bir araştırma vardı, Twitter'ın blogları yıktığı söyleniyordu. Pucca bile yorum yapmış, günde bir entry bile yazamıyorum bloguma şeklinde serzenişte bulunmuş. Daha doğrusu zırlamış; tarzına uygun şekilde. Neyse, bakkalı da Pucca'yı da(ki bakkala daha fazla değer veririm) bir kenara bırakarak başlığa dönelim...
Efendim, blog mevzuu patladığında; birincil yaklaşım, arkadaşlık sitesi olduğu yönündeydi. Özellikle ülkemizde her siteyi tabir-i caizse; kendince "kız kaldırma" amaçlı kullanan bir kitle var. Açıkçası, bir çok platformda tanıştığım kadınlarla birlikte oldum ancak yaklaşımım belli başlı sitelere -misal Twitter, misal Blogger, misal Ekşisözlük(kıllı ve kendini bulunmaz Hint kumaşı sanan dişi gorillerle işim olmaz çok; en fazla yoklukta gider)- bu şekilde olmadı asla. Velhasıl, bir hevesle herkes blog açtı, karaladı; sonra salladı.
Ardından bir kesim üç beş yazarın kitabını veya köşe yazısını okuyup gaza geldi, üç beş yazı yazdı ve bıraktı. Bu maymun iştahlı kesimin daha sonra Tumblr'a kaydığının da altını çizelim. Orada da muhtemelen üç beş fotoğraf paylaşıp Tumblr adreslerini Facebook info panellerine girmek dışında bir şey yapmamışlardır.
Gelgelelim; Twitter'ın; bloglara tercih edilmesinin en büyük sebebinin altını çizelim: TEMBELLİK. Günümüzün hastalığı, bir nevi "Filmini yapsınlar izleyelim."cilik, bilgiye açlığımızı üç beş cümleyle pekiştirme isteği... Ancak gördüğüm kadarıyla bu içgüdü, bu üşenme durumu o kadar arttı ki insanlar hiç bir şartta okumaz oldu. Ne gazete, ne kitap, ne dergi ne de bunların yanına bile yaklaşamayacak olan -Kindle almış olmama rağmen- e-booklar, bloglar piyasanın külüstürleri haline geldi. Halbuki "Sefiller"i 15 yaşında okuyup Cihangir'in leş ama entellektüel kafelerinde hava atardı eskiden gençlik. Muhtemelen aynı gençlik hala var, ancak bu sefer hava atma şekilleri; Twitter fenomenleri tarafından kendilerine cevap verilmiş olması... Yazık bile demiyorum artık, kendi bataklığınızda; küçük dünyanızda boğulmaya mahkumsunuz işte, bu kadar basit.
Eskiden sadece ülkeden tiksinirdim, zamanla dünyadan tiksinir oldum.
İlginç bir araştırma vardı, Twitter'ın blogları yıktığı söyleniyordu. Pucca bile yorum yapmış, günde bir entry bile yazamıyorum bloguma şeklinde serzenişte bulunmuş. Daha doğrusu zırlamış; tarzına uygun şekilde. Neyse, bakkalı da Pucca'yı da(ki bakkala daha fazla değer veririm) bir kenara bırakarak başlığa dönelim...
Efendim, blog mevzuu patladığında; birincil yaklaşım, arkadaşlık sitesi olduğu yönündeydi. Özellikle ülkemizde her siteyi tabir-i caizse; kendince "kız kaldırma" amaçlı kullanan bir kitle var. Açıkçası, bir çok platformda tanıştığım kadınlarla birlikte oldum ancak yaklaşımım belli başlı sitelere -misal Twitter, misal Blogger, misal Ekşisözlük(kıllı ve kendini bulunmaz Hint kumaşı sanan dişi gorillerle işim olmaz çok; en fazla yoklukta gider)- bu şekilde olmadı asla. Velhasıl, bir hevesle herkes blog açtı, karaladı; sonra salladı.
Ardından bir kesim üç beş yazarın kitabını veya köşe yazısını okuyup gaza geldi, üç beş yazı yazdı ve bıraktı. Bu maymun iştahlı kesimin daha sonra Tumblr'a kaydığının da altını çizelim. Orada da muhtemelen üç beş fotoğraf paylaşıp Tumblr adreslerini Facebook info panellerine girmek dışında bir şey yapmamışlardır.
Gelgelelim; Twitter'ın; bloglara tercih edilmesinin en büyük sebebinin altını çizelim: TEMBELLİK. Günümüzün hastalığı, bir nevi "Filmini yapsınlar izleyelim."cilik, bilgiye açlığımızı üç beş cümleyle pekiştirme isteği... Ancak gördüğüm kadarıyla bu içgüdü, bu üşenme durumu o kadar arttı ki insanlar hiç bir şartta okumaz oldu. Ne gazete, ne kitap, ne dergi ne de bunların yanına bile yaklaşamayacak olan -Kindle almış olmama rağmen- e-booklar, bloglar piyasanın külüstürleri haline geldi. Halbuki "Sefiller"i 15 yaşında okuyup Cihangir'in leş ama entellektüel kafelerinde hava atardı eskiden gençlik. Muhtemelen aynı gençlik hala var, ancak bu sefer hava atma şekilleri; Twitter fenomenleri tarafından kendilerine cevap verilmiş olması... Yazık bile demiyorum artık, kendi bataklığınızda; küçük dünyanızda boğulmaya mahkumsunuz işte, bu kadar basit.
Eskiden sadece ülkeden tiksinirdim, zamanla dünyadan tiksinir oldum.
12 Mart 2012 Pazartesi
Korku
Şu dünyada çok sosyal kadın kadar hiç bir şeyden korkmadım arkadaş. Gerek sevgili, gerek arada bir takıldığın kadın, gerek arkadaş olarak desteğini aradığın kadın, gerek dizinde yatmak isteyeceğin kadın...
Çok sosyal kadın, her zaman içimde ukte kaldı. Sebebi de, benden sosyal olması değil, bana vakit ayıramamasıydı. Bu yazıya başlangıç nedenim, az önce; uzun zamandır büyük aralıklarla takıldığım bir kadını facebook'ta online görmeme dayanıyor. Mesela beş kez çağırsam, birinde gelirdi. Daha sonra bu istatistik beşte birden daha da aşağılara düştü, ben de peşini bıraktım. Ha şimdi evin önündeyim dese kapıyı açarım orası ayrı...
Keza aynı şekilde, sosyalliğinden ve işkadını olmasından ötürü uzun zamandır görmediğim bir arkadaşım var. Çok teklif yaptık, çok ısrarda bulunduk, istatistikler; bir önceki örnekte olduğu gibi şekillendi. Şimdi söylesem bunu kendisine, veya yazıda etiketlesem; "Çok ayıp ediyorsun ama Mahmuuuğt" demez, kendini bilir; delikanlı kadındır ama yeter ulan, az da bize zaman ayırın; çok mu şey istiyoruz? Zaten arkadaşlarımın sayısı iki elin parmaklarını geçmezken...
Hayır onu beşi geçtim; sevgililerim de genelde böyle oldu benim. Evde oturmak isterim; film festivali derler. Okulda bira içmek isterim, beşinci kişiden tanıdığım bir puştun doğumgünü olur zorla oraya sürüklerler. Hayır, ben gerekli güveni de hissetmişim; sana biri sarkıntılık etmese de ağzının payını vereceğine eminim; kıskanmıyorum da, sen git diyorum; ama neden ben de gidiyorum?
Kadınları anlamak zor değildir, bak ben şırak diye yapıştırdım etiketi mesela; ancak bazı mantıkları veya zihniyetleri anlamak gerçekten çok zor.
O doğumgünü olan Berkecan cinsi herifleri de hayatımda tek görüşüm, sürüklendiğim doğumgünleridir. Amin.
Çok sosyal kadın, her zaman içimde ukte kaldı. Sebebi de, benden sosyal olması değil, bana vakit ayıramamasıydı. Bu yazıya başlangıç nedenim, az önce; uzun zamandır büyük aralıklarla takıldığım bir kadını facebook'ta online görmeme dayanıyor. Mesela beş kez çağırsam, birinde gelirdi. Daha sonra bu istatistik beşte birden daha da aşağılara düştü, ben de peşini bıraktım. Ha şimdi evin önündeyim dese kapıyı açarım orası ayrı...
Keza aynı şekilde, sosyalliğinden ve işkadını olmasından ötürü uzun zamandır görmediğim bir arkadaşım var. Çok teklif yaptık, çok ısrarda bulunduk, istatistikler; bir önceki örnekte olduğu gibi şekillendi. Şimdi söylesem bunu kendisine, veya yazıda etiketlesem; "Çok ayıp ediyorsun ama Mahmuuuğt" demez, kendini bilir; delikanlı kadındır ama yeter ulan, az da bize zaman ayırın; çok mu şey istiyoruz? Zaten arkadaşlarımın sayısı iki elin parmaklarını geçmezken...
Hayır onu beşi geçtim; sevgililerim de genelde böyle oldu benim. Evde oturmak isterim; film festivali derler. Okulda bira içmek isterim, beşinci kişiden tanıdığım bir puştun doğumgünü olur zorla oraya sürüklerler. Hayır, ben gerekli güveni de hissetmişim; sana biri sarkıntılık etmese de ağzının payını vereceğine eminim; kıskanmıyorum da, sen git diyorum; ama neden ben de gidiyorum?
Kadınları anlamak zor değildir, bak ben şırak diye yapıştırdım etiketi mesela; ancak bazı mantıkları veya zihniyetleri anlamak gerçekten çok zor.
O doğumgünü olan Berkecan cinsi herifleri de hayatımda tek görüşüm, sürüklendiğim doğumgünleridir. Amin.
8 Mart 2012 Perşembe
Değişen dünya, sosyal medya, hacker grupları, tepki
Uzun zamandır gözlemliyorum. Anonymous'un yaptıklarını, sosyal medya ile örgütlenen kitleleri, buluşmaları, internet üzerinden toplaşan insanları. Ancak göremiyorum. Gerçekten göremiyorum.
Bu hacker grupları dışında (ki Redhack de 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nde muazzam bir işe imza atmış), gerçekten etki yaratabilecek bir grup. Belki biraz da FEMEN, ki ülkemizin gündemine oturmadan önce de Milliyet.com galeri aracılığıyla eylemlerini fazlasıyla takip ettiğimiz bir gruptu. Şimdi diyeceksiniz ki ne saçmalıyorsun....
Ne saçmaladığımı söyleyeyim, insanlık konusunda, toplum, bilinçlenme vb mevzularda zerre umudum yokken bu tip hacker grupları; insanlığa inancımı yenilememi sağlıyor. Kimse "V" olmak zorunda değil, kimse "V" de olmamalı; lakin belli tabuları yıkan, belli başlı ses getiren faaliyetlere imza atan tiplerin de çoğu, boktan sosyal hayatlara sahip olan hackerlar, belki biraz da Wikileaks gerçekleri vs...
Evet, kıçınızın kılını kaşıyarak okuduğunuz bu blogu ben yazıyorum ve ben de göbeğimi kaşıyarak yazıyorum, ancak şunun da bilinmesini isterim ki, hacker olduğu duyulduğunda "Aıyh nerd" yaftası yapıştırılan insanlar, sizin boktan gösterilerinizden çok daha fazla ses getirecek, daha etkili işlerin altına imzalarını atıyorlar.
Hadi şimdi çıkın yirmi kişilik grubunuzla İstiklal Caddesi'nde yürüyüş yapın.
Bu hacker grupları dışında (ki Redhack de 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nde muazzam bir işe imza atmış), gerçekten etki yaratabilecek bir grup. Belki biraz da FEMEN, ki ülkemizin gündemine oturmadan önce de Milliyet.com galeri aracılığıyla eylemlerini fazlasıyla takip ettiğimiz bir gruptu. Şimdi diyeceksiniz ki ne saçmalıyorsun....
Ne saçmaladığımı söyleyeyim, insanlık konusunda, toplum, bilinçlenme vb mevzularda zerre umudum yokken bu tip hacker grupları; insanlığa inancımı yenilememi sağlıyor. Kimse "V" olmak zorunda değil, kimse "V" de olmamalı; lakin belli tabuları yıkan, belli başlı ses getiren faaliyetlere imza atan tiplerin de çoğu, boktan sosyal hayatlara sahip olan hackerlar, belki biraz da Wikileaks gerçekleri vs...
Evet, kıçınızın kılını kaşıyarak okuduğunuz bu blogu ben yazıyorum ve ben de göbeğimi kaşıyarak yazıyorum, ancak şunun da bilinmesini isterim ki, hacker olduğu duyulduğunda "Aıyh nerd" yaftası yapıştırılan insanlar, sizin boktan gösterilerinizden çok daha fazla ses getirecek, daha etkili işlerin altına imzalarını atıyorlar.
Hadi şimdi çıkın yirmi kişilik grubunuzla İstiklal Caddesi'nde yürüyüş yapın.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)